Erdoğan, Müslüman Kardeşler ideolojisinin Türkiye’ye uyarlanmış versiyonunu izliyor.
15 Temmuz 2016’da bir kontra darbe ardından, icra-yürütme-yargı kuvvetlerini tek elde topladı.
Tüm kurumlar ve silahlı kuvvetler üzerinden Türkiye Cumhuriyetine el koydu.
Anglosakson mali modeli ile ilişkiyi keserek, ekonomik dengeleri yeniden düzenliyor.
Devleti İslam- Osmanlı siyasal kültürün kurumları ve kodlarına yönelik politikalarıyla kurumsallaştırmaya çalışıyor.
Erdoğan’ın işaret ettiği Türkiye ne Batı, ne de Doğu’dan yanadır.
Yarı Asyalı yarı Avrupalı, iki dünya arasındaki bir köprüdür.*
Erdoğan, Türkiye’nin enerji alanında ekonomik bağımsızlığını;
1- Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattına, Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru hattına ve Türk Akımı projesine,
2- Kuzey Irak Kürt Yönetimi sahasında ekonomik ilişkilerden örgütlediği Kürtlerin Türkiye ekonomik ve siyasi kontaklarına bağlılılığından faydalanmaya,
3- Pençe Operasyonları arka planında Musul ve Kerkük demografisinin Türkmen ve Arap nufusuyla değiştirilmesine,
4- Hakeza Kuzey Suriye’de Sünni Arapların oluşturacağı bir koridor üzerinde yeni sakinlerle kurulacak ekonomik ve siyasi kontaklara,
5- Kıbrıs karasularındaki münhasır ekonomik bölgesindeki keşiflere bağlıyor.*
Dün Erdoğan, ABD ve Türk yetkililerin Suriye’nin kuzeyinde tesis edilmesi planlanan ‘güvenli koridora’ ilişkin vardığı anlaşmayı özetledi.
“Amerikalılarla birlikte bir harekat merkezi kurulmasının kararı verildi.
Bir harekat merkezini kurmak suretiyle buradaki süreç başlatılacaktır.
Üç günlük bir görüşme periyodu oldu ve bu görüşmeler olumlu bir istikamette devam etti.
Burada aslolan Fırat’ın doğusunda bu adımın atılmasıydı, bu da Amerikalılarla birlikte gerçekleştiriliyor ” dedi.
*
“Amerikalılar ile birlikte bir adım atılmıştır” ama bu adımın;
Ne Türkiye’nin “Fırat Nehri’nden Suriye- Türkiye- Irak sınırına kadar uzanan 32 kilometre derinlikte bir bölge üzerinde tam kontrol talebini,
Ne Kürtlerin 5 kilometre derinlikte güvenli bölge alanı verilebilir talebini,
Ne de ABD’nin Türkiye’ye; 15 kilometre derinlikte ve 150 kilometre uzunluğunda bir şeridi güvence altına almak önerisini karşılayıp-karşılamayacağı bilinmiyor!
*
Diğer taraftan, uluslararası hukuka göre Türkiye’nin Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesinde hiç bir hakkı bulunmuyor.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tanınmıyor, bu yüzden onun Türkiye’ye verdiği destek yok hükmündedir.
Ancak Erdoğan’ın açıklama yaptığı sıralarda, Fatih sondaj gemisinin ardından ikinci sondaj gemisi Yavuz da Kıbrıs açıklarında çalışmalarına başlamıştır.
Ve Yavuz, Gazimağusa Körfezi’ndeki Karpaz 1 kuyusunda bin 710 metre civarında sondaj derinliğine ulaşmış bulunuyor.
*
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, işte Yavuz gemisinde konuşuyor.
“Rum yönetiminin tek taraflı ilan ettiği yetki alanlarını tanımıyoruz.
Geçen ay Kuzey Kıbrıs hükümetinin Rum kesimine yaptığı ortak komite kurulması teklifi reddedildi.
Bu ciddi teklifi yeniden değerlendirmek ve sonuç almak üzere tarafların bir araya gelmesi, iki tarafın da menfaatine olacaktır” diyor…
*
Dün bir diğer toplantı Yunanistan, İsrail, Kıbrıs Cumhuriyeti Enerji bakanları ile ABD Enerji Kaynaklarından sorumlu Bakan yardımcısı arasında yapıldı
Konu. Akdeniz’in doğusundan Avrupa’ya uzanması planlanan EastMed doğalgaz boru hattı projesiydi..
Bu işbirliğinin jeopolitik arka planını;
Son yıllarda İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin kötüleşmesi, söz konusu üç ülke arasındaki yakınlaşmanın tetiklenmesi oluşturdu.
*
Bakanlar, Avrupa Birliği’nin Rus gazına muhtaç olmamak gibi bir gayesi olduğuna da dikkat çektiler.
Nitekim Rus doğal gazının Baltık Denizi’nden Almanya’ya taşıması planlanan Kuzey Akım 2 projesi çeşitli tartışmalara neden oluyor.
Polonya ve Baltık ülkeleri, güzergahı kendileri için bir güvenlik tehdidi olarak görürken,
Amerikan Senatosu Kuzey Akım 2 projesinde yer alan şirketlere yönelik yaptırım uygulamak için bir yasa tasarısını görüşüyor.
ABD’nin hedefinin, Avrupalılara pahalı kaya gazı ve likit gaz satmak için Kuzey Akım 2 projesini engellemektir.
*
Bu durum İsrail açıklarında tespit edilen zengin rezervlerden elde edilecek doğal gazın,
EastMed projesiyle Kıbrıs-Girit-Yunanistan üzerinden İtalya’ya getilmesinin önemini gösteriyor.
*
İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs’ın pratik işbirliğini destekleyen ortak değerleri demokrasileridir.
Bu ortaklık 21. yüzyılda Doğu Akdeniz güvenliğinin temelini oluşturacaktır.
Sadece gaz alanlarındaki işbirliği değil, aynı zamanda demokrasinin ortak çıkarları da ilişkilerini güçlendirecektir.
*
Erdoğan ise bütün gelişmelerde Türkiye’nin yönelimini değiştirmek için şiddete başvuruyor.
Çünkü Türkiye’yi Batı’ya yönelik kalkınan bir demokrasiden ziyade Batı’ya karşı, revizyonist bir rejime dönüştürmeyi hedefliyor.
Türkiye’nin Erdoğan liderliğinde statükoya geri dönebileceğini düşünmek ancak arzulu bir düşüncedir.
Erdoğan, sadece Batı’nın kabulü ile Türkiye’nin on yıllardır süren Kuzey Kıbrıs işgalinin nihayetinde açık deniz gazının keşfi ile temettü ödemesini umduğu için değil,
Aynı zamanda transit ülke olarak Türkiye’nin önemini azaltabilecek herhangi bir bölgesel üretimi bozabilmeyi hedefliyor…
*
Erdoğan’ın bu çok yönlü faaliyet tarzının, özellikle İsrail’in olduğu kadar Atlantik İttifakı’nın da itirazına rağmen sürdürülmesi imkansızdır.
İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs işbirliklerinin Türkiye’ye karşı bir ittifak olmadığını vurgulama konusunda acı çekseler de,
Bölgedeki Türkiye’nin sertleşmesinin artması,
Rusya ve İran’la olan şüpheli ilişkileri karşısında;
İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs’ın dengeleyici bir faktör olarak kullanılması gerekir.
Çünkü enerji aramalarındaki herhangi bir kesinti, bölgenin ekonomik beklentilerini zedeleyecek,
Daha fazla güvenlik sorununa ve büyük güç rekabetine yol açacaktır.
Özellikle Suriye’deki istikrarsızlığın devam etmesi ve İran ile enerji ticareti için güvenli navigasyonu zorlayan bir gerginlik döneminde,
Doğu Akdeniz’deki cephelerin tutulması zorunludur…
*
Bu gerçeklik ABD’nin arzulamadığı yeni perspektiflerin oluşmasına imkan tanıyor.
Bir taraftan Türkiye Erdoğan’ın hedefi doğrultusunda “yarı Asyalı yarı Avrupalı, iki dünya arasındaki bir köprü” olurken aslında Batı’dan izole ediliyor.
Öte yanda, Türkiye Kıbrıs sahasında bulacağı gazdan pay alabilecektir.
Ama en önemlisi ABD küresel liberal düzenin güvenliği için Türkiye’de din’in asla devlet siyasetinin bir unsuru olmamasını garantileyecektir.
*
İşte eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski Ekonomi Bakanı Ali Babacan ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu,
Bu hedefi sağlamak ve Erdoğan diktatörlüğünün daha fazla kurumlaşmasına engel olmak için hazırdırlar..
Güya CHP’li Kılıçdaroğlu ise Erdoğan ve iktidarının;
Devletin laik düzenini İslamcıllaştırdığına,
Türkiye’yi çağdaş medeniyetten alıp kendine menkul köhne bir hedefe götürdüğüne,
Bir kez olsun itiraz etmemenin sorumlusu olarak tarihe postalanacaktır.