Almanya’da 26 Eylül’de yapılacak seçimler hızla yaklaşırken partilerin değişik konulardaki tutumları da yavaş yavaş belirgin hale geliyor. Başbakanlık ipini kimin göğüsleyeceği, Bundestag’da aritmetiğin nasıl gerçekleşeceği ve muhtemel koalisyon formülleri ile birlikte ana meselelerde partilerin pozisyonları da gündemdeki yerini almaya başlamakta. Bu konular önümüzdeki haftalarda gündemimizi daha çok meşgul edecektir. Bugün (6 Haziran) Sachsen Anhalt seçimlerindeki Hıristiyan Demokrat (CDU) zaferini genel seçimler için ölçü ittihaz etmek isteyenler varsa da şu bilinen bir gerçek ki, Almanya’da Eyalet seçimleri ve genel seçimleri tamamen ayrı ele almak gerekiyor.
Almanya’da yaşamakta olan Türkler, seçimleri her zamanki gibi iki kategoride ele alıyorlar. Birincisi, Almanya’daki Türklerin durumuna etkisi; ikincisi ise, Türkiye-Almanya ilişkilerine etkisi. Bu seçim sürecinde ülkede yaşayan Türklerin durumu, şimdiye kadar hiç görülmediği derecede Türkiye ve Almanya’nın ikili ilişkilerinin vesayeti altına girdi. Bu gerçek, oy kullanma hakkına sahip Türklerin siyasi tercihlerini etkileyeceği kadar, Türklerin oylarına talip siyasi partilerin bizlere karşı tutumlarını da belirleyecek karakterdedir. Son birkaç yıldır yapılan seçimlerde görüldüğü gibi, Türklerin oylarının artık belli partilerin tekelinde olmadığı gerçeğinden hareketle, partiler arasındaki oy kaymalarının daha yoğun yaşanacağını tahmin etmek zor değil.
Çokça yaşandığı gibi birkaç bin oyun meclis aritmetiğini değiştirmede mühim rol ifa edebileceğinden hareketle, eğer oy kullanma hakkımızın değerini ve ağırlığını idrak edebilirsek, Almanya’nın kaderinde müspet bir tesir icra edebileceğimiz biliniyor. Bu noktada asıl sorulması gereken soru; acaba bunun ne kadar farkında olduğumuz ve toplum olarak bu yönde bir irademizin bulunup bulunmadığıdır. Şimdiye kadar yapılan seçimlerde oy hakkına sahip insanlarımızın bu haklarını yeterli ölçüde kullanmadıkları acı bir gerçektir. Sandığa uzak kalışımızın hem kazanılmış haklarımızın muhafazası hem de yeni haklar elde etme konusunda bizleri dezavantajlı bir konumda tuttuğu da biliniyor.
Avrupa’da hakların ancak sahipleri tarafından kullanıldıklarında bir anlamı vardır ve demokratik haklarımıza sahip çıkıp kendimize özgü bir tavrı sergilemediğimiz sürece toplumun ana katmanlarının daima birkaç basamak gerisinde kalacağımız ve bu açığın acımasızca yükseleceği bir hakikattir. Siyasi hayata katılımın, içinde yaşadığımız toplumla uyumumuz ve müşterek bir gelecek inşasında da inkar edilemez bir yeri vardır. Bunların şuuruyla hareket etmemiz, sadece yaşadığımız ülkede haklar ve avantajlar elde etmek hususunda değil, Türkiye-Almanya ilişkilerinin müspet manada inşasında da katkı sağlayacaktır.
Dile getirilen meselelerdeki başarı, sadece temennilere bağlı olmayıp, toplum olarak siyasi partiler nezdinde yapacağımız teklifler, telkinler ve tenkitlerle doğrudan alakalıdır. İfade hürriyetinin gayet geniş bir alana yayıldığı Almanya’da bu imkanı sonuna kadar kullanma hususunda kararlı tutum sergilememiz şarttır. Kararlılığımız, her alanda birçok avantaj sağlayacaktır.
26 Eylül seçimlerinde de -şimdiye kadar seçtiklerimiz bizi her ne kadar büyük ölçüde hayal kırıklığına uğratmış olsa da- birçok seçim bölgesinde insanlarımızın yine siyasi tavırlarına fazlaca bakmadan Türk veya Türkiye kökenli adayları destekleyecekleri açıktır. Umarız, bundan sonra seçilenler eskiler gibi menfi rollere soyunmaz, sömürge valisi tavırları takınmazlar. Şurası açıktır ki, siyasi partilerin son yıllarda orta kesimi oluşturan insanlarımıza karşı takındığı olumsuz hatta düşmanca tutum terk edilmeden, parlamentoya gidecek ‘bizden’ isimler bizi temsil etmeyeceklerdir.
Bu anlaşılmaz tutumun değişmesi için sadece seçimden seçime değil her zaman büyük gayret göstermek mecburiyetindeyiz. Hadiselerin arkasından mangalda kül bırakmayan Sivil Toplum Kuruluşu temsilcilerimize bu noktada büyük görevler düşmektedir. Yapılması gereken gerekli tedbirlerin problem kapımızı çalmadan alınmasıdır. Bu husustaki vurdumduymazlık ve sorumsuzca tutumlar, günümüzde şikayet ettiğimiz birçok problemin varlığının asıl sebebidir.
Daha güzel bir gelecek için önümüzdeki dört aylık süreyi iyi değerlendirmeli ve kararlı bir tutum sergilemeliyiz.
Şefik Kantar yazıyor/İntertürk