Cumhuriyetimizin siyasal kurgusu, 19 Mayıs 1919’da Atatürk ve arkadaşlarının Anadolu toprağına ayak basmaları ile yapılanmaya başlamıştır.
Bu olgunun 105. Yılını kutluyoruz. Yüzbeş yıllık süreç; son Türk Devleti’nin kalıcı, barışçı, milli değerlere dayalı demokratik, saygın bir Devlet olduğunu ortaya koyuyor.
Bu süreçte; siyasal ve ekonomik sorunlar, engeller, ara rejimler yaşadık.
Ne var ki, kurucumuz Yüce Meclis’e yansıyan Milli iradenin gücü ile bu engelleri aştık, geliyoruz.
Bugün Türkiye’nin gündemindeki öncelikli mesele, bir sistem değişikliği oldu bittisinin kalıcı olarak dayatılmak istenmesidir.
İstiklal Savaşı’nı yöneten ve kazanan Yüce Meclisin üstlendiği kuvvetler ayrılığı esasındaki denge, denetim ve yönetim gücünden yoksun bir “kuvvetler birliği” sistemine evrilmiş bulunuyoruz.
1921, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları ile kurgulanan, kökleşen ve yapılanan, çoğulcu ve çok partili demokratik sistemden, iktidarın “yeni sivil anayasa” girişimleri ile otoriter bir rejime doğru hızla yürüyoruz.
Bu öncelikli meselenin çözümü bütün siyaset kurum ve kavramlarının önünde kaçınılmaz bir yapı olarak duruyor.
1920’de Meclis Hükümeti ile başlayan, Yüce Meclisin güvenoyuna dayalı, meşru, parti disiplinlerini temsil eden hükümetler ve Başbakanlık da artık yoktur.
Cumhurbaşkanı tayin ve azil yetkisini elinde bulundurduğu kimi kişileri Bakan sıfatı ile görevlendiriyor, Başkanlık Sarayı’nda bakanlıklara eşdeğer ofisler kuruyor.
Bu yürütme organlarının eylem ve işlemlerinin denetimi Yüce Meclisimizin yetkileri dışındadır.
Halbuki Parlamentolar, özgürce söz söylemek için kurulmuştur. Bugün ise anayasa değişikliğiyle getirilen sözlü önerge yasağı ile Yüce Mecliste bakanlara soru sorma, bilgi isteme olanağı kalmamıştır.
Bakanlar, Meclis Salonundan çıkarılıp dinleyici localarına misafir edilmiştir.
Altıyüz Milletvekili, seçim bölgelerindeki kişiler, kuruluşlar ve sorunlarla içsellik bağlarını yitirmişlerdir.
Cumhurbaşkanlığı görevi ile iktidar partisi Genel Başkanlığı işlevinin birleştirilmesi, çok genişletilmiş bir Anayasa yorumudur. Böyle bir uygulama, devlet geleneğimizde var olan, yurttaşların son sığınağı tarafsız, bilge, her yurttaşı kollayan ve kapsayan cumhurbaşkanı gibi bir siyasal kimliğin boşluğunu doğurmuştur.
Başkanlık sisteminin yürürlüğe girdiği yedi yıllık süreçte ekonomide, iç ve dış siyasette belirgin bir gerileme, istikrarsızlık hatta kötüleşme yaşanıyor.
İçte ve dışta her alanda zorluklar çoğalıyor. Yüce Meclisin desteği, partilerin uzlaşmaları, uluslararası kuruluşlarla dayanışma yoksunluğu çoğalıyor. Ekonomik göstergeler düzelmiyor, daha da kötüleşiyor.
Çok partili hayatın başladığı yıllardan bu yana tarafsızlığı tartışılmayan bir hakem olan, Yüksek Seçim Kurulu’nun tahkim niteliğinin taraflarca tartışılır hale gelmesi de bir rastlantı değildir.
Güvenirliği ara rejimlerde bile kabul gören bu kurumun Başkanlık otoritesine boyun eğdiği izlenimini silmek bu sistem içinde çok zorlaşmıştır.
Başkanlık Sistemi başarısız, yersiz, gereksiz ve nafile bir dayatmadır. Demokrasimiz açısından ise tehlikelidir.
Meclis’te temsil edilsin veya edilmesin, Atatürk ilke ve devrimlerini savunan; bütün siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri, emek örgütleri, düşünce kuruluşlarının bir “Türkiye İttifakı” içinde bir araya gelmeleri gerekiyor. Devletimizin geçmiş yüz yılın deneyimlerinden yararlanan, iyileştirilmiş parlamenter sisteme hızla dönmesi için ortak mücadele etmeleri gerekiyor.
Nitekim son yerel seçimlerde Türk Milleti tarafından Türkiye İttifakının en güzel örneği ortaya koyulmuş, demokrasimiz ve cumhuriyetimizin geleceğine olan umut ve güvenimiz artmıştır.
Yargının tekrar güvenirliğinin, Devletin insan hak ve özgürlükleri açısından tekrar onur kazanması için hızla bu gereği yerine getirmek zorundayız.
Yeterli ve gerekli deneyimlere sahibiz. Önümüzde dört yıl sürecek, seçim seçeneği olmayan bir dönem var. Bu süreçte içte ve dışta, özellikle Rusya-Ukrayna krizi görünümlü bir Amerika-Rusya gerilimi, İsrail’in Gazze’de yapmakta olduğu Filistin Soykırımı ve bunun yarattığı küresel düzeyde enerji ve gıda krizlerinin giderek artacağı, Tek Adam rejiminin uyguladığı yanlış ekonomi politikaları sonucu özellikle gıda, barınma ve ısınma gibi temel ihtiyaçların fiyatlarının durdurulamayan yükselişi, ülkemizde işsizlik, yoksulluk, açlık ve mafyatik suçların artmasına yolaçmaktadır. Tek adam yönetimi ile bu engebeler aşılamaz. Milli bilinç ve dayanışma için, ortak akıl ve ortak yönetime kesin gereksinimiz vardır.
Yüz yıllık bir devlet sistemi, bir heves, bir deneme düşüncesi ile değiştirilemez. Üstelik, milli mücadeleyi kazanarak, parlamenter sistemi kuran Gazi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yönelik bu dayatma nafile ve tehlikeli bir girişimdir.
Bir asırlık süre içinde rastlanan yanlışlar, gecikmeler, zorluklar parlamenter sisteme yüklenemez. Bir bölümü siyasi kurum ve kişilerin bir bölümü ise iç ve dış gelişmelerin sonucudur.
Milli Merkez, hukukun üstünlüğüne bağlı, taraf olduğumuz demokratik kuruluşlarla iş birliğine ve demokratik, laik, tam bağımsız Cumhuriyetimizin temel değerlerine dayalı bir huzur iklimine dönüş çağrısını dile getirmektedir.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı
Milletimize ve tüm gençlerimize kutlu olsun.
Hüsamettin CİNDORUK
19. Dönem TBMM Başkanı
Milli Merkez Başkanı