CEMAATLER VE DİNDE REFORM
Cemaatlerden son bomba Uşşaki tarikati şeyhinin 12 yaşındaki bir kız çocuğunu taciz olayı. Bu olay sosyal medyada konu olmasaydı belki gerçekleştiği yer olan Akyazı’da hiç duyulmayacaktı. Akyazılı bir kesim bu zatın Akyazılı olmadığını, Akyazı’nın böyle anılmayı hak etmediğini söylüyor. Bir Akyazılı olarak bence Akyazı tam da hak ettiği gibi anılıyor. Çünkü artık Akyazı eski Akyazı değil. Hatırlayanlar bilir, bundan yaklaşık 40 sene kadar önce bir pastane sahibinin de kız çocuğuna tacizi olmuştu. Halk duyunca dükkanının camını çerçevesini indirmiş ve onun Akyazı’yı terk etmesini sağlamıştı. Bu gün Akyazı’da cemaatler ve kültürü yerleşmiş, bu tip olaylara uygun zemin hazırlanmıştır. Evet adam Akyazılı değil ama Akyazı’da bu ortamı bulabilmiştir.
Sorun adamın Akyazı’lı olması veya Akyazı’da gerçekleşmesi değildir. Bu olay, basına yansıyan binlerce olaydan sadece biridir. Bu olaylar cemaatler içinde normal karşılanan olaylardır. Yüzlerce çeşit cemaat ve tarikat olmasına rağmen bu konularda birbirlerini eleştirmezler ve kavga etmezler çünkü aynı kaynaktan beslenirler. Birinin kaynağı kesilirse bunun hepsine sirayet edeceğini çok iyi bilirler. Onlar için bu olaylar normal, bunun basına ve sosyal medyaya yansıması rahatsız edicidir.
Duyarlı insanlar olarak nasıl tepki vereceğimizi de bilemiyoruz. Duygusallık içinde rastgele konuşuyoruz. Diyorlar ki, kısas uygulansın şeriat gelsin. Bu akılsızca ve rastgele, ne istediğini bilmeden yapılan bir tümevarımdır. Sizin karşınızda zaten 7 yaşında nikah kıyılır diyen şeriatçı bir zümre var. Eğer onların istediği şeriat gelse bu olaylar zaten normal hale gelecek. Nikah kıyılacak iş bitecek. Onların istediği şeriat bu. Osmanlı devleti bir şeriat devleti değildi. Ama işlerine geldikleri konularda şeriat hükümlerini kullanıyorlardı. Halife-i Müslimin (bütün Müslümanların halifesi) olan Osmanlı padişahları 7 yaşındaki kızlarını 60’lık paşalarına, vezirlerine, sadrazamlarına nikahlamıyorlar mıydı? Dokuz yaşına gelince de yatma izni veriyorlardı. Resmi nikah olmadığı için şeyhler müritlerinden istediği kadarını nikahlayıp bırakmıyorlar mıydı? Padişahların nasıl ki hareminde nikahsız birlikte olabileceği yüzlerce cariyesi varsa, tarikatçilerin de harem gibi gördüğü müritleri vardı.
Bu gün, ilahiyat profesörü ünvanlı kişi diyor ki; “ Şayet peygamberin gönlü bir kadına düşerse, kocasının onu hemen boşayarak, peygamberle izdivacına müsaade etmesi gerekir!” Peygamberimizde böyle bir olay meydana gelmiş midir? Asla! Peygamber böyle bir duruma düşer, nefsi evli bir kadına tevessül eder mi? Öyle bir insandan peygamber olur mu? Peki bunu niye söylüyorlar? Çünkü peygambere tanınan hak, halifeye de tanınacak. Halifeye tanınan hak, kademeli olarak ulemaya, tarikat ehline ümeraya da sirayet edecek. Yarın şeriat geldiğinde kendilerinde bu hakları bulabileceklerdir. Bu tacizci zat “ İslam devleti kurulduğunda en güzel cübbeyi biz giyeceğiz, en güzel sarığı biz saracağız” demiyor muydu? Cemaatlerin bir kısmına göre küçük çocuklara tevessül, (bademleme ve kabaklama) islamda var olan bir haktır.
Osmanlı devletinde en etkili güç şüphesiz ki, kapıkulu ocakları (soysuzlar),ümera (soysuzlar)ve Ulema takımıdır. Güç ve yetki bunların elindedir. Bütün İstanbul isyanları bunların elinden çıkmıştır. Padişahları değiştiren, kelle alan, atamaları yapan bu şer odaklarıdır. Gücü ellerinde bulundurdukları için devletin de kaymağını bunlar yer. Tarikatlar vergi vermezler, askere gitmezler imtiyazlı bir sınıftır.
Atatürk kurtuluş savaşından sonra “ Türkiye şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz” diye bunları topyekün ortadan kaldırmış, din dahil olmak üzere her türlü eğitimi, azınlıklar da dahil olmak üzere devlet kontrolüne almıştı.
Atatürk’ten sonra, partilerin oy toplamak için kullandıkları iki kesim vardır. Biri zengin aristokratları temsil eden toprağa dayalı ağalık sistemi, diğeri de dini kaynaklı cemaat ve tarikatlar sistemi. Özellikle İnönü döneminde Chp bu toprak ağalarını kullanarak, onlara verdiği güç sayesinde oylarını almıştır. 1950’lerden sonra Demokrat partinin oy alabilmek için destek verdiği dini kaynaklı tarikatlar yeniden güçlenmeye ve devlet hayatında etkin olmaya başlamışlardır. Bu güçlenme Fetö kalkışmasıyla ne kadar ciddi boyutlara ulaştığını göstermiştir.
Fakir ailelerin bakım güçlüğünden, tarikatlara teslim ettiği minik yavrular, buralarda çok zor şartlara katlanmak zorunda kalıyorlardı. Dövülüyorlar, cezalandırılıyorlar, tacize uğruyorlar. Ellerine çuval verilerek bölgelerde, yardım adı altında kapı kapı dolaşarak, fındık toplama, mısır toplama, kurban derileri toplama gibi faaliyetlerde adeta dilendiriliyorlardı. Yurtlarda her türlü gelen gidene hizmet ettiriliyorlar. Bu şekilde her türlü gururları kırılarak yetiştirilen ezik insanlar ileride bu yurtlarda, tarikatlarda, hoca olarak, yönetici olarak görevlendiriliyorlar. Bu şekilde sağlıksız yetişen insanlardan, topluma karşı sağlıklı bir bakış açısı beklemek hayal olur. Bakın bu tacizi yapan insan en az elli yılını bu yolda harcamış, belki zamanında tacize uğramış, ama sonuçta icazet verilerek tarikat şeyhliğine ulaşmış, devlet protokollerinde yer almış bir insan. Ama elli sene bile geçse o kurt içinden çıkabiliyor. Bakın sayıları bir milyon civarında eğitimcilerimiz, öğretmenlerimiz var. Bu tip insanlara milyonda bir bile rastlamazsınız. Çünkü camia böyle bir olayı ve yapabilecek şahsiyetleri bünyesinde barındırmaz. Aldıkları eğitimle hangi yaştaki insanlara nasıl davranacaklarını bilirler. Sınıfa girdiklerinde adeta ailelerini, çoluk, çocuklarını, dertlerini, sıkıntılarını bir kenara bırakarak anne, baba kutsiyeti içerisinde görev yaparlar.
Sayın cumhurbaşkanımız bir keresinde “ Artık dinde reform yapılmalı, 1400 sene önceki kurallar bu güne göre reforme edilmeli” mealinde bir çıkış yapmıştı. İşte o çıkışı hayata geçirmenin tam zamanıdır. Bu gün İmam Hatip ortaokullarımız ve İmam Hatip liselerimiz, en modern binalara ve imkanlara sahiptir. Yüz binlerce eğitimli din adamımız ve imamlara sahip Diyanet İşleri Başkanlığımız var. Bunları planlayıp, müfredatı düzenleyebilecek seçkin kadrolarımız var. Bu basına yansıyan olaylar binde bir bile değildir. Sürekli artarak da devam edecektir. Bu yapılardan ne çocuklarımıza, ne devletimize hayır gelmez. Bu olayları münferiden değerlendirmek yerine sorunu kökünden halletmek üzere bu yapılara son verilmeli, yasaklanmalı, binalarına da aynı fetöde olduğu gibi devlet adına el konmalıdır. Her türlü eğitim faaliyeti kesinlikle devletin elinde olmalıdır.
Necmettin Özgürsoy yazıyor