Asya’dan başlayan Türk göçü, Balkanlar ve Batı Avrupa’da 50 milyonluk bir nüfus yarattı.
Gittikleri her yerde başarılara imza atan Türkler, buna rağmen ırkçı yerli halk tarafından hep horlanıyor.
Çarıklılar hikâyesinden, ‘BioNTech ile COVID-19’u tedavi edenlerin hikâyesine dönüşen Avrupa Türkleri…
(Haberin Hollandacası en altta.) (Nederlandseversie van het bericht is onderaan)
Sizlere anlatacağım öyle bir hikâye ki, milenyumu geçen asırlar önce başlamış ve bugün hâlâ devam eden bir hikâyedir.
Avrupa göçü ile başlayayım:
Avrupa Türk nüfusu, günümüzde 50 milyonu bulan geniş bir topluluğu kapsıyor. Bu nüfus, Türkiye’nin Avrupa yakasından, Balkanlar’daki köklü Türk topluluklarına, Batı Avrupa’daki işçi göçü dalgasına ve Türkçe konuşulan coğrafyalardan gelen sığınmacılara kadar çeşitlilik gösteriyor.
Türklerin Avrupa’ya ayak basması, Orta Asya’dan büyük göç dalgalarıyla başladı. Avarlar, Hunlar ve Bulgarlar gibi Türkçe konuşan halklar, Avrupa’nın ilk sakinlerinden oldular. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ise bu bağlar daha da güçlendi. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkanlar’da geniş bir Türk nüfusu yerleşik hale geldi. Ancak 19 ve 20’nci yüzyılda savaşlar, zorunlu göçler ve nüfus mübadelesiyle darbe aldı.
1960’larda, Türkiye ile Batı Avrupa ülkeleri arasında yapılan işçi göçü anlaşmaları, Türklerin Avrupa’daki demografik ve ekonomik varlığını dönüştüren bir dönüm noktası oldu. Özellikle Almanya, Hollanda, Belçika ve Fransa gibi ülkeler, Türk işçilerini ağırladı. İlk kuşak, zorlu çalışma koşullarında “misafir işçi” olarak kabul edilse de, sonraki nesiller, bu ülkelerde kalıcı hale geldi. Bugün Avrupa Türkleri, iş dünyasından sanata, siyasetten spora geniş bir yelpazede aktif rol oynuyor.
Türk girişimciler, Avrupa ekonomisinde önemli bir yer edindi. Avrupa’da 200.000’e yakın Türk girişimcinin faaliyet gösterdiği biliniyor. Özellikle Almanya ve Hollanda’daki Türk girişimciler, binlerce kişiye iş imkânı sağlıyor. Hollanda’daki Türk girişimciler, ülkelerinin ekonomisine hem Avrupa’da hem Türkiye’de büyük katkı sağlıyor.
Türkler, Avrupa siyasetine de güçlü bir şekilde entegre olmuş durumda. Hollanda, Almanya, Belçika, İsveç, Danimarka ve Fransa gibi ülkelerde Türk kökenli milletvekilleri ve yerel yöneticiler dikkat çekiyor. Bulgaristan’daki Haklar ve Özgürlükler Hareketi, Avrupa Parlamentosu’nda Türk azınlığın sesi olarak temsil ediliyor. Genellikle sol partilere destek veren Türk seçmenler, aynı zamanda muhafazakâr partilerde de temsil ediliyor.
Avrupa’daki Türk dernekleri, topluluğun bir arada durmasına ve sosyal, kültürel haklarının korunmasına önemli katkılar sağlıyor. Pek çok isim altında birleşen dernekler, Türklerin ekonomik ve sosyal entegrasyonuna öncülük ediyor. Eğitim, kültür ve gençlik alanında faaliyet gösteren bu dernekler, Türk diasporasının sesini daha fazla duyuruyor.
Günümüzde Türkler, Avrupa’da hem eğitim hem iş alanında yükselen bir grafik çiziyor. Üniversitelerde Türk öğrencilerin sayısı artarken, birinci nesil Türklerin önemli bir kısmı emeklilik sonrası Türkiye’ye dönmeyi tercih ediyor. Yüksek eğitimli gençler ise Avrupa ve Türkiye arasında köprü kuruyor.
Bugün Avrupa, Türklerin izlerini her alanda taşıyor. Ekonomik başarı hikayeleri, siyasetteki etkileri ve kültürel katkılarıyla Avrupa Türkleri, köklerini unutmadan geleceğe yön veren bir topluluk olarak öne çıkıyor. Bu hikâye, sadece Avrupa’daki Türklerin değil, iki kıta arasında köprü kuran bir medeniyetin de hikâyesi.
Bugün Avrupa, Türklerin izlerini yalnızca iş ve siyasette değil, sanat, spor, akademi ve sosyal girişimcilik gibi pek çok alanda taşıyor. Türk girişimcilerin restoranlardan teknoloji start-up’larına kadar uzanan başarı hikayeleri, yalnızca kendi topluluklarına değil, bulundukları toplumlara da katkı sağlıyor. Türk mutfağı, Avrupa’nın her köşesinde kültürel bir lezzet haline gelmiş durumda. Kebap restoranlarından gurme Türk restoranlarına kadar geniş bir yelpazede yer buluyor. Spor dünyasında yetişen Türk kökenli futbolcular, Avrupa’nın en prestijli kulüplerinde forma giyiyor ve bu başarı, genç nesiller için rol model oluşturuyor. Mustafa Yücedağ Mesut Özil H.Çalhanoğlu F.Kadıoğlu Orkun Kökçü C.Ünder
Türk diasporası, Avrupa’nın kültürel zenginliğine önemli katkılar sunuyor. Türk kökenli sanatçılar, yazarlar, müzisyenler ve film yapımcıları uluslararası platformlarda büyük beğeni topluyor. Feridun Zaimoğlu gibi yazarlar, Türk kimliği ve göç deneyimini edebiyata taşırken; Fatih Akın gibi yönetmenler, filmleriyle Avrupa’da göçmenlerin hayatlarını beyaz perdeye taşıdılar. Bu sanatçılar, kültürler arası diyalogun ve empati geliştiren hikyelerin yaratılmasında öncü rol oynadılar. Ayrıca genç nesiller, modern dijital platformlarda içerik üreterek hem Türk kültürünü tanıtıyor hem de küresel bir kitleye hitap ediyorlar.
Avrupa’daki Türk kadınları, toplumda ve ekonomide önemli bir güç haline gelmiş durumda. Girişimci, öğretmen, sağlık çalışanı, avukat veya sanatçı olarak, hem Türk toplumunun hem de Avrupa toplumlarının gelişiminde aktif rol oynuyorlar. Eğitimli ve bağımsız bir nesil, toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan hakları konusunda da fark yaratıyor. Ayrıca kadınların liderlik ettiği sosyal girişimler, dayanışma kültürünün en güzel örneklerini sergiliyor.
Türk kökenli akademisyenler ve bilim insanları, Avrupa’nın önde gelen üniversitelerinde ve araştırma merkezlerinde görev alıyor. Tıp, mühendislik, sosyal bilimler ve teknoloji gibi alanlarda Türk araştırmacılar büyük başarılara imza atıyor.
Prof. Dr. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci’nin BioNTech ile COVID-19 aşısını geliştirmesi, bu başarıların en güncel ve çarpıcı örneklerinden biri olarak dikkat çekiyor. Bu başarı, Türk diasporasının bilim ve teknoloji alanında da küresel bir fark yarattığını gösteriyor.
Avrupalı Türkler, anavatanları Türkiye ile güçlü bağlarını korumaya devam ediyor. Eğitim, yatırım ve kültürel projeler yoluyla Türkiye’ye katkı sağlıyorlar. Her yaz Türkiye’ye giden on binlerce Türk vatandaşı, bu bağları güçlendirirken, aynı zamanda iki ülke arasındaki ekonomik ve kültürel etkileşimi artırıyor. Avrupa’dan gelen yatırımlar, Türkiye’nin modernleşme ve büyüme sürecinde önemli bir rol oynuyor.
Bu başarı hikâyelerinin ardında elbette çeşitli zorluklar da bulunuyor. Ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve entegrasyon sorunları hâlâ gündemde. Ancak Türk toplumu, bu engelleri aşma konusundaki kararlılığını her defasında gösteriyor. Eğitim, iş hayatı ve siyaset gibi alanlarda elde edilen başarılar, genç nesillere umut ve motivasyon kaynağı oluyor. Sosyal uyum politikalarının güçlendirilmesi ve ayrımcılıkla mücadele çabaları, Türk toplumunun daha güçlü bir şekilde yerleşik hale gelmesini sağlıyor.
Avrupa Türkleri, yalnızca yaşadıkları ülkelerde değil, küresel düzeyde de etkili bir diaspora haline geliyor. Avrupa’dan çıkan Türk kökenli liderler, sivil toplum kuruluşları ve dijital girişimciler, dünya çapında tanınır hale geldi. Bu durum, Türklerin yalnızca Avrupa ile sınırlı kalmayan, çok daha geniş bir kültürel ve ekonomik etkiye sahip olduğunu gösteriyor.
Avrupa Türklerinin hikâyesi, sadece göçmenliğin değil, kültürel zenginleşmenin, dayanışmanın ve birlikte büyümenin hikâyesidir. Bu hikâye, Avrupa ile Türkiye arasında geçmişte başlayan tarihi bir bağın, modern çağda kültürel ve ekonomik bir köprüye dönüşmesinin göstergesidir. Avrupa Türkleri, yalnızca geçmişlerinden değil, yarattıkları yeni değerlerden de gurur duyarak, bu hikâyeyi nesiller boyunca yazmaya devam edeceklerdir.
IRKÇILIK VE ÖNYARGILARLA YÜZLEŞMEK
Irkçılık ve yabancı düşmanlığı, yalnızca hedef aldığı gruplara değil, tüm toplumlara zarar veren bir anlayıştır. Bugün Avrupa Türkleri, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi alanlarda ortaya koydukları başarılarla, önyargılarla oluşturulan her türlü klişeyi çürüten bir topluluktur. Ancak bu başarıları görmezden gelmek, yalnızca gerçeklerden uzaklaşmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun bütünlüğüne zarar verir.
Türkler, Avrupa’nın ekonomisine ve kültürüne sayısız katkı yapmıştır. Yüzbinlerce Türk girişimci, istihdam sağlayarak yerel ekonomilere güç katmıştır. Bilim insanları, mühendisler ve akademisyenler, Avrupa’nın teknolojik ve bilimsel ilerlemesine destek olmuş, kültürel alanda sanatçılar ve sporcular büyük başarılara imza atmıştır.
Karsu Tarkan Azra Akın Hadise Kubat M.Uzelli
Ancak tüm bu gerçekler karşısında, ayrımcılığı körükleyenlerin ısrarla bu katkıları yok sayması veya küçümsemesi, yalnızca önyargının bir göstergesidir. İnsanlar, etnik kökenlerinden veya inançlarından dolayı değil, yaptıklarıyla ve topluma sağladıkları katkılarla değerlendirilmelidir. Avrupa Türkleri, üretken, çalışkan ve toplumsal uyumu destekleyen bir topluluk olarak bu anlayışa en iyi örnektir.
Irkçılık, toplumları bölmekle kalmaz, bireylerin potansiyelini sınırlayarak ilerlemeyi de engeller. Türklerin Avrupa’da elde ettiği başarılar, fırsat verildiğinde herkesin toplumun gelişimine nasıl katkı sağlayabileceğinin kanıtıdır. Bu nedenle, farklılıkları bir tehdit olarak değil, bir zenginlik olarak görmek gerekir. Irkçılığın yerini dayanışma, önyargının yerini bilgi ve empati almalıdır.
Sonuç olarak, Türkler veya diğer göçmen topluluklar hakkındaki önyargılar, tarihsel bağlamdan ve somut gerçeklerden kopuk birer yanılgıdır. Bu yanılgılarla yüzleşmek ve önyargılardan arınmak, yalnızca Türkler için değil, herkes için daha adil, daha güçlü ve daha birleşik bir Avrupa’nın anahtarıdır.
ZAYIFLIĞIN MASKESİ: IRKÇILIK
Irkçılık, sadece hedef aldığı gruplara değil, savunanların da ahlâki ve entelektüel zayıflığını gözler önüne serer. Türklerin Avrupa’daki varlığı ve başarıları, bu zayıflığı her gün daha görünür hale getiriyor. Çünkü, Türkler sadece Avrupa’ya gelmekle kalmadılar, Avrupa’nın bir parçası oldular. Ekonomiye, kültüre, bilime ve siyasete değer katarken, önyargıları yıkan bir tarih yazdılar.
Irkçılar genellikle “biz” ve “onlar” diye bir ayrım yaratmaya çalışır. Ancak bu ayrım, Türklerin Avrupa’daki somut katkıları karşısında çökmeye mahkûmdur. Bugün Avrupa’daki Türk girişimciler, yüzbinlerce kişiye istihdam sağlıyor. İşsiz kalmış ve umutsuz olan pek çok kişinin hayatını değiştiren bu insanlar, aynı zamanda Avrupa’nın ekonomik dinamiklerini güçlendiren bir motor işlevi görüyor. Bilim insanlarımız, salgınlara çözüm buluyor; sanatçılarımız, kültürün sınırlarını genişletiyor; siyasetçilerimiz, demokrasiye katkı sunuyor.
TARİH TERSİNE ÇEVRİLEMEZ
Türklerin Avrupa’daki varlığı, bir iki nesille sınırlı değil, yüzyılların ötesine dayanıyor. Orta Çağ’da başlayan bu ilişki, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkanlar’da, İtalya’da ve Batı Avrupa’da derinleşti. Daha sonra, 20. yüzyılda misafir işçi olarak gelen Türkler, o dönemki Avrupa’nın savaş sonrası ekonomisini canlandırdı. Sormak lâzım ırkçılara: “Fabrikalarınızda gece gündüz çalışan, en ağır işleri üstlenen, ama yine de sesini çıkarmayan o misafir işçiler kimdi?” Türklerdi tabii.
Bugün, o misafir işçilerin torunları artık sadece iş gücüyle değil, fikirleri, yaratıcılıkları ve liderlikleriyle Avrupa’nın temel taşlarından biri. Irkçılar bu gerçeği inkâr etmek istiyor, çünkü bu gerçek onların kurmaya çalıştığı nefret temelli dünyaya uymuyor. Irkçılara sesleniyorum: “Ne yaparsanız yapın, bu tarihi tersine çeviremezsiniz.”
Türklere yönelik önyargılar, sadece haksız değil, aynı zamanda aptalcadır. “Türkler sadece misafir işçidir” diyenler, milyonlarca Türkün Avrupa’nın sanayisinden teknolojiye, akademiden sanata her alanda nasıl devrim yarattığını görmezden geliyor. “Türkler topluma uyum sağlayamaz” diyenler, Türklerin Avrupa’daki ikinci ve üçüncü kuşaklarının eğitimde ve siyasette ne kadar ilerlediğini reddediyor.
Irkçılara şunları da söylemek lâzım: “Eğer bir toplumda ayrımcılığı körüklerseniz, sadece hedef aldığınız grubun değil, tüm toplumun zarar görmesine neden olursunuz. Bugün Avrupa’nın pek çok şehrinde Türkler, toplumun entegrasyonu için köprü görevi görüyor. Çok kültürlü mahallelerde ticaret yapıyor, yerel yönetimlerde görev alıyor ve herkesin faydasına olan projeler üretiyor. Bu katkıları görmeyip hâlâ “öteki” yaratmaya çalışıyorsanız, gözlüklerinizi değiştirmeniz gerekiyor. Çünkü bu önyargılar, gerçeği görmenizi engelliyor.”
KORKULARININ ARKASINA SIĞINANLAR
Irkçılık, korkunun ve cehaletin bir maskesidir. Irkçılar, Türklerin başarısından korkuyor. Çünkü bu başarı, onların “üstünlük” masalını çürütüyor. Irkçılara şöyle seslenmek lâzım: “Korkunun yerine bilgelik, cehaletin yerine bilgi koymadığınız sürece, bu nefret sizi zayıflatmaya devam edecek. Şunu unutmayın: Türkler, Avrupa’nın her alanında kendilerini kanıtlamış bir topluluktur. Bizim hikâyemiz, yalnızca bir göç hikâyesi değil; aynı zamanda azim, başarı ve katkının hikâyesidir. Biz buradayız, buradaydık ve burada olmaya devam edeceğiz. Irkçılıkla zaman kaybetmek yerine, birlikte çalışmayı ve birlikte başarmayı öğrenmelisiniz. Eğer gerçekten ilerlemek istiyorsanız, bölmek yerine birleştirin. Türkler, Avrupa’da bir tehdit değil, bir zenginliktir. Biz, bulunduğumuz toplumlara her zaman daha iyisini sunmayı hedefledik ve hedeflemeye devam edeceğiz. Siz ise bu zenginliği göremeyecek kadar körsünüz. Ancak körlük, gerçeği değiştirmez. Irkçılık, nefreti büyütür; sevgi ve dayanışma ise toplumları yükseltir.Sonuç olarak, eğer geçmişten ve bugünden bir şey öğrenmek istiyorsanız, Türklerin Avrupa’daki hikâyesine bakın. Bu hikâye, kararlılığın, çalışkanlığın ve katkının bir öyküsüdür. Irkçılık ise bunun karşısında sadece zayıf bir direniştir ve bu direnişin yıkılması kaçınılmazdır.”
TÜRKLER ASIRLAR ÖNCESİNDE DE GÖÇÜ SEÇMİŞTİ
Türkler, tarih boyunca göçebe bir yaşam tarzı benimseyerek farklı coğrafyalara yayılan ve bu süreçte önemli medeniyetlere öncülük eden bir topluluktur. Orta Asya’dan başlayan göç dalgalarının Avrupa’ya uzanması, Türklerin tarih sahnesindeki sürekli hareketliliğinin bir göstergesidir. Ancak, Türklerin tarihi bu göçlerle sınırlı değildir; kökenleri çok daha derinlere, Mezopotamya’ya, hatta son buzul devrinin sona ermesiyle kaybolan Atlantis Ovası’na kadar uzanmaktadır.
Anlatılanlara göre, Orta Asya, Türkler için bir “ana yurt” değil, bir “ara yurt” olmuştur. Buzul çağında Basra-Hürmüz Ovası’ndan kuzeye göç eden atalarımız, Orta Asya’da bir iç denizin oluşmasıyla bu bölgede yerleşmiş, ancak bu gölün kurumasıyla yeniden göç etmek zorunda kalmışlardır. Sümerler ile Türklerin dilsel ve kültürel akrabalıkları, bu göçlerin yalnızca coğrafi değil, medeniyetler arası bir bağ oluşturduğunu da göstermektedir.
Avrupa’daki Türk varlığı, hem Hunlar gibi erken dönemdeki göçebe Türk topluluklarının etkisiyle, hem de Osmanlı ve daha sonra yaşanan misafir işçi hareketleriyle şekillenmiştir. Avrupa’da yaşayan milyonlarca Türk, tarih boyunca göç ve medeniyet arasındaki köprüyü oluşturan bu uzun ve karmaşık sürecin günümüzdeki devamıdır.
Türklerin tarih boyunca bir medeniyet taşıyıcısı olarak rol oynaması, göçlerin salt yer değiştirme hareketleri değil, aynı zamanda kültür ve bilgi aktarımı süreci olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Orta Asya’dan Avrupa’ya, Mezopotamya’dan Anadolu’ya uzanan bu tarih, Türklerin evrensel bir mirasın parçası olduğunun en güçlü kanıtıdır.
Türklerin göçebe yaşamı sadece bir hayatta kalma stratejisi değil, aynı zamanda bilgi, kültür ve medeniyet taşıyıcılığı açısından büyük bir tarihsel öneme sahiptir. Türk topluluklarının hareketleri, bir yandan yeni yerlerde uygarlıkların temellerini atarken, diğer yandan yerel halklarla kültürel alışverişi mümkün kılmış ve böylece insanlık tarihine büyük katkılar sağlamıştır.
Atlantis Ovası’ndan başlayan, Orta Asya’da şekillenen ve Mezopotamya ile Anadolu’ya yayılan Türk tarihi, Sümerler, Hurriler, Hititler, Urartular, ve Etrüskler (TRT BELGESEL için Etrüskler’i İtalya’da görüntülemiştim. Yazımın en sonundaki linke tıklarsanız röportajı izleyebilirsiniz) gibi, eklerle anlam kazanan diller konuşan medeniyetlerle olan ilişkilerinde kendini göstermektedir. Bu tarihsel bağlar, yalnızca dilsel benzerliklerle sınırlı kalmamış, aynı zamanda Türklerin geniş coğrafyalarda teknoloji, tarım, yazı ve diğer kültürel unsurları taşıyıp yaymasına olanak tanımıştır.
Avrupa’ya Türk göçleri ise tarih boyunca çok yönlü bir etkide bulunmuştur. İlk olarak Hunlar ve Avarlar gibi topluluklar Batı Roma İmparatorluğu’nun çözülüşünde rol oynarken, Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişi Avrupa’nın siyasi, ekonomik ve kültürel yapısını şekillendirmiştir. Daha yakın dönemde misafir işçi hareketiyle Avrupa’ya gelen Türkler, hem iş gücü piyasasında hem de kültürel zenginlik açısından önemli katkılar sağlamış, yerleştikleri bölgelerde kalıcı bir iz bırakmıştır.
Türklerin tarih boyunca göç ettikleri bölgelerde sadece birer misafir olmadığını, yerleştikleri topraklarda kalıcı eserler bıraktığını unutmamak gerekir. Anadolu’daki Göbekli Tepe gibi insanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri olan yapılar, Türklerin atalarının yüksek bir medeniyet bilinciyle hareket ettiğinin en somut kanıtıdır. Bu da Türklerin tarihi boyunca yalnızca yer değiştiren bir topluluk değil, aynı zamanda uygarlık kuran ve geleceğe yön veren bir toplum olduğunu gösterir.
Sonuç olarak, Türklerin göç tarihi, yalnızca bir halkın değil, insanlığın ortak tarihine ışık tutmaktadır. Avrupa’da ve diğer coğrafyalarda yaşayan Türkler, bu kadim kültürün temsilcileri olarak geçmişten günümüze bir köprü vazifesi görmektedir. Türklerin göçlerinin yalnızca fiziki bir hareket değil, aynı zamanda kültürel bir yayılım ve dönüşüm süreci olduğunu anlamak, bu büyük tarihsel serüveni daha doğru yorumlamamıza yardımcı olacaktır.
TRT Röportajında Entrüskleri izlemek için aşağıdaki fotoğraf link,ne tıklayınız:
*********************
İLHAN KARAÇAY SCHRIJFT HET VERHAAL VAN DE MIGRATIE VAN TURKEN, DIE EEUWEN GELEDEN BEGON EN ZICH IN EUROPA VOORTZET…
De migratie van Turken uit Azië creëerde een bevolking van 50 miljoen in de Balkan en West-Europa.
Overal waar Turken zich vestigden, behaalden ze succes, maar desondanks werden ze vaak met argwaan bekeken door de racistische lokale bevolking.
Van verhalen over traditionele immigranten tot die van Turkse pioniers die met BioNTech COVID-19 bestreden: dit is het verhaal van de Turken in Europa.
Hier is een verhaal dat ik met jullie wil delen, een verhaal dat eeuwen geleden begon en tot op de dag van vandaag voortduurt.
Laten we beginnen met de migratie naar Europa: De Turkse bevolking in Europa omvat vandaag de dag een gemeenschap van 50 miljoen mensen. Deze gemeenschap varieert van de Europese kant van Turkije en de gevestigde Turkse gemeenschappen op de Balkan tot de arbeidsmigratiegolven naar West-Europa en vluchtelingen uit Turks-sprekende regio’s.
De komst van Turken naar Europa begon met grote migratiestromen uit Centraal-Azië. Volkeren zoals de Avaren, Hunnen en Bulgaren, die Turks spraken, behoorden tot de vroege bewoners van Europa. Tijdens de Seltsjoekse en Ottomaanse periodes werden deze banden verder versterkt. Vooral tijdens het Ottomaanse rijk vestigde zich een aanzienlijke Turkse bevolking op de Balkan. Maar in de 19e en 20e eeuw werden deze gemeenschappen getroffen door oorlogen, gedwongen migraties en bevolkingsuitwisselingen.
In de jaren 60 markeerden arbeidsmigratieovereenkomsten tussen Turkije en West-Europese landen een keerpunt in de demografische en economische aanwezigheid van Turken in Europa. Vooral landen als Duitsland, Nederland, België en Frankrijk ontvingen Turkse arbeiders. De eerste generatie werd gezien als “gastarbeiders” en werkte onder moeilijke omstandigheden, maar latere generaties vestigden zich permanent in deze landen. Vandaag spelen Europese Turken een actieve rol in diverse sectoren, van het bedrijfsleven tot de kunst, van de politiek tot de sport.
KUNST, WETENSCHAP EN MAATSCHAPPELIJKE IMPACT
Mustafa Yücedağ Mesut Özil H.Çalhanoğlu F.Kadıoğlu Orkun Kökçü C.Ünder
Turks-Nederlandse kunstenaars, schrijvers, musici en filmmakers worden wereldwijd geprezen. Auteurs zoals Feridun Zaimoğlu brengen de Turkse identiteit en migratie-ervaring tot leven in de literatuur, terwijl regisseurs zoals Fatih Akın het leven van migranten op het witte doek vertonen. Deze kunstenaars spelen een sleutelrol in het bevorderen van interculturele dialoog en het creëren van empathische verhalen. Bovendien introduceert de jongere generatie via digitale platforms de Turkse cultuur bij een wereldwijd publiek en bereikt zo een bredere gemeenschap.
Turkse vrouwen zijn uitgegroeid tot een belangrijke kracht in de samenleving en economie. Als ondernemers, leraren, zorgverleners, advocaten of kunstenaars spelen ze een actieve rol in zowel de Turkse als de Europese gemeenschappen. Een opgeleide en onafhankelijke generatie maakt een verschil op het gebied van gendergelijkheid en mensenrechten. Sociale ondernemingen onder leiding van vrouwen laten de kracht van solidariteit op indrukwekkende wijze zien.
Turkse academici en wetenschappers zijn actief in vooraanstaande universiteiten en onderzoekscentra in Europa. In vakgebieden zoals geneeskunde, techniek, sociale wetenschappen en technologie behalen Turkse onderzoekers grote successen.
Het meest spraakmakende voorbeeld is zonder twijfel Prof. Dr. Uğur Şahin en Dr. Özlem Türeci, die met BioNTech het COVID-19-vaccin ontwikkelden. Hun baanbrekende werk toont aan dat de Turkse diaspora ook in de wetenschappelijke wereld een wereldwijde impact heeft.
Turken in Europa blijven sterke banden behouden met hun moederland. Via onderwijs, investeringen en culturele projecten leveren ze een belangrijke bijdrage aan Turkije. Elk jaar reizen tienduizenden Turkse Europeanen naar Turkije, wat niet alleen deze banden versterkt, maar ook de economische en culturele interactie tussen beide regio’s bevordert. Investeringen vanuit Europa spelen een cruciale rol in de modernisering en groei van Turkije.
Hoewel er talloze succesverhalen zijn, worden er ook obstakels ervaren, zoals discriminatie, xenofobie en integratieproblemen. Toch blijft de Turkse gemeenschap vastberaden deze uitdagingen te overwinnen. Hun prestaties op het gebied van onderwijs, werkgelegenheid en politiek bieden hoop en inspiratie voor toekomstige generaties. Het versterken van sociaal beleid en het bestrijden van discriminatie bevorderen de integratie en stabiliteit van de gemeenschap.
Turken in Europa ontwikkelen zich niet alleen tot een sterke gemeenschap in hun gastlanden, maar ook tot een invloedrijke diaspora op wereldniveau. Turkse leiders, non-profitorganisaties en digitale ondernemers worden wereldwijd steeds zichtbaarder. Dit onderstreept dat de Turkse gemeenschap veel verder reikt dan Europa en een brede culturele en economische impact heeft.
Het verhaal van de Turkse gemeenschap in Europa is niet alleen een verhaal van migratie, maar ook van culturele verrijking, solidariteit en gezamenlijke groei. Dit verhaal weerspiegelt een historische band tussen Europa en Turkije die, in de moderne tijd, is uitgegroeid tot een brug van culturele en economische samenwerking.
CONFRONTATIE MET RACISME EN VOOROORDELEN
Racisme en xenofobie zijn schadelijk, niet alleen voor de groepen die ze treffen, maar voor de gehele samenleving. Tegenwoordig weerleggen Europese Turken met hun prestaties in de economische, sociale, culturele en politieke sectoren elk stereotype dat voortkomt uit vooroordelen. Het negeren van deze successen betekent niet alleen een gebrek aan realiteitszin, maar ook een ondermijning van de sociale cohesie.
Karsu Tarkan Azra Akın Hadise Kubat M.Uzelli
Turken hebben een onmiskenbare bijdrage geleverd aan de economie en cultuur van Europa. Honderdduizenden Turkse ondernemers versterken de lokale economieën door werkgelegenheid te creëren. Wetenschappers, ingenieurs en academici dragen bij aan de technologische en wetenschappelijke vooruitgang, terwijl kunstenaars en sporters indrukwekkende successen behalen op het culturele podium.
CONFRONTATIE MET DISCRIMINATIE EN DE KRACHT VAN DIVERSITEIT
Ondanks al deze feiten blijven degenen die discriminatie aanwakkeren, de bijdragen van de Turkse gemeenschap negeren of bagatelliseren. Dit is niets anders dan een weerspiegeling van vooroordelen. Mensen zouden niet beoordeeld moeten worden op hun etnische afkomst of geloof, maar op wat ze doen en bijdragen aan de samenleving. Europese Turken zijn hiervan een uitstekend voorbeeld: een productieve, hardwerkende gemeenschap die sociale cohesie bevordert.
De successen van Turken in Europa tonen aan dat wanneer mensen kansen krijgen, zij een waardevolle bijdrage kunnen leveren aan de samenleving. Verschillen zouden niet als een bedreiging, maar als een rijkdom moeten worden gezien. Racisme moet plaatsmaken voor solidariteit, en vooroordelen voor kennis en empathie.
Vooroordelen over Turken of andere migranten gemeenschappen zijn vaak losgekoppeld van historische context en feiten. Deze misvattingen confronteren en overwinnen is niet alleen in het belang van Turken, maar van iedereen. Het is de sleutel tot een rechtvaardiger, sterker en meer verenigd Europa.
DE MASKER VAN ZWAKTE: RACISME
Racisme onthult niet alleen de schade aan de groepen die het treft, maar ook de morele en intellectuele zwakte van degenen die het verdedigen. De aanwezigheid en successen van Turken in Europa maken deze zwakte dagelijks zichtbaarder. Want Turken kwamen niet alleen naar Europa, ze werden er een integraal onderdeel van. Ze hebben bijgedragen aan de economie, cultuur, wetenschap en politiek, terwijl ze een geschiedenis schreven die vooroordelen doorbrak.
Racisten proberen vaak een onderscheid te maken tussen “wij” en “zij”. Maar deze tweedeling is gedoemd te mislukken tegenover de tastbare bijdragen van Turken in Europa. Turkse ondernemers bieden werk aan honderdduizenden mensen, veranderen levens van velen en versterken de economische dynamiek van Europa. Onze wetenschappers ontwikkelen oplossingen voor pandemieën, onze kunstenaars verruimen culturele grenzen, en onze politici dragen bij aan de democratie.
GESCHIEDENIS KAN NIET TERUGGEDRAAID WORDEN
De aanwezigheid van Turken in Europa is niet beperkt tot één of twee generaties; het gaat eeuwen terug. Deze relatie begon in de middeleeuwen en verdiepte zich tijdens het Ottomaanse Rijk op de Balkan, in Italië en West-Europa. In de 20e eeuw hielpen Turkse gastarbeiders Europa’s economie herstellen na de oorlog. Racisten zouden moeten worden gevraagd: “Wie werkte dag en nacht in uw fabrieken, deed de zwaarste taken en klaagde nooit?” Het antwoord is duidelijk: Turken.
Vandaag zijn de kleinkinderen van deze gastarbeiders niet alleen arbeidskrachten, maar ook ideeën-, creativiteits- en leiderschapsdragers. Racisten willen deze realiteit ontkennen omdat het niet past in hun wereldbeeld dat is gebaseerd op haat. Maar hoe ze het ook proberen, ze kunnen de geschiedenis niet herschrijven.
Racisme is een masker voor angst en onwetendheid. Racisten zijn bang voor de successen van Turken, omdat die hun “superioriteitsmythe” ontkrachten. Maar deze angst kan alleen worden overwonnen door wijsheid en kennis. Turken hebben zich in alle aspecten van de Europese samenleving bewezen. Ons verhaal is niet alleen een migratieverhaal, maar een verhaal van vastberadenheid, succes en waardevolle bijdragen.
Racisten moeten begrijpen dat als ze discriminatie blijven aanwakkeren, ze niet alleen de groep die ze viseren, maar de hele samenleving schaden. In veel Europese steden fungeren Turken als bruggenbouwers voor integratie. Ze dragen bij aan handel, lokale overheden en gemeenschapsprojecten die iedereen ten goede komen.
Turken vormen geen bedreiging, maar een verrijking voor Europa. Ze hebben altijd gestreefd naar vooruitgang en blijven dat doen. Racisme voedt haat, maar liefde en solidariteit tillen samenlevingen naar grotere hoogten. Wie echt wil leren van het verleden en het heden, moet kijken naar het verhaal van Turken in Europa. Dit verhaal is er een van vastberadenheid, arbeid en bijdrage. Racisme, daarentegen, blijft een zwakke weerstand en zal onvermijdelijk overwonnen worden.
TURKEN KOZEN EEUWEN GELEDEN OOK AL VOOR MIGRATIE
Turken hebben door de geschiedenis heen een nomadische levensstijl aangenomen, verspreid over verschillende geografieën en zo belangrijke beschavingen gecreëerd. De migratiestromen vanuit Centraal-Azië naar Europa zijn een weerspiegeling van de voortdurende beweging van de Turken door de geschiedenis heen. Maar de geschiedenis van de Turken beperkt zich niet tot deze migraties; hun oorsprong reikt veel verder terug, tot aan Mesopotamië en zelfs tot de verzonken Atlantisvlakte aan het einde van de laatste ijstijd.
Volgens overleveringen was Centraal-Azië voor de Turken geen “thuisland” maar een “tussenstation”. Voorouders die tijdens de ijstijd vanuit de vlakte van Basra-Hormuz naar het noorden migreerden, vestigden zich in Centraal-Azië toen daar een binnenzee ontstond. Maar door het opdrogen van dit meer werden ze opnieuw gedwongen te migreren. De linguïstische en culturele verwantschappen tussen de Soemeriërs en de Turken tonen aan dat deze migraties niet alleen geografisch, maar ook beschavingsoverschrijdend waren.
De aanwezigheid van Turken in Europa is gevormd door zowel de invloed van vroege nomadische Turkse gemeenschappen zoals de Hunnen als door de Osmanen en later de gastarbeidersbewegingen. De miljoenen Turken die vandaag in Europa wonen, vormen de moderne voortzetting van dit lange en complexe proces van migratie en beschaving.
De rol van de Turken door de geschiedenis heen als dragers van beschaving laat zien dat migraties niet slechts geografische verplaatsingen zijn, maar ook processen van culturele en kennisoverdracht. Van Centraal-Azië naar Europa, van Mesopotamië naar Anatolië, deze geschiedenis is het sterkste bewijs dat Turken deel uitmaken van een universeel erfgoed.
De nomadische levensstijl van de Turken is niet alleen een overlevingsstrategie geweest, maar ook van groot historisch belang als drager van kennis, cultuur en beschaving. Terwijl Turkse gemeenschappen nieuwe beschavingen vestigden, creëerden ze ook mogelijkheden voor culturele uitwisseling met lokale bevolking en leverden zo een belangrijke bijdrage aan de menselijke geschiedenis.
De geschiedenis van de Turken, die begon in de Atlantisvlakte, zich ontwikkelde in Centraal-Azië en zich verspreidde naar Mesopotamië en Anatolië, komt tot uiting in de verbanden met beschavingen zoals de Soemeriërs, Hurrieten, Hettieten, Urartiërs en Etrusken (voor een documentaire van TRT maakte ik opnames over de Etrusken in Italië; de link naar het interview staat onderaan mijn artikel). Deze historische banden beperken zich niet tot linguïstische overeenkomsten, maar tonen ook hoe de Turken technologie, landbouw, schrift en andere culturele elementen over grote geografieën hebben verspreid.
De migraties van Turken naar Europa hebben door de geschiedenis heen een veelzijdige impact gehad. Enerzijds speelden groepen zoals de Hunnen en Avaren een rol in de ondergang van het West-Romeinse Rijk, anderzijds vormde de opkomst van het Ottomaanse Rijk de politieke, economische en culturele structuur van Europa. In recentere tijden hebben de Turkse gastarbeiders die naar Europa kwamen een blijvende indruk achtergelaten, zowel in de arbeidsmarkt als in culturele verrijking.
Het is belangrijk te benadrukken dat Turken in de regio’s waar ze door de geschiedenis heen migreerden niet slechts gasten waren, maar blijvende nalatenschappen achterlieten. Bouwwerken zoals Göbekli Tepe in Anatolië, een van de oudste nederzettingen in de menselijke geschiedenis, zijn het meest tastbare bewijs van het hoge beschavingsbewustzijn van de voorouders van de Turken. Dit laat zien dat Turken niet alleen een gemeenschap waren die zich verplaatste, maar ook beschavingen stichtten en de toekomst vorm gaven.
De migratiegeschiedenis van de Turken werpt licht op niet alleen de geschiedenis van een volk, maar ook op de gedeelde geschiedenis van de mensheid. Turken die in Europa en andere regio’s wonen, fungeren als vertegenwoordigers van deze oude cultuur en als bruggen tussen verleden en heden. Begrijpen dat de migraties van de Turken niet alleen fysieke bewegingen waren, maar ook culturele verspreidings- en transformatieprocessen, helpt ons deze grote historische reis beter te interpreteren.
TRT Röportajında Entrüskleri izlemek için aşağıdaki fotoğraf link,ne tıklayınız: