Aydın aranıyor! Almanya’daki Türkiye kökenli ve düşünce üretebilecek insanlar nerede?
5 yıldır yayımlanan “Politeknik”in yayıncısı Zeynel Korkmaz, Avrupa’da milyonlarca Türkiye kökenli insanın yaşadığını hatırlatıyor ve bu topluluk içinde “yüksekokul görmüşlerin” sayısının önemli ölçüde arttığını belirterek soruyor: Neredesiniz?
Daha doğrusu, şöyle sorarak başlayayım: Alman kamuoyunda sizi de yakından ilgilendiren ya da ait olduğunuz çevrenin doğrudan nesnesi olduğu bir tartışmada izleyici konumunda mısınız? Bu tartışmaların akabinde tetiklenecek tepkilere ya da çıkacak yasalara, sizin de görüşünüzü yansıtan bir söylemle, bir reaksiyon gösterilemediğini, karşı koyulamadığını mı düşünüyorsunuz? Hatta bu süreçte sizi sözde temsil eden kişilere daima söz hakkı tanınmasından mı yakınıyorsunuz? Yanıtınız evetse, o zaman şu, açık bir gerçektir: Demokrasiden dışlanıyorsunuz! Ve de: Haklarınızı savunacak düşünürler devrede değil ya da size erişemiyor.
En ihtiyacımız olan şey bir söz söyleyebilmek, hayır diyebilmek, bitmeyen ve giderek artan, Alman toplumunun öfkesini yabancı düşmanlığına dönüşecek şekilde günden güne bileyen suçlamalara “kurmaca” ya da “provokasyon” diyebilmek, bunları gerekçelendirebilmek! “En Alttakiler”in hukuksal, sosyal, siyasal ve ekonomik konumları itibariyle kati surette bu kadar öfkeyi üzerine çekebilecek nitelikte “olaylar” çıkaramayacağını sarsılmaz bir duruşla savunabilmek, nihai kertede farklı çıkarlara hizmet eden gündemlerin güdümünden kurtulmak…
HAYIR DİYEBİLME HAKKI VE SONUÇLARI
Hayır diyebilmek! Ama nasıl? Akla gelen suçlamalardan kronolojiye uymadan gelişigüzel birkaç örnek sıralayalım: Entegrasyonu reddetmek, dil öğrenmemek, eğitime önem vermemek, çöpleri ayırmamak, maço kültürü, köktendincilik, zorla evlendirme, yasalara ve Alman öncü kültürüne uymama vs. Öylesine uzun bir suçlama listesi ile karşı karşıyayız ki, bu kadar konuya bir insan ya da sınırlı bir platform tek başına yeterli yanıt üretemez ve güç yoğunlaştıramaz.
Öyleyse şu soru gündemde: Alman düşünürlerden yalıtık olmayan, aksine onları da sistematik olarak içine katan etkili bir kamuoyu nasıl geliştirilebilir? Koşullandırılmış tartışmalarda karşı tezler sıralayarak, düşünürlerin böylesi bir düzleme sınırsız erişimini, hemen her şeyi günbegün analiz ederek ilgili kesimlere ulaşabilmesini güvence altına alarak!
Çinli sanatçı Ai Weiwei iltica ettiği Almanya’yı şu sözlerle terk etmiştir: “O, açık olmak isteyen, ama her şeyden önce kendini koruyan bir toplumdur. Alman kültürü o denli güçlü ki, gerçekte başka düşünce ve argümanları kabul etmiyor. Açık tartışmalar için neredeyse hiçbir zemin yok, aykırı görüşler için de saygı.”
Bu zor koşullara rağmen “aykırı” bir platformun inşası gerçekleştirilebilir.
“DÜŞÜNÜRLERE ULAŞMAK: KİŞİSEL BİR DENEYİM”
Avrupa’nın farklı ülkelerinde 5 milyonu aşkın Türkiye kökenli insan yaşıyor. 2000’li yıllardan itibaren giderek artan bir akademisyen kitlesiyle karşı kaşıyayız. Birçok alanda ve üniversitede Türkçe konuşan uzmanlar bulabiliyoruz: Hukuk, dilbilim, yazınbilim, sosyoloji, tıp, siyasal bilimler, (özel) pedagoji, psikoloji, İngiliz dili ve edebiyatı, çeviribilim, tiyatro, sanat tarihi, elektroteknik, yazılım (hem de havacılık ve uzay alanında), tasarım, spor, çeşitleriyle mühendislikler vs. Ayrıca yazarlar, gazeteciler, film yapımcıları, sanatçılar da sayılabilir… Kimi zaman Türkiye ve/ya da Avrupa’da yayın yapan Türkçe medyaya ya da Alman medyasına demeç verdiklerinde adlarını duyuyoruz, belki de özel bir başarı, sıra dışı bir durum buna vesile olabiliyor. Göz gezdirdiğimiz bir web sayfasında tesadüfen karşımıza çıkabiliyorlar: Vakıflarda, enstitülerde, kültürel ve sosyal faaliyet yürüten kuruluşlarda….
Yaklaşık on yıl önce, kimseye hiç de tavsiye etmeyeceğim, zahmetli, aylar süren ve birkaç kez tekrarladığım bir görev üstlendim: Neredeyse tüm Alman yüksekokullarının – bazı Avrupa ülkelerindeki üniversiteler de dahil – web sitelerini böylesi adlar bulabilmek için inceledim, fakülte fakülte, enstitü enstitü, kürsü kürsü…. Bulduğum adları -kimi profesördü, kimi akademik asistan, kimi asistan öğrenci- şahsen aradım ya da onlara birer email yazdım. Çok sayıda ilişki bu şekilde kuruldu, bir yazar kadrosu oluştu.
Aldığım son yanıtı örnek vermek istiyorum, ad belirtmeden elbette: “mail’iniz için çok teşekkür ediyorum. Böyle bir yayının olması beni sevindirdi ve şu andan itibaren derginizi kesinlikle takip edeceğim.” (Temmuz 2020)
DÜŞÜNÜRLER GÜNCELİ YORUMLAMALI
Ancak bu yöntem kesinlikle yeterli ve kalıcı değildi. Yayıncılıkta uzun soluklu olmak da yetmiyor, güncel haberlere, güncel tartışmalara “düşünürlerin” görüş ve yorumlarıyla eşlik etmesi gerekiyor. Nitelikli bir medyanın buluşma zemini oluşturması ise kaçınılmaz, belki de bu platformun verimliliğini sağlayacak en önemli etmenlerden biri medya. Düşünürleri sıkça düzenlenmesi gereken konferanslarda, bilgilendirme toplantılarında görebilmeliyiz. Farklı görüşlerin pratik sonuçlarını yaşayarak deneyimleyebilmeliyiz.
Başka çıkarların bize tuttuğu aynada kendimizi eğri görmemek üzere, “açık tartışmalar için neredeyse hiçbir zemin” bulunmadığı ve “aykırı görüşler için de saygı”nın olmadığı bilinciyle, düşünürlerin toplumla birleşmesini sağlamak ivedi bir görevdir.