“ Dost elinden gel olmazsa varılmaz.
Rızasız bahçanın gülü derilmez,
Kalbden kalbe bir yol vardır görülmez,
Gönülden, gönüle yar. Oy yar oy yo gizli, “
Bir köy vardı uzakta. Gidildi, görüldü. O köy Kırtıllar köyü. Eski adı ABDALLAR köyü. Bir sel gelmiş, sonra birkaç km. öteye yeniden köy kurmuşlar. İşte ozanımız Neşet Ertaş bu köyde doğmuş. Eli saz tutan, keman, zurna tutan çalmış , söylemiş. Ekmek tekneleri bunlar. Keskin ‘in bir köyü iken mahalle olmuş.
Açlık yokluk. Göç etmişler, Kaman, Kırşehir, Çiçekdağı, İzmir, Ankara , İstanbul a dağılmışlar. Kaman da belediye arsa vermiş, onları iskan etmişler. Her yıl Kaman da Abdallar Şenliği yapıyorlar.
Geçen yıl katıldığım 2. Abdallar Şenliğinde pankart asılmıştı. Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Neşet Ertaş. Onlar iç Anadolu da Dadaloğlu’nu yeniden yaşatmaya başlamışlardı. O yürekli sesleri Dadaloğlu’un bozlaklarından geliyordu. O kendilerine has gırtlak namelerinin iç dünyasında Toroslar da Türkmenlerin yaşamları sergileniyordu. Ağıtlar, bozlaklar İç Anadolu’dan Toroslara uzanıyor. Köyde , kentte yaşlı, genç onların türkülerinde kendini buluyordu.
Neşet Ertaş don değiştirdi. Ama onun adı yaşıyor. Her kentte bir Neşet var. Her kentte bir Ertaş var. Silifke de bir dostumuz var. Adı Ali Topuz du. Neşet Ertaş sevgisi ile oğlunun adını Neşet koydu. Gitti mahkeme kararı ile soyadını Ertaş yaptırdı. Şimdi oğlu Neşet Ertaş onun türküleri ile büyümeye devam ediyor.
Silifke demişken ; bir gün Neşet Ertaş , Silifke’ye konser vermeye geldi. Rahmi Doğanlar sineması yeni yapılmıştı. Yaklaşık 1968- 1969 yılları olmalı. Salon , tıka basa dolu idi. Konser sonrası ; “ ben otelde yatmam, beni topraklarımla buluşturun” dedi. Say mahallesinde hısımlarının yanına gitti. Hüseyin Say ( Fosforlu Hüseyin ) in evinde konuğu oldu. O dostlarını sevdi, onlarda onu sevdi. Br hafta kaldı. Akşamları oturuyorlardı; kemanını, gırnatasını alan geliyordu. Sabahlara kadar muhabbet ettiler. Sabahları kalkıyordu, Ağa’nın kahvesinde kahvesini içiyor, sohbet burada devam ediyordu. Küçük Hüseyn Say’ da onun mihmandarı olarak yanından hiç ayrılmıyordu.
“ Hüseyin oğlum, sazımı getir” Hüseyin bir çırpıda gidip , evden sazı alıp geliyordu. Kahvede onlara saz çalıp, türkü çığırıyordu. Sonra birlikte eve gidiyorlardı.
Bir hafta sonra Ankara’dan eşi Leyla Ertaş’tan telefon geldi.
“ Artık gel gayrı “ dediler. O da Ankara’nın yolunu tuttu. Sonra ne oldu biliyor musunuz ? Baba mesleği ile ilgilenmeyen oğul Hüseyin Say ‘ a bir ilham geldi. aldı eline bir saz , çalıp çığırmaya başladı. Şimdi hala çalıyor.
İşte Neşet Ertaş’ı orada tanıdım. Ondan sonra radyolarda “ almalı dağlar, Acem kızı, Hacı Bektaş, Mühür Gözlüm” gibi türkülerini dinliyorduk. Gençler bir araya geldiğinde; onun plaklarını çalıyor, sonra sazı eline alan onun türkülerini çalıyordu. Toroslarda Tahtacı köylerinde plaklarını çalıp , çalıp dinliyorlar, hem de ağlaşıyorlardı.
Yetmiş dört yıllık yaşamı boyunca, o mahalli sanatçılıktan ; ülke ve dünya sanatçılığına adım, adım gitti. Zor yıllardan geçti. Sağlığı bozuldu. Yurt dışına gitti. 20 yıl Türkiye d değildi. Ama türküleri hep aramızda oldu. Onun yaşam sürecini biz bilmedik. Onun yaşam zorluklarını o kültür camiası görmedi. Herkes kendi sevdasında. Ama TRT ona bir hediye verdi. Dostumuz Ali Bozkurt, ona “ BOZKIRIN TEZENESİ “ belgeselini yaptı verdi. İşte bu belgesel sanatçıya yaşadığı dönem içinde , buhranlı yaşam sürecine renk kattı. Neşet Ertaş yenden yeşerdi. Yeniden sazı eline aldı çaldı söyledi. Yorumlar getirdi. İşte “ YALAN DÜNYA “ Tufan Altaş’tan bu türküyü dinlemek gerekir. Onun yüreği , onun tezene vuruşu, onun gırtlak süslemeleri.
Neşet Ertaş ölmedi. Ölemez. O yaşacak. Özellikle Kırşehir yöresinde onun yolundan giden; Horsan Erenleri , Abdal geleneği var. O babası Muharrem Ertaş, Ali izzet Özkan, Çekiç Ali den bayrağı aldı getirdi buralara. Şimdi onun kültürünü yaşatmak için Kaman’da Abdallar derneği kurulmuş. Her yıl şenlik yapıyorlar. Dadaloğlu’nu anıyorlar. Ondan esin alıyorlar. Onun yürekli davranışını devam ettiriyorlar.
Osmanlı’dan bu yana , toplum üzerinde asimilasyon uygulaması devam ediyor.gittiğimizde gördük ki ; Kırtıllar köyünün ortasında bir cami var. Evler toprak damlar, sanki yıkılacak gibi. İlahiyat Fakültesi mezunu bir imam atamışlar. Köyden bir ka kişiyi fak-fuk fonu desteği ile hacca gönderdiklerini övünerek bize anlattı. Ağaç dikilmişti. Meyve vermeye başlamıştı. İşte Neşet Ertaş’ın çocuklarının ; babalarının cenazesini camiden kaldırılmasını istemelerinin nedeni burada yatıyor. Kutluyorum başardınız. Neşet Ertaş gibi ikraı olan, musahiplik yolunu bilen birini cem evinden inancına uygun tören yaptırmadınız. Neşet Ertaş ‘ın canları iki kere üzgün, o onların gözünde “ don değiştirdi. “ gitti. Diğeri ise bir cem evinde onu Türkçe Gülbenkleri , hayırlı duaları ile uğurlayamadılar.
Bu işi başaran başta devlet erkanını kutluyorum. Tarihe geçtiniz. Yıllarca bunu konuşacaklar. Sizi alkışlayanlar kadar, gerekli yerlere havale edenler çıkacak. Buna da katlansınlar Kırşehir yöresinden , Taşeli yöresine giden Abdallar ; halen geleneklerine bağlı yaşamlarını sürdürüyorlar. İkrar alma, musahiplik inançlarını yerine getirmeseler de , Cuma akşamları bir araya gelip, yanlarında getirdikleri lokmaları birlikte yenip, nefeslerini söylüyorlar. Abdalların dede ocağı YAĞMURLU OCAĞI’ndan dedeler gelmez olmuş, onun için zaman, zaman kendilerine en yakın hissettikleri Tahtacı, Bayat dedelerini çağırıp cem yaptıkları oluyor. Diyeceğim şu ki ; kim ne yaparsa, yapsın. Neşet Ertaş ‘ın “ topraklarım “ dediği Abdallar , onun ruhunu rahat ettirecekler.
Gün gelecek, Kırşehir de asimile buyruğundan çıkıp, kendi benliklerine geri dönecekler. Buna inanıyorum. Bu duygular ile Hak ‘ka yürüyen can dostumuz Neşet Ertaş’a Tanrıdan rahmet diliyorum. Devri daim olsun. Tüm onu sevenlerin acılarını paylaşıyoruz.
Celal Necati Üçyıldız