Rotterdam ve Schiedam’da ölü vermemiştik, Mölln’de 3, Solingen’de 5 ölü vermiştik.
Her yıl acı ile andığımız 23 Kasım 1992 Mölln ve 29 Mayıs 1993 Solingen yangınları kundaklamalarından ders çıkarılmıyor. Yaşanan tüm olayları yerinde incelediğim zaman ‘Bu bir vahşettir’ demiştim. Vahşet, basit eleştiriler ile savsaklanacak bir bir oluşum değildir ve her an yeniden oluşmaya müsait ortamlar var. Doğrudur, bizde de 6-7 Eylül vahşeti yaşanmıştı. Özür olarak kabul edilmez ama ortada bilinçli bir tahrik vardı. İlhan KARAÇAY’ın analizi: Yaşamakta olduğumuz modern çağda (!), uygar görünümlü modern (!) devletlerin ve halkların, insancıl (!) ifadelerine takılmayınız.
Bu sözde modern ve insancıl devletler ve halkların geçmişleri vahşetler ile doludur.
Sömürgeci zihniyetin, geri kalmış ülkelerde yaptıkları vahşetler tarih sayfalarında kaybolmayacaktır.
Aynı devlet ve halkların yakın tarihimizde de yaşanmış vahşetleri vardır.
Yugoslavya’nın parçalanışı ve Bosna’daki Srebrenitsa Katliamı, Saddam Hüseyin’in ortadan kaldırılarak Irak’ın parçalanması, Mısır’ın bölünmesi, Kaddafi’nin ortadan kaldırılarak Libya’nın parçalanması ve Suriye’nin bu hale düşürülmesi, hep bu sözde modern ve demokrat ülkelerin vahşice planlarıdır. Bunlara, Afganistan’daki son durumu da ekleyebiliriz.
Yakın tarihimizde, uluslararası olmasa da, ulusal sınırlar içerisinde pek çok vahşet olaylarına şahit olmuşuzdur. Bu vahşetleri de, sözde modern ve insancıl halklar gerçekleştirilmiştir. Avrupa’da bi ril sayılacak olan ırkçılık hareketleri 1972 yılında Rotterdam’da başlamıştı. Yakından takip ettiğim Rotterdam olayları Hürriyet’te günlerce yayınlandı. Göç alan ülkelerde cereyan eden ve bizzat şahsımın da yakından izlediğim ilk vahşet olayları Rotterdam’da yaşanmıştı. Türklerin varlığına tahammül edemeyen ırkçı halk kesiminin başlattığı Rotterdam olayları tam bir hafta sürmüştü. Yazımın en sonuna detaylı olarak ekleyeceğim haberimde bu olayın içyüzünü okuyabileceksiniz.
Rotterdam olaylarını bir Hollanda gazetesi de ‘Bir hafta nefret ve siddet’ başlığıyla vermişti. Rotterdam’da yaşanan vahşetin üzerinden 4 yıl geçtikten sonra, 1976 yılında yine bir ağustos günü, bu kez Rotterdam’ın banliyösü Schiedam’da Türk işyerleri ve evleri talan edilmeye başlandı.
Schiedam olayları sırasında bir yurttaşımız can vermişti. Rotterdam ve Schiedam’da yaşanan olaylar, Hollanda’yı tüm dünyada ırkçı bir toplum olarak tanıtmıştı. Bu konudaki haberi altlarda göreceksiniz. MÖLLN VAHŞETİ
23 Kasım 1992 günü, Almanya’nın kuzeyindeki Mölln’de, ırkçıların bir Türk evini kundaklayarak yaktıkları haberi geldi. O sırada GÜNAYDIN’ın Almanya müdürlüğünü yapan Günhan Altınkaynak telefonla aramış ve ‘Ne duruyorsun, çabuk Mülln’e fırla’ demişti.
Otomobil ile çiktığım yol 4 saat sürmüştü. Mölln’e geldiğim zaman 3 ceset çıkarılan evden dumanlar çıkıyordu. Aşırı sağcı ve ırkçıların sebepsiz olarak kundakladıkları evde, 10 yaşındaki Yeliz Arslan, 14 yaşındaki Ayşe Yılmaz ve 51 yaşındaki Bahide Arslan yaşamlarını yitirmişlerdi.
22 Kasım’ı 23 Kasım’a bağlayan gece, aralarında baş suçlu Michael Peters ve Lars Christiansen’in bulunduğu bir grup, önce Ratzeburgerstr.’da bulunan Türklere ait binaları, sonra da Arslan ailesinin evini ateşe verdiler. İtfaiye ekipleri Ratzeburgerstr.’daki yangın yüzünden gecikince, Arslan ailesinin üç ferdi yanarak can verdi. Olay yerine gelen itfaiye ekipleri içeri girdiklerinde, 6 saattir duman soluyan ve babaannesi Bahide Arslan’ın ıslak battaniyelere sarıp masanın altına soktuğu İbrahim Arslan ağır yaralı olarak çıkarıldı. Oğlu Emrah’ı da ıslak battaniyeye sarıp 7 metre yükseklikten aşağıya atlayan Ayten Arslan ise iki sene süren tedavisinin ardından, hayata ‘engelli’ olarak dema etmek mecburiyetinde kaldı
Mölln halkı bu vahşet karşısında çok şaşırmıştı. Öğleden sonra yapılan protesto gösterilerine binlerce Alman ve Türkler ile dayanışma içinde olan insanlar katılmıştı. Tabii ki bunu fırsat bilen bizim ayrılıkçılar da gösteride provakasyon yaparak ortalığı dağıtmışlardı. Polisin bu kez Alman ırkçılar yerine bizim ayrılıkçılarla çatışması başgöstermişti.
Mölln’deki kundaklamayı yapanlardan Michael Peters ve Lars Christiansen 15’er yıl hapis yattıktan sonra, şimdilerde maalesef insanlık dışı eylemlerini sürdürüyorlar.
29 YIL ÖNCEYDİ
Geçtiğimiz 23 Kasım günü, 29 yıl önce yaşanan vahşet yapılan çeşitli törenlerle anıldı.
Irkçılığın kınanması ve benzeri saldırıların bir daha yaşanmaması amacıyla düzenlenen programa, Türkiye’nin Hamburg Başkonsolosluğu Muavin Konsolosu Osman Taş, Mölln Belediye Başkanı Jan Wiegels, olayda hayatını kaybedenlerin akrabaları ve çevrede yaşayan Almanlar katıldı.
Faciada annesi ve kızını kaybeden Faruk Arslan kundaklanan evin önünde yaptığı konuşmada, “Annemi, kızımı ve yeğenimi kaybetmenin acısı hep taptaze ve burada her konuşma yapmamda aynı acıyı yaşıyor, zorlanıyorum. 29 yılda çok yoruldum. Bedenim bana evde kalmamı söylerken ruhum farklı düşünüyor. Hiçbir şey yapmadan, bir şey olmamış gibi ailemin karşısında oturamam. Yorulsam da zor gelse de ırkçılığa, aşırı sağa karşı mücadelemiz devam edecek.” ifadelerini kullandı.
Irkçılıkla ortak mücadelenin önemini vurgulayan Arslan, “29 yıldır bu yolda bizi yalnız bırakmayan, sevdiklerimizin, yaşadığımız acıların unutulmasına izin vermeyen sizlere teşekkür ediyorum. Irkçılığın ne çevremizde ne Almanya’da ne de dünyada yeri yok. 1971 yılında Almanya’ya geldiğimde yemyeşil ve rengarenkti. Bu renkleri koruyabilmek için ırkçı zihniyetlerle ortak mücadele edelim, Nazilere hep beraber ‘dur’ diyelim.” dedi.
Muavin Konsolos Taş törendeki konuşmasında, aradan 29 yıl geçmesine rağmen Almanya’da hala ırkçı saldırılar ve yabancı düşmanlığının yaşandığına, hastalıklı ruhların hala insanları etnik kimliklerine ve inançlarına göre ayrıştırdığına dikkat çekti.
Mölln Belediye Başkanı Jan Wiegels de aşırı sağa karşı ortak mücadelenin, dinler ve kültürlerarası diyalogların önemini vurguladı.
Almanya’da 1990 yılından bu yana 200 insanın aşırı sağcı ve antisemitik saldırılara kurban gittiğine dikkati çeken Wiegels, bu tür olayların bir daha yaşanmaması için acıların diri tutulmasının, hatırlatılmasının önemli olduğunu ifade etti.
Anma etkinliğinde kundaklanan evin önüne çok sayıda çiçek ve çelenk bırakıldı. SOLİNGEN VAHŞETİ
Mölln vahşetinin üzerinden henüz bir yıl bile geçmeden 29 Mayıs 1993 günü, bu kez Solingen’de bir Türk evi ırkçılar tarafından ateşe verildi.
Yine talimat üzerine gttiğim Solingen’de durum korkutucu ve içler acıtıcıydı. Genç ailesinin 5 ferdi, bu kundaklama sonuncunda feci şekilde yanarak can vermişti.
Fotoğraftaki manzara ile karşılaştığım Solingen’deki evden, Genç ailesinden Hülya Genç (9), Gülüstan Öztürk (12) ve Hatice Genç’in (18) cesetleri çıkarılırken, Gürsün İnce (27) ve Saime Genç (4) ise kaldırıldıkları hastanede hayatlarını kaybettiler.
Genç ailesi, 1970’li yıllarda Karadeniz bölgesinden Almanya’daki Solingen kasabasına taşınarak yeni bir hayata başlamıştı. Aile fertlerinin artmasının ardından, eski ahşap bir binaya taşındılar. Polis sorgularında da denildiği gibi, kalabalık ama mahallede kimseyle sorunu olmayan bir aileydi.
İşte o aile, 29 Mayıs 1993 yılında ırkçılığın en çirkin yüzüyle karşı karşıya geldi.
Kundaklama sonucunda hayatlarını kaybedenleri anmak için çeşitli etkinlikler yapılıyor. Solingen kurbanları da, Mölln kurbanları gibi her yıl törenlerle anılıyor. Geçtiğimiz 29 mayıs günü, 28’inci yılı anılan Solingen kurbanları önimizdeki mayıs ayındada anılacaklar.
Solingen katliamının en büyük mağduru Kamil Genç, hayatını kaybeden kızları ile ilgili, “Vefat eden kızlarım durmuş olsaydı şu anda 33, 36 ve 37 yaşlarında olacaklardı” diyor.
Yaşanan ırkçı saldırının failleri, çeşitli sürelerde hapis cezalarını çekip serbest kaldılar ve unutuldular. Ancak o gece kızlarını, yakınlarını kaybeden Kamil Genç, aradan geçen bunca yıla rağmen hala olayın şokunu atlatabilmiş değil.
Kamil Genç, o acı gün ile ilgili şunları söyüyor: “O anki bağrışlar, ağlamalar, itfaiyelerin buradaki çalışmaları, hepsi gözümün önünde sanki dün olmuş gibi veyahut bugün olmuş gibi… Bunları ancak vefat ettiğimiz zaman gözümün önünden gidebilir. Yoksa aynen devam ediyor. Çünkü olayın yaşandığı saat bir buçuğa kadar zaten uyuyamıyoruz. 28 senedir aynı, saat gece bir buçuk olmadan uyuyamıyoruz. “ HANAU SALDIRISI Irkçı saldırıların en tazesi 19 Şubat 2020’da yine Almanya’nın Hannau kentinde yaşanmıştı. Tobias Rathjen tarafından iki nargile kafeye ve bir büfeye ırkçı saldırı düzenlenmiş ve saldırıda Mercedes Kierpacz, Sedat Gürbüz, Gökhan Gültekin, Hamza Kurtoviç, Ferhat Ünvar, Kaloyan Velkov, Vili Viorel Paun, Said Nesar Hashemi ve Fatih Saraçoğlu hayatlarını kaybetmişlerdi.
Rathjen, saldırının ardından evine dönerek annesi Gabriele Rathjen’i öldürdükten sonra intihar etmişti. Mölln ve Solingen’den ders çıkarmayan Almanya NSU’yu görmezden geliyor… Möln, Solingen ve Hanau’da olduğu gibi, 2000-2006 yılları arasında sekiz Türk ve bir Yunan vatandaşı Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) isimli ırkçı terör örgütünün cinayetine kurban gitmişti. Ne var ki emniyet ve istihbarat birimleri ırkçı motivasyonlu cinayetlerin üzerine gitmedi.
NSU, ilk cinayetini 9 Eylül 2000’de işledi. Böhnhardt ve Mundlos, Nürnberg’de seyyar çiçekçi Enver Şimşek’i 8 kurşunla öldürdü.
19 Ocak 2001’de Köln’de bir İranlıya ait markete bombalı saldırı düzenleyen NSU üyeleri, 13 Haziran 2001’de Nürnberg’de terzi Abdurrahim Özüdoğru, 27 Haziran 2001’de Hamburg’da manav Süleyman Taşköprü, 29 Ağustos 2001’de Münih’te de market işleten Habil Kılıç’ı katletti.
Kılıç’ı öldürdükten sonra 2,5 yıl cinayetlerine ara veren Neonaziler, 25 Şubat 2004’te Rostock’ta döner büfesinde çalışan Mehmet Turgut’u vurdu.
NSU üyelerinin, 9 Haziran 2004’te Köln’de Türklerin yoğun yaşadığı Keup Caddesi’nde düzenlediği çivili bomba saldırısında 22 kişi yaralandı.
9 Haziran 2005’te Nürnberg kentinde döner büfesi işleten İsmail Yaşar’ı öldüren Mundlos ve Böhnhardt, 15 Haziran 2005’te Münih’te Yunan vatandaşı çilingir Theodoros Boulgarides’i, 4 Nisan 2006’da Dortmund’da büfe işleten Mehmet Kubaşık’ı, 6 Nisan 2006’da Kassel’de internet kafe işleten Halit Yozgat’ı ve 25 Nisan 2007’de Alman polis Michele Kiesewetter’i öldürdü.
Beate Zschaepe’nin cinayetler sırasında olay yerinde bulunduğuna ilişkin şimdiye kadar somut kanıt elde edilemedi. 8 Türk ve bir Yunan’ın öldürüldüğü cinayetlerde “Ceska 83” marka silah kullanıldığı tespit edildi. Bugün de durum farklı değil Avrupa’nın dört bir yanında yaşanan göçmen problemi, hali hazırda ırkçılıkla mücadele sorununun yaşandığı Almanya’da, yaşanan krizi daha da körükledi.
Alınan önlemlerin yetersizliği, sadece göçmenler tarafından değil Alman siyasetçiler tarafından da gündeme getirildi.
Bild gazetesine açıklamalar yapan Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, ülkesini ırkçılıkla savaş konusunda tembel olduğu gerekçesiyle eleştirdi.
Alman vatandaşlara, “Koltuklarımızdan kalkmalı ve ağzımızı açmalıyız” çağrısı yapan Maas, “Bizim neslimize özgürlük, hukukun üstünlüğü ve demokrasi hediye olarak verilmişti. Biz bunlar için savaşmak zorunda değildik. Şimdi her şeyi garanti görüyoruz” dedi.
Almanya’nın bu güne kadar gelmiş geçmiş en güçlü şansölyesi olarak tanımlanan Merkel de ırkçılığa karşı tepkisini, “Almanya’da sokaklarda nefrete yer yok” sözleriyle dile getirmişti. HOLLANDA’DA DURUMDA DEĞİŞİKLİK YOK Hollanda’da yıllardır yaşanan ırkçı eylem ve söylemlerde bir değişiklik yok. Irkçı partilerin liderleri PVV’li Wilders ve FvD’li Baudet’in eylem ve söylemleri kışkırtıcılığını kaybetmiyor. Irkçıların camilere yaptıkları saldırılar durmuyor.
Ülkeyi yöntenler ve diğer siyasiler, göstermelik kınamalardan başka bir şey yapmıyor. Hemen hemen hiç cezsı olmayan ırkçılık için bir ceza kanunu yapılmıyor.
Bu durumda bize, ‘Görünürde demokrat ve insancıl, gerçekte anti demokrat ve insanlık dışı devletler ve halklar’ demecten başka bir şey kalmıyor.
********************************************************************** Zamanı olanlar ve dosyalamak isteyenler için Rotterdam ve Schiedam olaylarını altta yineliyorum:
İlhan KARAÇAY’ın analizi: IRKÇI OLAYLAR İNSANLIK AYIBIDIR… 49 Yıl önce Rotterdam’da yaşanan Türk evlerine saldırı olayları, Hollanda tarihinde kara bir leke olarak kaldı. Allah korusun, Türkiye’de patlak verecek bir olay, Rotterdam’dakine benzemez ve tam bir faciaya dönüşür. Türkiye’de gündemde olan ‘Suriyeliler’ konusu, düşüncesiz bir şekilde sarf edilen bazı sözler ve uygulanmaya konulmak istenen bazı kurallar nedeniyle büyük tartışma konusu oluyor.
Bu konuda iktidar ve muhalefet mensuplarının, sonunun nereye varacağını hesap etmeden sarfettikleri sözler, Allah korusun büyük bir felakete yol açacak nitelikte.
Bu konudaki muhtemel bir tehlikeyi, Hollanda’dan örnekler vererek izah etmeye çalışacağım ama, Hollanda’daki Türk toplumu ile Türkiye’deki Suriyeli toplumunun konumu hakkında biraz bilgi vermem gerekecek.
Hollanda’daki Türkler, ülkeler arasında yapılan ikili anlaşmalar sonrasında Hollanda’ya getirilmişlerdir. Hem de davul zurna eşiliğinde yapılan karşılama törenleriyle…
Anlaşmalar, Türkler’in buradaki geleceğini garanti altına alıyor ve uluslararası hukuk kuralları ile de perçinleniyordu.
Ne var ki, devletin alacağı yanlış kararlara karşı güvencesi olan Türklerin, halk karşısında bir güvencesi yoktu. Nitekim öyle de oldu.
Hollanda’ya gelişleri 10 yıl dolmadan, halkın belli bir kesimi tarafından, ‘İşimizi elimizden aldılar, sokaklarımızı pisletiyorlar ve gürültü yapıyorlar’ diye suçlanmaya başlanan Türk toplumu, bazı siyasetçilerin ve medya organlarının kışkırtmasıyla ağır bir baskı altında yaşamaya başladı.
Münferit olaylardan sonra, 1972 yılında Rotterdam’da ve 1976 yılında da hemen yakındaki Schiedam’da, Türk evlerine ve işyerlerine saldırıların yapıldığı acı olaylar yaşandı.
Sizelere bu olayları gazete kupürleri ile anlatmadan önce, Türkiye’deki Suriyeliler’in konumu hakkında bilgi vermek istiyorum.
Türkiye’deki, sayıları beş milyon olduğu belirtilen Suriyeliler, Türk devleti tarafından getirilmedi ve güvence altına alınmak için de anlaşma yapılmadı. Suriyeliler, ülkelerinde çıkan iç savaş nedeniyle, gümrük kapılarından değil, sınırlardan kaçarak Türkiye’ye sığındılar. Türkiye, ölümden kaçan bu çaresiz insanları, gerek insanlık borcu ve gerekse uluslararası kurallar gereği kabul etti. Türkiye’ye sığınan Suriyeliler, uluslararası bir kuralın gereği olarak kabul edilmeliydi ama, ülkelerinde ortam normale döndüğü zaman da, ülkelerine geri gönderilebilirdi.
Zira, Hollanda’daki Türkler, hakları güvence altına alınmış göçmenlerdi, Suriyeliler ise sadece sığınmacıydı.
Türkiye’deki Suriyelilerin konumu her ne kadar dezavantajlıysa da, bu insanlar için söylenecek sözler rencide edici olmamalıdır. Bu insanlar, güvenceleri olmadığı için ve kendilerine bir söz verilmiş olmadığı için geri gönderilebilir ama, ortamın normale dönüşmesi beklenmelidir. Zira bu konudaki uluslararası kurallar da işlemektedir.
‘Bolu Beyi’ gibi ortaya çıkan Beldiye Başkanı’nın, Suriyeliler’i geri dönüşe zorlamak amacıyla koymak istediği kural, 10 yaşında bir çocuğun dahi yapmayacağı saçma bir kuraldır.
10 yaşında bir çocuğun sahip olduğu zekâya bile sahip olmayan bu Bolu Beyi, yabancılar için elektrik, su ve vergileri tam on misli daha fazla alacağını ilan ederek, tüm dünyada komik duruma düştü.
Ne gariptir ki, bu Bolu Beyi’ni alkışlayanlar oldu.
Suriyeliler’in varlığından rahatsız olan insanlar tabii ki geri gönderilmelerini arzu edebilirler ama, gerek insanlık adına ve gerekse uluslararası kurallar adına sabırlı olmalılar.
Hollanda’da yaşanan her olay sonrasında, inisiyatifi ele alıp, Türkler’i savunmaya soyunan naçizane şahsım, Hollanda parlamentosunda kürsüye çıkarak ve televizyonlarda konuşarak hak aradım. Tabii ki bunu yaparken, gerek Hollanda demokrasisi ve gerekse halkın toleranslı oluşundan yararlandım.
Şimdi sorarım sizlere, Suriyeliler içinden bir İlhan Karaçay çıkarsa, ve Hollanda’da yapılanları Türkiye’de yaparsa ne olur?
Facebook’ta, Türkiye’deki bir Suriyeli’nin görüntüsü yayınlandı. Bu Suriyeli çok bozuk Türkçesi ile, ‘Ne istiyorsunuz bizden kardeşim? Biz burada çalışıyoruz, vergi veriyoruz…’ gibisinden laflar ediyordu ama hiç de sempatik gelmiyordu. Bu adama yapılan reaksiyonları gördünüz mü? Allah korusun, yarın bu laflar sokaklarda söylenmeye başlandığı zaman ne olur biliyor musunuz? Sonuçta, Suriyeliler de kendilerini savunmaya çalışacaklardır.
Suriyeliler’den korktuğumuz için değil, insan haklarına ve uluslararası kurallara saygılı olduğumuz için, rencide edici sözler sarfetmemeliyiz.
Şimdi, Hollanda’da bulunan, hakları güvence altına alınmış göçmen bir Türk toplumu ile, hakları güvence altında olmayan, iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriye toplumu arasındaki farkı anladık değil mi?
Bu anlayış ile hareket etmenin de bir insanlık borcu olduğunu vurgulayarak, tam 49 yıl önce yine bir ağustos ayında yaşanmış olan Rotterdam ve 45 yıl önce yaşanmış Schiedam olaylarını, gazete kupürleri ile anlatayım. ROTTERDAM OLAYLARI 1972 yılının bir ağustos gecesiydi. Rotterdam’a 100 km. mesafede bulunan Zeist kasbasındaki evimin telefonu çaldığı zaman gece saat 00.30’du. Bana bağlı olarak çalışan muhabirlerimizden Senan Bilgin arıyordu: ‘Abi çabuk gel, burada büyük olaylar yaşanıyor. Türk evlerine saldırılıyor ve otomobilleri yakılıyor.’ Böyle bir cümleyi duyunca hemen yola koyulmak şart olmuştu tabii…
Ondan sonrası malûm. Kahvehane ve pansiyon sahibi bir Türk’e kızmış olan mahalle halkı ortalığı kasıp kavuruyordu.
Polis vardı ama, saldırılar sabaha kadar sürmüştü.
Sonra ortalık sakinleşti.
1972 Yılında Rotterdam’da meydana gelen olaylar sırasında, ünlü programcı
Jaap van Meekren, olayları görüntülerken benimle de bir röportaj yapmıştı. Söyleşide, refah içinde ama sevgisiz gelişen Hollanda gençliğinden söz etmiştim. ‘Oh’ demiştik ve bu kadarla kurtulmuş olduğumuza sevinmiştik.
Ama umduğumuz olmadı. Ertesi günün akşamı toplanan mahalle gençleri, saldırıları sürdürmüştü. Polis yine vardı ama nafile…
Evlerimiz ve otomobillerimiz yine alevler içindeydi.
İş bununla bitecek diye düşünmüştük ama, maalesef yine olmadı. Bu kez, ülkenin dört bir yanından gençler, örgütlü bir şeklide Rotterdam’a gelmeye başlamışlardı. Her akşam saatlerinde gençler Rotterdam’a geliyor ve saldırıları sürdürüyorlardı. Bu tam bir hata böyle sürdü.
Gazete kupürlerinde göreceğiniz gibi, bu olaylar Türkiye’de manşetlerden düşmediği gibi, dünyada da haber konusu olmuştu.
IRKÇI SALDIRILARA, SOKAK KAVGASI DİYEN BAŞKONSOLOS
55 yıldır görev yaptığım Hollanda’da, tesadüf ya, Rotterdam’a ilk gelen Başkonsolos Ali Namık Aykaç ile, gider ayak bozuşmuştum. (Başkonsolosluk daha önce Lahey’deydi)
Bozuşma nedenimiz şuydu:
Malum 1972’de Rotterdam olayları, tüm dünyada Hollanda’ya puan kaybettiren olaylardı.
Bir hafta süren ve yaralanıp hastanelere yatırılan Türkler olduğu halde, Başkonsolos Ali Namık Aykaç, özellikle benim Hürriyet’te yayınlanan haberler nedeniyle ayağa kalkan parlamentoya bilgi vermesi gerekenlere, ‘Burada yaşananlar adi bir sokak kavgasıdır’ şeklinde bir rapor sunmuştu.
Zamanın Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner de mecliste ‘Rotterdam’da yaşananlar adi bir sokak olayıdır. Medya abartıyor’ gibi laflar etmişti.
‘Adi bir sokak kavgası’ denilen olayların vehametini anlatabilmek için, hastanede komada yatan Mustafa Albayrak’ın fotoğrafını çekmeyi başardım ve haber atlatma lüksünü bir kenara atarak tüm mdeyaya dağıttım. Bu fotoğraf Hollanda TV’sinin ana haber bülteninde de yayınlanmıştı. Bunun üzerine gazetem benden ille de yaralı fotoğrafı istemişti. Ünlü parlamenterimiz Nebahat Albayrak çocuk iken yaşanan olaylarda, amcası Mustafa Albayrak, başına yediği bir taş darbesi ile komaya girmiş ve hastaneye yatırılmıştı. Akla gelemeyecek atraksiyonlar yaparak girdiğim hastanede Albayrak’ın fotoğrafını çektim ve birkaç yaralı fotoğrafıyla birlikte, haber atlatma lüksünü hiçe sayarak, hem Türk medyasına ve hem de Hollanda medyasına dağıttım. Böylece hem Rotterdam Başkonsolosumuza ve hem de Bakanımıza gerekli cevabı vermiştim.
Rotterdam olayları Hollanda gazetelerinde de boy boy yer alıyordu. Trouw gazetesi, Türk Bakan Uzuner, yaşananların ırkçı saldırı olmadığını düşünüyor’ başlığını kullanmıştı. Başkonsolosomuzun bir skandal hareketi daha vardı.
Hollanda medyası kendisine, ‘Ne yapmayı düşünüyorsunuz’ diye soru yöneltince, ‘Benim tayinim çıktı yarın gidiyorum, benden sonra gelecek olana sorun’ diye yersiz ve saçma bir cevap vermişti.
Rotterdamsch Nieuwsblad gazetesi, 12 ağustos 1972 sayısında, ‘Türk mahallesindeki tedhiş, şimdi polise karşı’ başlığıyla verdiği haberinde, ‘Almanya’daki Türkler’in trenlerle akın akın Rotterdam’a geleceği bildiriliyor’ diye yazdı. Yukarıdaki kupürde, her ne kadar ‘Türk işçileri Hollanda’da halkla ve polisle çatışıyor’ gibi bir başlık kullanılmışsa da, Türk işçileri sadece kendilerini savunmakla yetinmişlerdi.
17 Ağustos 1972 tarihli Hollanda gazetesi ‘Het Vrije Volk’ ( Özgür Halk), olayları Hürriyet’te yayınlanan haberin kupürü ve ‘Bir hafta nefret ve şiddet’ başlığıyla yayınladı.
Utrechts Nieuwsblad gazetesi, ‘Türkler evlerinden çıkmaya cesaret edemiyorlar’ başlıklı haberinde, 62 kişinin tutuklandığı başlığını atarken, Türkiye’deki medyanın, Rotterdam olaylarında ılımlı davrandığını ve sadece Hürriyet’in olayları kendi muhabiri (bendeniz) ile takip ettiğini yazdı.
Rotterdamsch Nieuwsblad gazetesi, Hürriyet kupürü ile yayınladığı haberinde, genellikle Hürriyet’in haberinde yazılı olanların tercümesini kullandı. Gazete, Hürriyet’in ‘Türkler yasalara uygun hareket ederlerse, haklılıklarına halel gelmez’ sözlerini başlık olarak kullandı.
Rotterdam olaylarının üzerinden10 gün geçtikten sonra Rotterdm’a gelen Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner yurttaşlarımız ile görüşmüştü. O sırada Tahtın varisi olan Prenses Beatrix de yaptığı açıklamada, olaylardan utanç duyduğunu söylemişti.
Rotterdam olaylarının ardından, 1976 yılında bu kez Schiedam’da Türk evlerine ve işyerlerine saldırı başladı. Olaylar, bir Türk’ün işlemiş olduğu cinayet suçundan sonra başlatılmıştı.
Schiedam olayları da, Rotterdam’daki gibi günlerce sürmüştü. Türkler’in göç etmeye başlaması üzerine, kentin Belediye Başkanı, ‘Türkler giderse Schiedam ekonomisi çöker’ demişti.
Schiedam olaylarından sonra, Hollanda’ya özel olarak getirdiğimiz, ünlü yazar Murat Sertoğlu ile çeşitli toplantılar yapmış ve yurttaşlarımıza moral yüklemiştik. Toplantılardan birine Belediye Başkanı Lems eşiyle birlikte gelmişti. Dilerim, yukarıda yazılanlar ve gazete kupürleri, Türkiye’de yaşanması muhtemel olan tatsız olaylar için bir ibret ve örnek teşkil eder, yetkililer ve etkililer de bu bret ve örneklere göre davranırlar.
0
Mutlu
0
Üzgün
0
Sinirli
0
Şaşırmış
0
Virüslü
GÖÇ TARİHİNDE AVRUPALILARIN TÜRKLERE KARŞI UYGULADIKLARI ROTTERDAM, SCHİEDAM, MÖLLN VE SOLİNGEN FACİALARI