Ortadoğu’da cereyan eden ve tüm dünyayı etkileyeceği için merakla takip edilen olaylar, farklı bakış açıları ile değerlendiriliyor.
40 gün kaldığım Mersin’de, olayları gerek Türk medyasından ve gerekse dış medyadan takip ederken duyduklarım ve gördüklerim, önceki gün geldiğim Hollanda’da duyduklarım ve gördüklerimden farklı değil. Yani, olaylara nereden bakarsak bakalım, duyduklarımız ve gördüklerimizde bir değişiklik yok.
Tek fark, Türk kamuoyu ile dünya kamuoyunun duydukları ve gördükleridir.
Tabii ki Türk kamuoyunun duydukları ve gördükleri, dünya kamuoyunun duydukları ve gördüklerinden daha sağlıklıdır. Türk kamuoyu, olayları yakından takip ediyor ve değerlendirmesini yapıyor. Ama dünya kamuoyu, kendilerine lütfedilen düzmece haber, fotoğraf ve yorumlarla aldatılıyor.
Türkiye aleyhindeki kasıtlı karalamalar, yurt dışında yaşayanları çok üzüyor. Her gün radyo, televizyon ve gazetelerde Türkiye aleyhtarı yayınlar karşısında susanların yanında susmayanlar da var. Bültenimizde, bu konuyla ilgili Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör’ün, Hollanda kamuoyuna hitaben yazdığı bir mektubu bulacaksınız.
Türkiye aleyhtarlığının yegane nedeni nedir biliyor musunuz?
Tam 50 yıldır yazdığım Haçlı Ruhu.
50 yıldır yaşadığımız Avrupa’da, bize hep ya Afganlı, ya Ugandalı veya İranlı gözüyle baktılar. Yani bizi bu ülkelerin kültür yapısı ile aynı kefeye koydular.
Sayıları az olmakla birlikte, bize, Atatürk’ün kurduğu modern cumhuriyetin çocukları olarak bakanlar da oldu.
Bu nedenle bize yakıştırılan renk, ana renklerden biri idi.
Ama şimdi artık rengimiz gri.
Yazımın başında ileri sürdüğüm, ‘Bize Ugandalı gibi bakış’ bir abartı değildir.
Bunun en iyi örneğini bizzat ben yaşadım.
1968 yılında, Hollanda’nın Leiden kentindeki Akademi Hastanesinde safra kesesi ameliyatı olmuştum. O zaman Anneke isimli bir kızla arkadaşlık yapıyordum. Anneke’nin ailesi, kızlarının bir Türk ile arkadaşlık yapmasını hazmedemiyordu.
Bir gün Anneke’nin annesi gizli olarak beni ziyarete geldi. Geliş amacı hasta ziyareti değil, kızını terketmem için rica idi. Medeni ölçüler içinde 15 dakika konuştuk.
Şimdi sıkı durun ve lütfen abartı sanıp şaşırmayın.
Anneke’nin annesi bir ara üzerinde yattığım karyola ve yatağı işaret ederek, “Güzel bir yatak değil mi, Türkiye’de de böyle yatak var mı?” diye sordu. Ben de kendisine, “Hayır bizde böyle yatak yoktur” dedim. “Peki siz nerede ve neyin üzerinde yatarsınız”diye ikinci soruyu yöneltti. Bu kez kendisine, “Biz ağaçlarda kurduğumuz basit şeyler üzerinde yatarız” deyince hiç şaşırmadı ve “Yaaa, öyle mi?”demekle yetindi.
Soğuk bir sessizlikten sonra yatağımın başucundaki çekmeceden bir yığın fotoğraf çıkardım. Fotoğraflar içinde, Mersin’de sahibi olduğumuz turistik tesislere ait olan görüntüler vardı. Önce motel odalarını ve yatakları gösterdim. Sonra gazino dediğimiz yemek salonunu. Güzel ve modern giysiler içinde dans edenleri, yemek yiyenleri, plajdaki insanları, otomobilleri gösterdim. O sırada artık bir ‘zavallı’ gözüyle baktığım kadın, Türkiye’ye ait pek çok fotoğrafa baktıktan sonra merak içinde sordu: “Buralar neresi? “
Bundan sonrasını anlatmama gerek yok değil mi?
Gençlik yıllarımda Anneke bilmem kaçıncı kız arkadaşım idi. Ondan ayrılıktan sonra bir kaç kız arkadaşım daha olmuştu. En sonunda da şimdiki eşim ile tanıştım. Şimdiki eşimin ailesi de durumdan hoşnut değildi ama, Anneke’nin ailesi kadar kaba ve bilgisiz değildi.
Ne var ki bu aile içinde de bir gariplik olduğunu sonradan, yani evlendikten sonra öğrendim. Meğer benim kayınçolarımdan birinin takma adı ‘Türk’ imiş. Aslında bundan memnun olmam gerekirdi ama, bu lakabın veriliş nedenini öğrenince çok şaşırdım. Meğer bizim kayınço çok arsızmış. Oyundan eve döndüğü zaman üzeri hep pis olurmuş. Bu nedenle de kendisine ‘Türk’ derlermiş.
Hoş, aileye bir Türk karıştıktan sonra, bir Türk’ün ne kadar temiz olduğunu anladılar ama, o zamanlar bu insanların Türkler’e bakış açısının ne olduğu açıkça anlaşılıyordu.
Yazımın başında, ‘bize yakıştırılan renk, ana renklerden biriydi’ derken, bizi iyi tanıyanlar ile tanımayanların bakış açılarının ne olduğunu anlatmaya çalıştım.
Şimdi ise bizi iyi tanıyanlar da, tanımayanlar da merak içindeler. Yani bize gri olarak bakıyorlar. Tabiiki bu grilik, çok olumlu bir ana renge dönüşecek.
Hitler Ruhu
Türk’ün, Atatürk cumhuriyetinden sonra nasıl modernleştiğini öğrenemeyen Avrupalılar, artık yavaş yavaş uyanıyorlar. Daha önce uyanmış olanlar ise korkuyorlar. Türkler’in her alanda ileriye gidişleri onları korkutuyor. Çok iyi gözlemciler ve istihbaratçılar, Türkler’in Avrupa’yı yavaş yavaş ele geçirişleri karşısında önlemler alınması için raporlar hazırlıyorlar.
Büyük bir yanlış yapmak istemiyorum ama yine de yazmadan edemiyeceğim.
Nasıl ki bir zamanlar Hitler Yahudiler’den korkmuştu, şimdi de Hitler ruhlular Türkler’den korkuyorlar. Hitler, Yahudileri acımasız bir şekilde gaz odalarında katletmişti.
Şimdiki çağdaş (!) Hitler ruhlular, böyle bir katliamı gerçekleştiremeyecekleri için Türkler’e karşı değişik önlemler almayı yeğlediler.
Önce Türkler’in aile birleşimini önlemek için sözümona araştırmalar yaptırdılar ve raporlar hazırlattılar. Türkiye’den getireceği eşi için uyum kursları planladılar. Bizden birileri uyum kursuna talip oldu ve 6 bin 3 yüz Euro bedel istedi.
Sonra yine bizden birileri, hazırlatılan düzmece raporları öne sürerek ‘Türkiye’den evlenmeyin’ kampanyası açmaya yeltendiler. Ama bu kampanya, Hollanda’daki uyanık Türk medyası tarafından engellendi.
Sonra bir siyasi parti çıktı ve ‘Türkler’in evlenme yaşı 18’den 21’e çıkarılsın’ dedi. Bir başka siyasi parti bunun altında kalır mı, ‘Evlenme yaşı 24 olsun’ dendi.
Yani, Türkiye’de 20 yaşında biri ile evlenildiği zaman, evlenilen eş, yaşı 21 veya 24 olmadığı için Hollanda’ya gelemeyecek.
Evet, bütün bunlar, bizi gayri medeni olduğumuz için kulüplerine almayan Avrupalılar tarafından planlanıyor.
Şimdi düşünün bir kere. 1940’larda Yahudileri gaz odalarında öldüren Hitler ile, şimdi gelişmelerinden korktukları Türkler’i sosyal yaşamlarında boğan zihniyet arasındaki fark nedir?
Ölmek bir yerde kurtuluştur.
Peki ya ölmeyen?
Kız olsun, erkek olsun, yaşı 20’ye gelen bir genç, kutsal bir evlilik müessesesi kurmak için, Hitler ruhluların planlarına ve kararlarına boyun eğmek mecburiyetinde mi kalacaklar?
Kimin kiminle, nerede ve kaç yaşında evleneceğine bu Hitler ruhlular mı karar verecekler?
Şimdi Hollanda’daki araştırmacılara, raporculara, siyasetçilere ve yöneticilere bir sözümüz olmalı. Bilgilenmek için ille de aşırı ideolojili kişilere mi itibar edersiniz ?
Bu ülkede aklı başında, ılımlı, devletlerin kuklası olmayan kimselerden bilgi alınamaz mı?
Elbette alınır ama işlerine gelmiyor.
Evet, şimdi gri renkli görünen Türkiye’nin ve Türk insanının, yetişen yeni nesil ile çok koyu bir ana renk olacağının işaretleri alındı bile…
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
İlhan Karaçay yazıyor