BUGÜN 17 Ağustos 2020… Yüreğimizi yakıp yıkan 99 Marmara Depremi’nin 21’inci yıl dönümü… Resmi kayıtlara göre 23 bin insanımızı kara toprağın bağrına verdik. Allah her birine gani gani rahmet eylesin… Mekânları Cennet olsun inşallah…
Sizlere anlatacağım Esma’yı işte o günlerde tanıdım. Ben de bu depremi Sakarya’da atlatanlardanım. Senelik iznimi kullanmak üzere, baba toprağı Akyazı’daydım. 19 Ağustos’un sabahında, çalışmakta olduğum gazetem Yenişafak’tan bir telefon geldi;
“Sen oraları iyi biliyorsun, bize acilen bölgeden birkaç resim gönder!”
Bu sebeple, depremin daha şiddetli yaşandığı İzmit ve Gölcük bölgesine gittik bir arkadaşımla… Her binadan canhıraş bir ses yükseliyordu. Yıkılan binalar, feryatlar, figanlar; sağ kalıp, dışarıya koşan, yıkılan dev binaların altında kalan yakınlarını kurtarmaya çalışan insanların telaşı hâlâ kulaklarımda…
Arslan yürekli Esma’yı da bu yıkıntılar arasında bulduk. Kolonun altından yalnızca yüzünün bir kısmı görünüyordu. Koştuk yanı başına, önce meslek gereği birkaç resim çektik, sonra deklanşörü bir kenara fırlatıp 5-6 yaşlarındaki Esma’cığı kurtarmanın yollarını aradık…
Fakat Esma, “Kurtarmayın beni amca!” diyor ve ekliyordu;
“Zaten annem de ses vermiyor. Artık yaşamasam da olur!”
Esma’nın bu sözleri karşısında tüylerim ürperdi, gözlerimden yaşlar süzüldü; belli etmemek için başımı döndüm kısa bir süre için; gözyaşlarımı sildim…
Hani bir şiir vardı; bam telimize dokunan;
“Ölüm bize ne uzak, ne yakın bize ölüm,
Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm…”
O küçücük yüreğiyle, o tıp tıp atan kalbiyle aynen bunları söylüyordu Arslan Yürekli Esma. Onu, düştüğü bu ümitsizlik kuyusundan kurtarmak için dil döktüm bir süre;
“O nasıl söz güzel kızım, o nasıl söz. Seni de anneni de kurtaracağız. Sakın moralini bozma, her şey düzelecek inşallah…”
Meğerse Esma kolon boşluğunda kalırken, annesi belinden yakalanmış beton kütlesine… Ve bir süre sohbet etmişler Esma ile ancak annesinin acısı dayanılır gibi değilmiş; son anlarında Esma’nın yakınına sokulmasını istemiş;
“Kızım sen ağlama. Birazdan sesimizi duyar ve kurtarırlar bizi. Hele yaklaş bana!”
Ana yüreği işte… Yüzüne, gözlerine doya doya bakmış annesi; çaresizliğini, ölümün acı yüzünü hiç belli etmemiş yavrusuna. Ancak 5 yaşındaki bu Esma, anlamış annesinin soluğunun kesildiğini…
Dağda tilkisi, kurdu, ağaçta kuşu, kartalı, yerde solucanı, börtü böceği nefes alırken; Esma’nın annesi son nefesini çoktan vermiş bile. Ve bunun için ölüme meydan okuyor, “Kurtarmayın beni” diyordu Esma…
Tabii ki, kurtardık…
Çalışmakta olan bir iş makinesini acilen getirdik yıkıntının önüne ve çıkacağı kadar bir toprağı açarak aldık kucağımıza, bastık bağrımıza Esma’yı… Ancak o yaşta bir çocuğun tek tesellisi anne kucağıydı; yapamadık, annesini sağ salim getiremedik yanına.
Sonrası malumunuz; cansız bedenler önce morga, sonra da -doymak bilmez- kara toprağa…
Evet… Aradan tamı tamına 21 yıl geçti… Esma kızımız şimdi 25-26 yaşlarında bir genç kız olmuştur. Okuyup öğretmen mi, akademisyen mi yoksa sağlıkçı mı oldu. Yoksa evlenip çoluk çocuğa mı karıştı bilmiyorum, bilemiyorum.
Onu görmeyi o kadar çok istiyorum ki…
Çık ortaya be Esma kızım; “Ben buradayım, yaşıyorum. Hayatla savaşı kazandım” de be kızım… Gönül telimizi titret, akıttığımız gözyaşları sevince dönsün; bu sevinci bize çok görme be Esma kızım…
Hüsameddin Acar yazıyor
Hüsameddin Acar yazıyor