Yoksa bu anayasa meselesi, sokak gösterilerinin dikkatini “Borisov istifa! Hükumet İstifa! Baş Savcı İstifa!” formülünden başka bir yöne çevirmek için mi hazırlandı?
Bulgaristan gibi tarihi olmayan bir ülkeye 142 yılda 5 yeni anayasa çok diyenler şöyle bir örnek getiriyor.
ABD Anayasası 1787’de kabul edildi. XX. yüzyılda bu anayasanın değiştirilmesi için 10 000 (on bin) öneri sunuldu ve bunlardan yalnızca 27’si kabul gördü.
Anayasayı tanıtan bir basın toplantısı veya anayasa hukukçularının yuvarlak masa toplantısı da yapılmadı, yapılmıyor.
Bu arada Başbakan Borisov’un “re-start” sorununa getirilen değişik yorumlardan biri dikkati çekti. Borisov: “Duruyoruz!” “Tamamen STOP ediyoruz!” ve 2 dakika sonra “Marşa yeniden basıyoruz. Yolunuz açık olsun. Çalan kapandan, soyup saklaya(bile)ndan, dış ülkeye kaçırandan hesap sormak yok!” “Aynen komünist katillerden hesap sorulmadığı gibi” aynı yoldan devam. Sokak ve kamuoyu bu formülü kabul etmiyor. İstifa istekleri aynı şiddetle devam ediyor.
Sosyalist Parti (BSP) başta olmak üzere, muhalefet partileri Büyük Millet Meclisine ve yeni Anayasaya gerek yok dediler ve “İstifa!” isteklerini tekrar ettiler. Parlamento dışı siyasi güçlerden “Evet, Bulgaristan!”, “Demokratik Bulgaristan”, “Var, Böyle bir Halk!”, “Diril! BG” hareketi ve diğer legal siyasi güçler de ayrı ayrı Başbakan Borisov ile Başsavcı İvan Geşev’in istifa isteklerine onlar da katıldılar. Bu biçimsel siyasi cephe üniversiteli ve liseli özellikle Z kuşağı gençleri arasında geniş destek buluyor. Gece yürüyüşlerine miting ve konserlerle renk veriliyor.
Fakat 43. Gece gösterileri “sol” ve “sağ” olmak üzere ikiye parçalandı. Sağ güçler Yüce Millet Meclisi isteklerine katılırken, sol cephe bu konuda susuyor. Sağ güçlerin liderliğine soyunan “Demokratik Bulgaristan!” eş başkanı Hr. İvanov’un hukukçu ekibinin yayınladığı “Adalet Reformu” öneri paketi ile ilgili basında çıkan yorumlarda “BULGARİSTAN’DA HUKUK FİKRİ YOK” başlık oldu. Üzerinde vurgu yapılan şu: “İnsanların savunma hakkı olmalıdır!”
Sokaklardaki süreğen direnişçiler, kavşak, köprü, ana-yol, geçit, tünel ve sınır kapısı kapatanlar da anayasa önerisine “hayır” derken, önce istifa, ardından erken seçim isteklerine kilitlenmiş bulunuyorlar.
GERB’in anayasa önerisinin meclise girmesi ve tartışmaya açılması için 120 oya gerek var. İktidar cephesi oyları bugünkü durumda 116’dır. Olay yine Hak ve Özgürlük oyları için pazarlıklara kapı açtı. Avrupa liberallerinin uşağına dönüşen HÖH Brüksel Milletvekili İlhan Küçüğün arkası olmayan M. Karadayı’nın yerine HÖH Başkanlığına seçilmesi söylentileri de, son gelişmelerle ilintilidir. Her defasında Ahmet Doğan ve Delyan Peevski ikilisinin oligarşi çıkarlarına hizmet eden ve Bulgaristan Türklerinin aleyhinde olan tutucu GERB-milliyetçi- ırkçılar hükumetini desteklemek yeni bir yüzsüzlük ve ikiyüzlülük belirtisi olabilir. Bu oyunların “fiyatı” zaten peşin ödenmedi mi? Saraylar, köşkler, yatlar, korumalar, elektrik santralleri vb.
Bulgaristan Bilimler Akademisi (BAN) bilim insanlarından 256 kişinin istifa hareketine katılması, anayasa önerisini reddetmesi ve “Korona 19” karantina günlerinde mafya para babası HÖH milletvekili Delyan Peevski tarafından BAN kurumuna gönderilen 50 000 (elli bin) levanın maaşlardan kesilerek iade edilmesi kararı dikkat çekti ve aydın kesimdeki dayanışma çemberini genişletti. Aydınlar şimdilik yalnız istifaları destekliyorlar. Yayınlanan bildiride, halkımızın boynu bir “şeker horoza” benzetilmiş ve “yalan attıkça inceldiğine” işaret ediliyor.
Aktifliğini yüksek tutmaya devam eden Bulgaristan Barolar Birliği ise anayasa değişikliklerinin halk oylamasına (referanduma) sunulması isteğinde ısrarlıdır.
Şu da var yeni anayasaya göre kanun tekliflerini meclise sunmak için bir YARGI VE SAVCILIK KONSEYİ kurulması ise, en sert eleştiriler topladı. Bu organın totaliter rejim organı olduğuna, yargıçların ve savcıların aynı yargı organında buluşacaklarına ve en ilkel insan haklarının da rafa kaldırılacağına dikkat çekildi.
GERB anayasa önerisinde “bağımsızlık ve egemenlik” gibi kavramların bulunmaması devletimizin özel niteliklerini kaybetmiş olması anlamına geldiğinden emekli subaylar, diplomatlar ve diğer devlet görevlileri de tepki yükseltmekte gecikmedi.
Bizim kendimizin hazırlanmasına katılmadığımız, sözümüzün dinlenmediği kale alınmadığı, her maddesini tartışmadığımız bir Bulgaristan anayasasına “Evet!” diyecek halimiz yok ve sözümüz kesin. “Hayır’dır!” Bu görüşümüzün değişmesi için diyalog kurmamız, görüşme masasında buluşmamız ve ortak paylaşabileceğimiz noktalara, ilke ve görüşlere, anaya maddelerine doğru adım adım ilerlemek zorundayız.
Bu mümkün müdür? Evet, mümkündür ve mutlaka olacaktır?
Neden mı? Cevabını şöyle görüyorum ve paylaşıyorum.
Bu anayasa Bulgaristan’ın 5. Anayasası’dır.
Anayasa değişikliğini isteyen, kem gözlerden uzak bir yerlerde 6 yıldan beri bilinmeyen insanlara ANAYASA yazdıran başbakan Borisov’ın kendisidir. Demek oluyor ki bu işler daha II. Borisov hükumetinde (2014-2017) başlamıştır. Anayasa gizli kapılar ardında yapılamaz.
İki geçici hükumet Başbakanı, biri 1997 seçimlerinden önce Başbakan olan Stefan Sofyanski, ikincisi de 2014 seçim arifesinde Başbakan olan, Sofya “Kliment Ohridski” Üniversitesi Hukuk Fakültesinin Anayasa Hukuku Prof. Georgı Bliznaşki yeni bir anayasa üzerinde yıllardan beri çalıştıklarını ve tasarı hazırladıklarını açıkladılar.
Bu arada 1990’da Anayasa görüşmeleri başladığında politik partiler 20 anayasa tasarısı sunmuşlardı. Tartışmalar aylarca sürdü. Tüm bunlar Bulgaristan’da ulusal yasal kuralların toplumun geçmişine, bugününe ve geleceğine uygun olmadığına kanıttır. Yapılması gereken hukuksal düzenleme gerektiğine sokaktaki göstericiler kadar biz de inanıyoruz.
Anayasa konusu ve Bulgaristan Türkleri
1879’da Tırnova Anayasası çalışmaları başladığında bir Prensliğin nasıl kurulacağını kimse bilmiyordu. Milletvekili olan tüccarlar ne olur ne olmaz anlamında ceplerinde ya da kuşak arasında püsküllü fes taşıyor, Birinci anayasanın kabul edildiği gün çekilen 50-şer kişilik fotoğraflarda Bulgar milletvekillerinden 30’u feslidir.
Şu iyi bilinmelidir, “93 Savaşının” sona ermesiyle sözde Rusya’dan gelecek iri öküzler, uzun yeleli adlar, araba ve harman araç gereçleri bir türlü gelmeyince, Bulgar köylüsünde bir mızırdanma ve hareketlenme yaşanmıştır. 9 ay Bulgar’da kalan Rus askerleri dana buzağı, koyun kuzuyu, tavukları, kazları, hindileri yiyince durumu sakinleştirmek için yalan makinasını çalıştıran Prens Al. Batenber, “köylerdeki düzenin İsviçre köylerinde olduğu gibi” olacağını açıklayarak ve bol keseden vaatlerde bulunmuştur. Bulgaristan’ın idari ve hukuksal düzenlenmesinde İsviçre’nin “kantonlar şeklinde ” ve 4 dilli düzenlenmesine 142 yıldan beri olumlu bakanlar var da, bu ağaç bizde bir türlü kök salamadı.
Birinci anayasanın yapılandırılmasında, son söze sahip olma fırsatını elinden kaçırmak istemeyen Rus Prens Aleksandır Dondukov ve 4 generalden ile 3 sivil hukukçudan oluşan ekibinde hukukçu Sergey Lukyanov, Birinci Anayasayı ve prenslik yapısını hazırlayan önemli şahıstır.
Bu ilk anayasaya, Berlin Konferansı maddelerinden kopyalanarak alınan ve Müslüman nüfusun hak ve hukukunu belirleyen maddeler dışında bir de “aman ne yaparsanız yapın” anlamına gelen “anarşiye ve karışıklığa” terk edilmiş kalabalık bir Müslüman kitle olsa da, keşmekeş gibi bir durum asla yaşanmamıştır. Çünkü Müslümanlar için, daha ilk gündeki, toplumsal düzen, Rus’un ve Bulgar’ın kuracağı ve ne olacağı belirsiz toplum ve devlet yapısı değil, İslam dini kaynaklı, dikey örgütlenmiş, kuralları belli, ahlakı yerleşmiş, dünyanın en adil sosyal düzeniydi.
Bulgarlar ise, bugün olduğu gibi, o zaman da yatay bir toplumsal örgütlenme ve düzen içindeydiler. Osmanlı Ruslarla daha önce de savaşlar kaybetmiş olsa da, hayatlarında değişen bir şeyler olmadığından, “gürler gürler geçer” gibi atasözlerinde yaşayan büyük bir umut vardı.
Böylece Prenslikte kalan Müslümanlara bir yandan İslam hukukuna, öteden beri var olan sosyal yapıya uygun, göç kapısı açık ama kendi adetleri ve geleneklerine göre yaşamalarına olanaklar tanınırken, 1882’de prensliği Osmanlının maddi ve manevi kalıtından temizleme süreci başlatıldı. Ahalinin dertleriyle ise hocalar imamlar ilgileniyordu. Prensliğin Türk ahali üzerindeki idari yapısı henüz oluşmamıştı.
Manevi yapı 1909 ve 1913 İstanbul sözleşmeleri protokollerindeki saptamalarla Başmüftülük şeklinde yapılandı. Yeni milli kurumun ödevi monarşi koşullarında yaşayan Bulgaristan Müslümanlarını Atatürk Cumhuriyetçiliği ve reformculuğuyla biçimlenen Türk kimliğinden uzak tutmaktı. Başmüftülüğün eğitim ve öğretim gibi konularda Bulgar makamlarıyla birlik olup sert saldırılara geçmesi, dünyevi dernekçilik ve milli birlikte buluşmada biçimlendi. Yine ilk anayasa çerçevesinde ilk kez Çiftçi Partisi yönetimi yıllarında Türklerle Bulgarlar aynı derneklerde, aynı partide, aynı meclis grubunda, toplantı ve kongrelerde buluşturabildi. 1929 Sofya’da toplanan Türk milli Kongresi aslında Monarşi ve Başmüftülük despotizmini bir kenara iterek, uygarlık yolunda buluşmaktı. 1934 askeri darbesi bu açılımı yuvarlak gibi ezip geçti. Türkler bir daha ayağı kalkamadılar tamamen Bulgar DC kontrollerine alındılar ve her hareketleri yakından takip edildi ve bir birilerine düşürüldüler. Türklerin içinde kendi elemanlarını halkına zarar verecek kişileri yetiştirmeye başladılar.
1934-1944 döneminde Bulgaristan’daki iç savaşta taraf olmasa da, manevi çöküş yaşadı ve çok kan kaybetti. Monarşi yapılanmasından tamamen kopmuştu.
Monarşi diktatörlüğünü Cumhuriyet düzeniyle değiştiren 1947 Anayasası Bulgaristan Müslümanlarına birçok yasal haklar getirdi ve kısa süreli de olsa eğitim, öğretim, kültür ve sanat, eşitlik ve bireysel ve kolektif haklar gibi konularda tamamen de olmasa bir yere kadar bekleneni vermişti.
1956’da başlayan BKP –Todor Jivkov yönetimi ülkedeki azınlıkların anayasal ve yasal haklarını gasp etti. Türk azınlığın yönetimini komünist partisi üslendi ve ateist bir toplumsal yapılanma kuralları dayatarak Müslüman din adamlarını ve İslam dini medeniyetini toplum dışı bırakmaya çalıştı. Bulgarların baktığı çerçeve TÜRK-İSLAM çerçevesiydi bunun dışında herkesle işbirliği yapabilirdi amma bu ikisinin dışında hatta bunlara düşman olması gerekirdi. Bunların dışına çıkan birisinin de zaten hainlikten, muhbirlikten başka yapabilecek bir şeyi de kalmıyordu.
1971’de kabul edilen Üçüncü Anayasa teni toplumsal kuralları, BKP ve işçi sınıfı öncülüğü şeklinde biçimlendirdi. Geleneksel toplumsal Müslüman ahlak, yaşam tarzı, öğretim ve sosyal düzeni, camiye girmemiş komünist liderlere hedef oldu. T. Jivkov gibi kötü niyetliler düzen kurucu ilan edildi. Kendisi millet olamayan Bulgarlar neredeyse “medeniyet kurucu” oldular. Silahla dayatılan hiçbir kuralın ömrü olmadığını okumamışlardı, bilmiyorlardı. Kan akıtılarak kurulan her iktidar ve sahte düzenin kısa ömürlü olduğunu ve toplumlara büyük zarar verdiğini de bilmiyorlardı ki çıldırmışlardı. Anayasa ve yasaları rafa kaldırdılar. Terörle ömür uzatmaya çalıştılar. Hiçbir geçmişi olmayan, pratiğe dayanmayan anlamsız girişimleri yaşam ve ahlak normu haline getirirken ezilenlerin hiddet ve nefretiyle yüzleştiler. Devlet baskı ve terörü ve benlik, kimlik, kültür değiştirmeye zorlama şeklinde soykırım denemesine uzanınca Müslümanların milli ayaklanması zaferle sonuçlandı. Bulgaristan toplum düzeni ve devlet yönetim kurallarında daha öte yaşayabilmeleri olanaksız duruma gelince Türkiye Cumhuriyeti ana-vatan sıfatıyla 500 bin kardeşimize kucak açtı. Buna temel neden, Bulgaristan’ın anayasa dışı, yasaları hasır-altı ederek, kural dışı baskıcı yönetimiydi. Bir Bulgar partisinin Bulgaristan Türk azınlığını yasa dışı şiddet kurallarıyla yönetemeyeceği de kesin doğrulanmış oldu.
Dördüncü Anayasa 1991’de kabul edildi.
Hazırlanmasına ilk kez Bulgaristan Türkleri de meclis grubu olarak katıldı. Anayasa sorunlarını görüşen yuvarlak masaya alınmadılar. Birinci Anayasayı Rus Çarı III. Aleksandır’ın, İkincisini Stalin’in, Üçüncüsünü de Brejnev’in hazırlattığı Bulgar anayasalarından, ilk kez sözde Bulgarların kendilerinin kaleme aldığı 1991 Anayasası’na da “Bulgaristan Türk Azınlık” kimliği göz önünde bulundurulmadı.
Kulistekiler, Müslümanlar üzerindeki iktidar hakkını BKP’den ve Türklüğünden vazgeçmeye zorlanmışlardı. Bunlar Ali Rafiev, Ahmet Harunov, Fahrettin Halilov ve Salif İlyazov gibi komünist liderin elinden alıp, devlet güvenlik organı “DS” tarafından yetiştirilen, kanlı soykırım olayları yıllarında hapishane sefası süren Ahmet Doğan gibi yalnız adı Türk olan birisine devredildi. Doğan’a “karma bölgeler” adıyla bilinen Bulgaristan Müslümanlarının yaşadığı bölge “yasa dışı kurallarla yönetmesi” ve kendisine da “yasalar üstü” yaşama hakkı tanınarak verildi. Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olur sözünü de duymamış okumamışlardı.
Sanki Bulgaristan Türkleri bir koloni (sömürge bölgesiydi) ve dış bağlantılı milli bir güç onu sömürge idarecisi atamıştı. İdarecinin ödevleri arasında Bulgaristan Türklerini Türkiye’den, oradaki yakınlarından, Türk kimliğinden, Türk kültür ve geleneklerinden koparmak, Türk dilini, halk maneviyatı ve edebiyatını unutturmaktır. Bu da ona tesis edilen yerel idarelerin eliyle yapılacaktı, sınır kapısı açık tutulacak ve istemeyen ülkeyi istediği zaman ebediyen terk edebilecekti. O bu iğli eline tepside verilen HÖH partisini ve devlet olanak ve gücünü kullanarak yapmayı kabul etmişti.
Son 30 yılda olaylar, 1971-1989 Bulgar komünist totalitarizminin kalkmamış cesedi üzerinde ve etrafında gelişirken, Türkler gece karanlığı mı, karanlıkta yürürken üzerine bastığımız asfaltın karanlığı mı veya 30 yıl önce düşen ve hiç kalkmayan koyu sisin karanlığımı olduğu belli ettirilmeden, zifiri karanlığa itildiler.
GERB’in hazırladığı anayasa önerisi de bu karanlığın içinde fitilsiz lamba gibi önümüze atıldı. Özetlersek Ahmet Doğan’ın zamanı doldu ve bütün saraylara “hadi topla palanı pırtını” telgrafı gönderilmiş ve ayrıca ESM’le gönderilen “yatlarına el kondu, deniz yoluyla kaçmayı düşünme” iletisi ulaşmış…
Soru şimdi belli olacak? Yeni düzen kurulacak. Yeni lidere gerek var.
Azınlıklardan güç alırken halkı birleştiren bir anayasaya gerek var!
Bulgaristan’ı yönetenler halkın sesini duymalı yoksa…
Rafet ULUTÜRK yazıyor
Meclise sunulan GERP partisi anayasasına “gökten düştü” havası verilmeye çalışılıyor. Tartışmalar sürüyor, ne zaman yazıldığı, nerede kaleme alındığı, ön görüşme ve tartışmalarının nerede yapıldığı ne de kısmen mi bir yerlerden dayatıldığı, yoksa yüzde yüz başka bir yerde hazırlanıp da, “bunu halk meclisinden geçirin ve sokak gösterilerini bastırın, olay bitsin mi dendi,” doğrusu bilen yok.