1. Haberler
  2. Avrupa
  3. Bulgaristan’da, çaresizlik İçinde, çare aramak!?

Bulgaristan’da, çaresizlik İçinde, çare aramak!?

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

1877-78 Osmanlı Rus Savaşından ve Berlin Konferansı’nda görüşülen en önemli sorunlarından biri Bulgar Prensi seçimi olmuştu. Bulgaristan’ın yeni Prensliği idare edecek şahısın Batının Soylu sülalesinden olup Osmanlı hanedanı tarafından onaylanacaktı. Prens (Knyaz) sadece Bulgarları değil, ülke nüfusunun % 52’sini oluşturan Müslüman Türkleri, Ulahları ve Makedon azınlıkları da yönetecek olan bir devlet kurmak için gönderildiğine göre, naiplerinin bu azınlıkların nüfus içindeki oranına uygun olması doğal ve adil olmaları iyi olurdu. Ne var ki, o zaman bu düşünülmedi. Çok kültürlü bir Bulgar devletinin temellerinin atılması yolu açıktı.
Oysa ortak kültür, müşterek mâzinin ürünüydü. Bir milleti; tarih, sanat, dil ve düşünce sahalarında sahip olduğu millî mirasının gölgesinde gelecek nesillere tanıtıp sevdiren onun kültürüdür. Bulgar iktidarı, ana unsur Bulgarlarla azınlık topluluklarını bağlayacak harcı o zaman bulabilseydi, bugün dizini dövmezdi. Millî kültür ait olduğu toplumun fertlerini ayakta tutan, birbirine bağlayan, millet olma şuuruna yükselten harçtır. Millî kültür, insana şahsiyet kazandırır. Bu yapılamadığı için günümüzde kimlik kavgalarımız devam ediyor. Bilgi, inanç, ahlâk ve geleneklere bağlılık insan şahsiyetini teşkil eden kültür unsurlarıdır.
Gerek Berlin Antlaşmasında (1878) gerekse bir yıl sonra onaylanan Bulgar Prensliği Anayasasında, Bulgaristan’da Türk-Müslüman kimliğine, yaşam tarzına, onların örgütlenmesine ve temsili şekline yer verilmedi. Türkler, Bulgar Prensliğine, yerel devlet idarecisinde muhtarlar, dini görevlerde imamlar ve kamuoyunda seçkinler tarafından temsil olma geleneğiyle katılırken kenarda kaldılar. Geleneksel hiyerarşik yapıları yıkılınca yere serilmişlerdi.
“Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner” ve “Ayarını bozduğunuz kantar, Gün gelir sizi de tartar” hayaline kesin inanmışlardı. Tası tarağı toplayıp göç edenler, Büyük Savaşla başlayan kendi kendine gelişen gidişin 142 yıl süreceğini akıl ucundan bile geçirmiyorlardı. Bulgar hükümetlerinin ise, akan seli durdurmaya hiç mi hiç niyeti yoktu.
Sökülmeyi durdurup iç dinamitlerde denge ve düzen sağlayarak Bulgar devlet kuruculuğuna katılma görüşü henüz doğmamıştı. Fakat her şeye rağmen Bulgaristan’da Müslüman topluluğunun dini öncüsünü seçmek için ilk hamle 29 Mart 1879’da yapıldı. Müftülerin müftüsü olarak müftü Hafız Sadullah Efendi seçildi. Bulgaristan Prensliği, 10 eyalet müftülüğüne bölündü: Sofya, Köstendil, Vidin, Vraca (Vratsa), Plevne, Tırnova, Rusçuk, Şumnu, Silistre ve Varna müftüleri de görev başına seçimle geldiler. (Bu arada Burgaz-Бургас, Hasköy-Хасково, Kırca Ali-Кърджали, Tatar Pazarcığı-Пазарджик, Filibe-Пловдив, İslimiye-Сливен, Eski Zara-Стара Загора ve Yanbolu-Ямбол bu Prensliğin dışındaydı) Bulgaristan Müslümanlarının dikey örgütlenme yolunda ilk adımları demokratik usule uygun başladı.
Bulgar Prensliğinde Türklerin-Müslümanların örgütlü dini yaşamı böyle başlamış oldu. Bulgar Prensliği Osmanlı devletine bağımlıydı. Osmanlı Hanedanına vergi ödüyordu. Bulgaristan’da Müslümanların dini yönetimi ise İstanbul’daki Şeyhülislam’a bağlıydı. Dolayısıyla Bulgaristan Müslümanlarının başı Şeyhülislam’dı.
Öyle olsa da, Müslümanları başıboş bırakmak istemeyen Bulgar iktidar daha 1880’de bazı müftülere maaş vermeyi kabul etti. Politik partiler de müftü seçtirme ya da seçim sonuçları ne olursa olsun istedikleri hocayı müftü yapma yolunda dizginleri elle aldı. Bulgarların hedeflerinde Bulgaristan’da kalan Müslümanları Osmanlı devletinden koparmak düşüncesi vardı.
1885’te Bulgar Prensliği Doğu Rumeli’yi ilhak etti.
Müftülük teşkilat yapısı, görevleri ve finansmanı değişti. Prensliğin Dış İşleri ve Adalet Bakanlığı olaya el attı.
14 maddelik bir Geçici Talimatname hazırladı.
Din işlerinde yetkiyi, seçme ve atama işlerini İstanbul’dan koparmayı denedi. Talimatnamede, Cemaat-ı İslamiyeler, müftü vekilleri, il müftüleri ve Baş müftülük elinde toplamayı hedefliyordu. Din görevlileri maaşlarını Sofya’dan alacaktı. Yeni gelişmeler İstanbul ile Sofya arasında sert tartışmalara neden olurken, çöküş dönemi yaşayan Osmanlı devleti Bulgaristan Müslümanları lehinde yeni kazanımlar elde edemedi. Bulgaristan’da Müslümanlara karşı baskı ve zulüm tırmandı.
Prens Ferdinand diktatörlüğü seçti.
Adil seçim sonuçlarını, geleneksel demokratik dini yönetim yapısını hiçe sayarak, müftü ve müftü vekillerinin keyfi atamalara başlandı.
1895 yılına kadar Prenslikte Başmüftülük makamı olmadığı gibi, Bulgaristan Müslümanlarının milli dini önderi de yoktu.
Büyük bozgun ve yağmadan sonra yaraları sarılamayan Bulgaristan Türklüğü, Osmanlı Türkü bilinciyle, geleneklere sıkı bağlılık içinde ve her şey mutlaka geri dönecek umuduyla gününü gün ediyordu.
Egemen ve yöneten millet statüsünü kaybedenlerin hukuksal değişiklerin farkına varabilmesi zor oldu. Yeni durumu kabul edilmek istenmeyenlerde ikilik belirtileri yeşerdi. Rus işgalinde, Alman asıllı bir prens tarafından yönetilen ülkede vatandaşlık ve etnik azınlığa mensubiyet bilinci yenir yutulur gibi değildi. Türklerde bedenim burada, ruhum ötede inancı oluştu. Önce Osmanlı’ya, dolayısıyla Türkiye’ye cankurtaran simidi, her derde deva vatan umudu gönüllere doldu. Bu oluşumda etnik köken, anadil ve din çok önemliydi. Ata topraklarında yaşıyorlardı. Bu bilincin netleşmesinden “Bulgaristan vatandaşı Türk” sentezi doğacaktı.
Osmanlı devletinin himayesinde, büyük devletlerin gözetiminde, geleneklere uygun akan bir hayat ortamında henüz Baş müftülüğünü, politik partilerini, sivil toplum örgütlerini kuramamış olan Bulgaristan Türklerinin XIX. Yüzyılın sonunda ve XX. yüzyılın başında kendi içlerinden bir lider yükseltmeleri davasında buluşmalarını, 1925 yılına kadar 3 aşamada ele alabiliriz:

  1. Statüsüz Prenslik yılları.
  2. İkili Anlaşmalarla belirlenmiş Çarlık ve savaş yılları.
  3. Neuilly Anlaşmasıyla biçimlenen azınlık statüsü.

Ağır yıkım ve yağma yılları olarak karakterize edebileceğimiz birinci aşama (1879-1908) dönemini kapsar. Bu 30 yılda Bulgaristan Müslümanları canlanıp toparlanma ve dirilme yolunda bazı olumlu adımlar atabilmişlerdir. Bir defa, vakıf mallarına yeniden sahip olup onları işletmeye başlamışlardır. İkincisi de, Osmanlıdan kalan toplam 1700 özel okuldan 1243 ilkokulda 1404 öğretmen ve 69 936 öğrenciyi eğitilmeye başlamıştır. Bunun yanında Kuran kursları ve 20 medresede dini eğitim de örgütlenmiştir.
Olağan üstü kıtlık ve fakirlik yılları.
Bunların dışında, o zamanın olağanüstü kıtlık ve fakirlik koşullarında Türk çocuklar 7-si 3 sınıflı, 8-i de 4 sınıflı toplam 15 ortaokulda da 533 öğrenci olarak 53 öğretmen tarafından eğitim görmüştür. Öğretmenler milli aydınlanma davasını örgütlü başlatma konularını “Muvazene”, “Şark”, “Rumeli ve “Uhuvvet” gibi gazetelerde işlemiş, 1906’da 20 katılımcıyla Şumnu’da (Şumen) ilk Öğretmenler Kongresi toplanmıştır. Kongrede, “Bulgaristan Muallimin-i İslamiye Cemiyeti” kurulmuş, Rusçuklu Tahir Lütfi başkan seçilmiştir. Bulgaristan Türk aydınlarının örgütlenme yolunda ilk adımı böyle atılırken, ikinci Kongre Rusçuk’ta 1907’de toplanmıştır.
Aydınlanma davamızın başına geçen öğretmenler II. Kongrede, Okul programları, ders kitapları ve okul müfredatı gibi konuları tartışmıştır.
Öğretmenlerimiz, il merkezlerindeki camilere bağlı kütüphanelerin ve okuma salonlarının açılmasından da belirleyici rol oynamışlardır. Onlar kütüphanelerdeki eserlerde halk belleğimizi görüyordu. Okuma odalarında konferanslar düzenleniyordu.
O yıllarda ders ve edebiyat kitapları Türkiye’den getiriliyordu. Rusçuk Valiliğinde (1864) açılan ilk basım evi yeniden çalışmaya başladı. Yeni ders kitapları orada basılmaya başlandı. “Çekidüzen” adlı ilkokullara mahsus gramer kitabını, “El Ulağı” adlı öğretmen kılavuzunu ve “Usül-i Saftiye” adlı alfabe kitabını vb öğretmenlerimiz kendi çabaları ile yazıp yayınladılar. Sofya, Filibe, Varna, Rusçuk, Şumen ve Rahova gibi yerlerde Türk matbaaları açıldı. Aydınlanma davamız yeni bir aşamaya taşındı. Ö dönem burada yaşayan aydınların kendi imkânları ile 48 Türkçe gazete, dergi ve edebi eserler bu matbaalarda basıldı ve halka ulaştı.
Bulgaristan Türklerinin ruhunu ve gök kubbesini çizen Aliosman Ayrantok, Mehmet Con, İzzet Dinç, Mustafa Şereif Alyanak, Muharrem Yumuk, Mehmet Behçet Perim vb yazar, şair ve gazeteciler Prenslik döneminde halkın gönlüne ışık eden öncü aydınlarımızdır.
Okullarda ve okul dışında amatör sanatın gelişmesi de bu birikimin sonucudur. Sahnelen piyesler, yeni ruhlu türküler ve aydınların katıldığı şiir geceleri Türk ahalisinin daha iyi bir hayat ve özgürlük mücadelesine can suyu vermiştir.
Prenslik yıllarında Bulgaristan Türkleri yayınladıkları gazetelerde milli Türk benliği ve kültürü uyandırarak yeni ruhta eğitim öğretim davasına hizmet etmiştir. Türk gençlerde milli Türk bilinci yeşermiş ve dallanmıştır. Gazete sayfalarından Bulgar yasalarına uymadan,
Osmanlı yasalarına bağlı kalma şuuru oluşmuştur. Bu yaklaşım sonucu yaklaşık 30 yıl Türk okullarında Bulgarca ders okutulmamış, seçimlerde de oy pusulaları Türkçe doldurulmuştur. Bu gerçekliğin özünde, Bulgaristan Türklerinin Anadolu Türklüğü ve Türk Dünyasından oluşturucu bir unsur olduğu, aynı kökten, kültür ve tarihten geldiği ve aynı temel değerleri paylaştığı vardı.
Görüldüğü üzere Prenslik döneminde Bulgaristan Türkleri kendi dini ve sivil liderini yetiştirememiş, fakat Bulgaristanlı Türk kimliğimizin tohumlarını toprağı ekmiştir.
İkili Anlaşmalarla belirlenmiş Çarlık ve savaş yılları.
1908’de bağımsızlık ve Çarlık ilan edilen Bulgarlar Osmanlı devleti tarafından tanındı. Osmanlı devletinden bağımlılığı koparma anlamına gelen bu adım Bulgaristan Türklerinde yeni beklentiler uyandırdı.
19 Nisan 1909 tarihinde İstanbul’da imzalanan Osmanlı devleti – Bulgar Çarlığı anlaşmasına Bulgaristan Türklerinin azınlık haklarıyla ilgili bir Protokol eklendi. Bununla Türklerin hak ve özgürlüklerine saygı ifade edilirken, Bulgaristan Çarlığı Baş müftüsüne hem dini lider hem de Müslüman topluluğun eğitim meselelerinin sorumluluğu yüklendi. Şumnu’da NÜVVAB dini yeni bir okulun açılması kararlaştırıldı.
Bulgaristan Türklerinin ilk resmi Liderleri.
8 Aralık 1910’da Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülüğü kuruldu.
 Birinci Başmüftü Hocazade Mehmet Muhyyiddin Efendi seçildi. 5 yıl bu görevde kalan Mehmet Efendi Bulgaristan resmî makamları nezdinde kişiliğini ve makamın itibarını hep önde tuttu. Bu yıllarda Osmanlı Devleti’nin Sofya askerî ataşesi olan Mustafa Kemal’in bayram kutlaması için kendisini makamında ziyaret ettiği de bilinmektedir. Müslümanlar ilk kez devlet katlarında bir Başmüftü tarafından resmen temsil edildiler.
Ne yazık ki, Çarlık İstanbul Protokolünü eksiksiz uygulamadı. Aynı yıl kabul ettiği Yeni Eğitim Yasasına “Özel Okullar Bölümü” ekleyerek, Türk okullarını Eğitim Bakanlığı ile hükumet kontrolüne aldı. Türkiye’den gelen öğretmenleri atamadı. Türkiye’den kitap getirilmesini yasakladı. Türk okulları mevzuatına Tarih ve Coğrafya derslerinin Bulgarca okutulması dayatıldı. Türk okullarında öğretmen maaşları ve devletin sağladığı okul harcamaları Bulgar okullarına kıyasla 12 defa daha azdı.
İstanbul Protokolüne rağmen, Bulgaristan Türkleri okullarda Türklük çemberini daraltılmasından rahatsızdı. 1892-1910 yılları arasında 65 bin Türk göç etti. Yoksulluktan doğan engeller yüzünden 1910’da Türk nüfus erkeklerde % 9, kadınlarda ise % 3 oranında okuryazardı.
Osmanlı topraklarından yeni parçalar koparmak, Büyük Bulgaristan kurmak ve hatta İstanbul’a girip Bizans İmparatoru koltuğuna oturup tacını giyme havalarına giren Prens Ferdinand, Bulgaristan’ı savaş serüvenine iterken Yunan, Karadağ, Sırp ve Romenlerle ortaklık kurdu. Rus silahlarıyla donatılan Bulgar ordusu 15 Ekim 1912’de Osmanlı devletine saldırdı. 16 ile 60 yaş arası Bulgaristan Türk erkekler cephe gerisinde ordu hizmetine alındı. Bulgar askeri Çatalca’ya kadar inse de, Osmanlı mirasını paylaşma konusunda aralarında anlaşamayan saldırganlar İkinci Balkan Savaşı adıyla bilinen “Müttefikler Arası Savaş” başlattı. Bu savaşta, 165.788 Türk nüfuslu Güney Dobruca’yı ve bazı başka topraklar kaybeden Bulgar Çarlığı, Batı Trakya ve Rodoplar’da sırf Türklerin yaşadığı 8 kazayı topraklarına katmayı başardı: % 95.7’si Türk olan Kırca Ali, nüfusunun % 94’ü Türk olan Koşukavak (Krumovgrad), nüfusunun % 98.7’si Türk olan Mestanlı (Momçilgrad), nüfusunun % 98.3’ü Türk olan Eğiridere (Ardino), nüfusunun % 95.1’i Türk olan Darıdere (Zlatograd), nüfusunun % 92.9’u Türk olan Dövlen (Devin), nüfusunun % 54.1’i Türk olan Paşmaklı (Smolyan), nüfusunun % 43.0’ü Türk olan Nevrekop (Gotse Delçev), nüfusunun % 13.1’i Türk olan Ortaköy (İvaylovgrad) Bulgar Çarlığına katıldı. Yeni topraklarda 175 bin Türk ve Pomak yaşıyordu, toplam 857 okulu vardı. 1878’de 63 bin km üzerine kurulan Prenslik 1913’te 103 bin km karelik bir Çarlık oldu. 1913’te Bulgaristan Müslümanlarının statüsüyle ilgili yeni bir Protokol imzalandı.
Birinci ve ikinci Balkan Savaşlarında düşman olan Bulgaristan ve Osmanlı devleti Birinci Dünya Savaşında aynı cephede savaştı.
Birinci Dünya Savaşında resmi Bulgar ordusuna alınarak hem Makedonya ve Romanya cephelerinde savaşa sürülen, hem de Osmanlı Ordusuna katılarak Kafkas Cephesine gönderilen Bulgaristan Türkleri kahramanlıklar gösterdiler. Makedonya ve Romanya cephesinde 9 604 Bulgaristan Türkü şehit düştü. Osmanlı Ordusuna verilen 50 bin yedek askerden hiç biri geri dönmedi. Bununla birlikte Şeyhülislam’ın Cıhad-ı Ekber Beyannamesi yayınlamasıyla 10 binden fazla Bulgaristanlı Müslüman genç de Çanakkale cephesinde siperlerde şehit oldu. Kısacası, Bulgaristan Türkleri bu 3 savaşta 20 binin üzerinde şehit vermiştir.
Savaşların patlak vermesiyle Bulgar yönetimi askeri rejime geçti.
Türk aileler orduya yalnız erkeklerini değil, eşeklerini ve öküzlerini de verdi. Tarlalar nadasız kaldı, köylere açlık bastı. 1915-1920 yılları arasında “Kaymakamlar İdaresi” uygulandı. Sosyal ve kültürel hayat, eğitim etkinlikleri söndü. Yeni kurulan Başmüftülük Trakya ve Güney Doğu Rodoplar’daki 8 Müslüman encümenlikte dini yapılanmayı tamamladı.
XIX. yüzyıl boyunca Osmanlı Padişahına ve Türklere hor bakıp bıçak bileyen Bulgarlar Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı orduları ve Bulgaristan Türkleriyle aynı siperlerde omuz omuza çarpıştı. Ne yazık ki, bu kader birliğinden ortak Vatan ve kardeşlik ülküsü yine de pekişmedi. Vatan uğruna kanını döken Türk gençlerden Bulgar ordusunda subay alayları oluşmadı. Ortak anıtlarda Türk ve Bulgar şehitlerin isimleri yan yana yazılmadı, hala yazılamıyor.
Neuilly Anlaşmasıyla biçimlenen azınlık statüsü.
27 Kasım 1919 tarihinde Paris yakınlarındaki Neuilly/Nöyi kasabasında Bulgaristan Birinci Dünya Savaşında yenildiğini ve savaşın da sona erdiğini bir anlaşmayla belgeledi. Anlaşmayı Bulgar Halk Çiftçi Partisi BZNS Başkanı ve Başbakan Aleksandır Stanboliyski imzaladı. Bu anlaşmanın içinde “Azınlıkların Korunması” bölümü vardı. Yukarıda işaret ettiğimiz üzere 1909’da 1913’te de Bulgaristan Türklerinin haklarıyla ilgili ikili anlaşma protokolleri imzalanmıştı, fakat savaş vesile edilerek uygulanmadı. Osmanlı devleti ihlal ve olumsuzlukları ancak protesto etmekle yetiniyordu.
Neuilly Anlaşması azınlıkları koruma, hak ve özgürlüklerini verme meselesini Bulgaristan’ın bir iç meselesi olmaktan çıkardı. Birleşmiş Milletler Örgütü himayesine taşıdı. Böylece azınlık haklarına uluslararası teminat oluştu. Bulgaristan, anlaşma hükümlerini “esas yasalar olarak kabul etmek ve uygulamak” zorunluğunu kabul etti. Bu ise Bulgar meclisinin Neuilly Anlaşması maddelerine ters düşen herhangi bir yasayı onaylayamayacağı ve Sofya hükümetinin anlaşmaya ters karar alamayacağı anlamına geliyordu.
Anlaşmanın 50. Maddesinden alıntılar:

  • “ Her Bulgaristan vatandaşı toplumsal nizam ve iyi ahlak kurallarına ters düşmeyen her çeşit din ve inancı, alenen, hem evinde, hem de dışarıda serbestçe ifade hakkına sahiptir.”

Anlaşmanın 51. Maddesinden alıntıdır:

  • “Bulgaristan, ülke topraklarında yaşayan bütün insanları hiçbir formaliteye tabii tutmadan vatandaşlığa alır.”

Anlaşmanın 53. Maddesinden alıntıdır:

  • “Bütün Bulgar vatandaşları kanunlar önünde eşittir. Irkına, diline ve dinine bakılmaksızın her vatandaş vatandaşlık ve siyasal haklardan aynı şekilde yararlanabilirler.
  • Din ve iman farkları, hiçbir Bulgaristan vatandaşına manevi ve siyasi haklardan istifade etmesine, hele de devlet mekanizmasında görev almasına, çeşitli unvanlar ve nişanlarla ödüllendirilmesine, çeşitli meslek ve sanatlar icra etmesine engel olamaz.
  • Bulgar vatandaşlarının genel özel ilişkilerde, gerekse ticaret işlerinde siyasette, dini uygulamalarda, basında veya her hangi bir başka yayında, halka açık toplantılarda istediği dili kullanma hakkını sınırlayıcı hiçbir yasa, karar veya genelge çıkarılamaz.

Anlaşmanın 54. Maddesinden alıntıdır:

  • “Etnik, dinsel ve dinsel azınlıklara mensup olan Bulgaristan vatandaşları öteki Bulgar vatandaşlar gibi ele alınacaklar, aynı hukuki ve gerçek teminatlardan yararlanacaklardır. Azınlıklar ülkenin esas vatandaşlarıyla her bakıma eşittir.

Anlaşmanın 54. Maddesinden alıntıdır:

  • Azınlıklara kendi anadillerinde eğitim ve öğretim görmelerine izin verilir.

Bulgar devleti, anlaşmanın 57. Maddesinde belirtildiği üzere,  Neully Anlaşması hükümlerini Bulgaristan kanunlarının üzerinde tutacağına vaat etmiştir.
Anlaşma 1919 seçimlerini kazanan, Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi Başkanı ve daha sonra Başbakan olan Aleksandır Stanboliyski anlaşmayı uygulamaya koydu. Müslümanlar BZNS partisine üye oluyorlardı. Bir Bulgar’ın Bulgaristan Türklerine lider olma olanakları belirmişti…
Devam edecek.
El yıkama ve sosyal mesafe kurallarına uyalım.
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, bazı yolların dönüşü, bazı hataların özrü olmuyor. Tüm okuyucularıma sağlıklı günler dilerim.
Paylaşınız.
Rafet Ulutürk yazıyor

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Bulgaristan’da, çaresizlik İçinde, çare aramak!?
Yorum Yap