Şimşek Kara sokakta güneşli bir günde adamlarıyla yürüdüğünde etrafa durmadan bakıyorlardı. Daracık sokakta çok katlı evler birbirine farklı yapılarla karşılıklı duruyorlardı.
Karşılarından saçları kırlaşmış, kısa saçlı, orta boylarda bir kadının kendilerine doğru geldiğini fark ederler, kadın göz hapsindedir. Şimşek Kara daha dikkatli bakar, gözlerine inanamaz. Yıllar öncesinden tanıdığı ilkokul öğretmeni Seval’dir. Yanına yaklaşınca durdu. Öğretmeni de durdu.
“ Beni çıkartamadın değil mi? İlkokulda senin öğrencindim. Şimşek Kara… En arka sıradaydım. Birazda tembeldim.”
Seval öğretmen rahatladı. Konuşmaya başladı:
“Sen demesen tanıyamazdım. Basında sıkça adını duyuyorum. Gayrimeşru işlerin adamı Şimşek Kara olmadı evladım olmadı. Sana hiç yakıştıramadım.”
Şimşek Kara’nın ten rengi hafiften allaştı. Yutkundu. Gülümsemek istediyse de yapamadı:
“Ona gayrimeşru işlerin adamı demeyelim. Kamu işi yapıyorum. Vatan için…”
“Haaa öyle mi?”
“Öyle öyle.”
Karmaşık duygularla birbirlerine bakıyorlardı:
“Öğretmenim yüz hatlarınız aynı kalmış, sesinizde bir değişiklik yok.”
“Seni çok değişik gördüm. Yanındakiler adamın mı?”
“Evet. Birlikte vatan millet işleriyle uğraşıyoruz. Hayır, işi diyelim.”
Seval öğretmen kızgınlığını belli etmemeye çalışıyordu:
“Evladım ben seni böyle yetiştirmedim.”
“Ah öğretmenim. Yaram çok derindedir. Çocukluğum çalındı. Okulda çokça nasihat dinledim sizden. Sınıfta ‘birbirinizi sevin, kollayın, yardım edin’ derdin. Senin anlattığın sokakta geçmez. Sokakların köşe başlarında puşt zulaları vardır. Başlarında kelli felliler. Kendi güçleriyle hareket ederler. Hoşlansanız da hoşlanmasanız da bende bunlardan biriyim.”
Seval öğretmen ne diyeceğini bilemedi:
“Biliyorsun. Evim dağa yakındır. Taş evde oturuyordum. İki küçük odadan yapılmaydı. Çatı tamir istiyordu. Tuvaleti kapının yanındaydı. Orada banyo yapılırdı. Hem yazlıktı hem de kışlık. Babam öldüğünde neden öldüğünü bilemedim? Saf saf söylenenleri dinliyordum.
Annemle bir başıma kaldım. Günlerce ağzımıza bir lokmanın girmediği oldu. Evimizin üstünde bir taş ev vardı. Lakabı Cibilliyetsizdi. Beni yanına çağırdığında “gir içeri şu yemeği evinize götür. Ananla yersin” demişti.
Eve girdiğimde tahta kapının kapandığını duydum. Cibilliyetsiz aaahhh… aaahhh şerefsiz. Zorla bana tecavüz etmişti. Ağrılar içinde neye uğradığımı anlamadım. Birkaç kez daha tecavüz etti. Hiç kimseye anlatamadım. Annem ölünce de ortada kaldım. Orada burada çukurlara düşe düşe kavgaların içinde buldum kendimi. Karakollarda ne dayak yedim bir bilsen. Birkaç kez Islâh Evine düştüm.
Cibilliyetsizi hiç unutamadım. Aklımın bir köşesinde onu öldürürken hep hayal ettim. İntikam hırsıyla kendimden geçtim. Günü geldiğinde evine gittim. Enayi beni elde edeceğini sandı. İlk önce onu anadan doğma soyundurdum. Elimdeki bıçağı görünce yalvarmaya başladı. O an duygularım onu öldürme dedi. Öldürmedim onu ama öldürmekten beter ettim. Sikini bıçakla ikiye ayırdım. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Oradan nasıl çıkıp gittiğimi anlayamadım.”
Seval öğretmenin aklı bir gidip geliyordu:
“Sana bir şey oldu mu?”
“ Kendisine ne oldu bilemem? Cibilliyetsizin beni polise ötmediğidir. Bu olaydan sonra ben farklı biri oldum. Arkamdan bir el yardım ediyormuş duygusuna kapıldım. Adım babaların arasında anılmaya başlandı.”
Seval öğretmen ağlamamak için kendisini zor tutuyordu:
“Oğlum bu işleri bırakman için bir yolu yok mu?”
“Bu işe bulaşalı yıllar oldu. Vukuatım bir değil sayısını unuttum. Geriye dönüşüm yok.”
Seval öğretmen öğrencisine acımaya başladığında:
“Burada ne arıyorsun?”
“Hiç… Kendimi arıyorum aramasına, bulamıyorum.”
Seval öğretmen Şimşek Kara’nın elini tutup, anne şefkatiyle okşadı:
“ Oğlum güzel şeylerde yapılıyor.”
Seval öğretmene bakıp başını salladı:
“Güzel şeyler yapılmıyor. Yapıyorlarmışın yansımasını yansıtıyorlar bizlere. Tertemiz duygularınız var. Farklı bir gözle bakmaya çalışsaydınız. Kötüleri de görür tanırdınız. Kötülerin elinde olanakların her türlüsü var. Para onlarda… Güç onlarda… İktidar onlarda… Öğretmenim.”
Islak gözlerle birbirlerine duygusallıkla bakıyorlardı. Şimşek Kara zorlanarak konuşmaya başladı:
“Bir gün sınıfta bizlere şu soruyu sormuştun? Büyüğünce ne olacaksınız? Ben öğretmen olacağım demiştim. Senin gibi iyilik meleği olmak istiyordum. Sıra arkadaşlarım. Doktor, mühendis, hemşire dediler. Birçoğumuz söylediklerimize ulaşamadık.
Ulaşanların sayısı azdı. Orta sıralarda önde oturan Nilgün vardı. Sınıfın çalışkanıydı. Sümükleri suyun akışına benzerdi. Bizler kızdırırdık. Size şikâyet ederdi. Sizde ‘Çocuklar yapmayın. Birbirinizi kırmayın.’ Derdiniz. Ne güzeldi o günler. Nilgün avukat oldu biliyor muydunuz?”
“Bilirim. Hanım hanımcık olmuş. Birkaç kez evime ziyaretime gelmişti.”
Kahkahayı basmasıyla sustu:
“Özür dilerim öğretmenim. Nilgün benim davalarımın avukatıdır. Benim arkamdakileri temizliyor.”
“Aaaa… Ciddi misin?”
“Anlayacağın dille söyleyeyim. Kirli işlerimi temizliyor. Nilgün’ün iki sıra arkasındaki sırada Serkan oturuyordu. Doktor oldu. Hastayı müşteri olarak görüyor. Ameliyat ettikleriyle pazarlık yapıyor. Hastanenin malzeme ihtiyaçlarını alma komisyonunda yükünü tuttu. Zaman zaman aynı meyhanede birlikte kafaları çekiyoruz. Birbirimize olanı biteni anlatıyoruz. Onun benden, benim ondan ne farkım var öğretmenim? O diplomalı bense diplomasız.”
“Oğlum gerçek mi bunlar?”
“Aç gözünü öğretmenim. Senin eksenin dışında farklı yaşamlar var.
Bak birde Savcımız var. Solmaz’ın baktığı davada bende vardım. Aramızda tartının kefelerini eşitledik.”
“Oğlum ne içtin? Ne söylüyorsun? Düşüp bayılacağım.”
“Uyuşturucu kullanmam. İçkimi akşamdan akşama içerim. Doğduğum güne, yaşamıma, beni bu hale getirenlere ana avrat söverim.
Dur dur. İçimizde bir dürüst kişi vardı. Yan sınıfta okuyordu. Hakyemez. Gazeteci oldu. Her şeyi didiklerdi. Başta kim bulunuyorsa yazısını esirgemezdi. İnsanca yaşam istedi. Garibimi öldürdüler. Onunla da birkaç kez karşılaştım. Çay ocağında çayımızı içip lafladık.”
“Hatırlamaz mıyım? Öldürüleli sekiz yıl oldu. Bir güvercin gibi kaldırıma düştü cansız bedeni. Sadece üzüldüm. Neden öldürüldü? diye hiç sorgulamadım. Ne garip kirli işlerle uğraşsan da sen sorguluyorsun.”
“Okulumuzda kantinin yanındaki sınıfta pısırık Sinan vardı. Ben doğduğum eve başımı dinlemek için ara sıra kalmaya giderdim. Onu gördüğümde yamalı pantolonu, ceketiyleydi. Acıdım. Konuştuğumuzda kaderine isyan ediyordu. Bende ona dedim ki “Gel yanıma senin kaderini ben değiştireyim.” Yanımda indir ve bindir işleriyle, temizleme işleri yapıyor. Her gördüğünde “Allah seni başımdan eksik etmesin” diyor.”
“Oğlum onu da kendine benzetmişsin.”
“Öğretmenim açlıktan ve yoksulluktan kurtardım. Büyük sevap işledim. Ne yapayım elimi uzatmayıp açlıktan sürünse miydi?”
Seval öğretmen bir oooff çekti.
Şimşek Kara izin isteyerek öğretmeninin elini öptü. Aradaki mesafe açıldığında Seval öğretmen öğrencisine bakıyordu. Aklından ‘nerede hata yaptım?’ diye düşündü. Apartmanların arasından dar sokaktan yürümeye başladı.
Bir zamanlar buraları bomboştu. Tek katlı, iki katlı bahçeli evler vardı. Farklı ağaçların, çiçeklerin güzelliğinde kelebeklerin uçuştuğu, arıların bal yapmak için oradan oraya konduğu, farklı kuşların koro halinde ötüştüğü, temiz havada eklenince doğanın eşsiz güzelliği zaman içinde betonlaştırıldı.
Apartmana girdiğinde dördüncü kata merdivenlerden çıktı. Kapıyı açıp içeri girdiğinde sesi yükseldi:
“Çarpıklığı nasıl göremedim? Kendimi neden yetiştiremedim? Gördüğüme neden ses çıkarmadım?”
Sandalyesine oturdu. Başının içinde uğuldayan öğrencileriydi. Sinan Kara içini dökmüştü öğretmenine:
“Ah öğretmenim. Basında kötü olarak ben anılırım. Uyuşturucuyu yurtdışına tek başıma çıkardığımı sanıyorsun değil mi? Silahları ülkeye soktuğumu sanıyorsun değil mi? Arkamdaki güç olmasa beni çoktan ezerler öğretmenim. Ben kimim ki?”
Oturduğu yerden balkona çıktı. Apartmanlardan görebildiği kadar gökyüzüne baktı.
“Keşke bulut olsaydım.” Diye bağırdı. Bağırması sokakta yankılandı. Duyan olsa da umursamadı. Başladı hıçkırarak ağlamaya…
Hüseyin Habip Taşkın yazıyor
15.06.2021