Annemiz Vahide, 16 yaşındayken, 3 çocuklu bir bir adam (Numan Karaçay) ile evlendirildi.
O 3 çocuğa öz evlatları gibi baktığı, tüm mahallelirce konuşuluyordu.
O adamdan 6 çocuk doğurdu.
O 6 çocuktan biri bendim.
O adam da, mahalleli tarafından ‘Çok iyi bir insan’ olarak anlatılıyordu.
O adamın, biri çarşıda, biri de mahallede iki manav dükkânı vardı.
Annemiz, mahalledeki manav dükkânına, sonradan olma 9 çocuğu ile bakmak mecburiyetinde idi.
Babamız. 5 Aralık 1946’da vefat ettiği zaman ben 4 yaşındaydım.
Babamızın ölümünden sonra mahalledeki manav dükkânını işletmeye devam eden annemiz, sabahları 05.00’te sebze haline gidiyor, satışa sunacağı malları at arabası ile dükkâna getiriyordu.
Avlumuzda 20 baraka vardı. Bunların tamamı Roman vatandaşlarımıza kiralanmıştı.
Annemiz bu işlere de bakıyordu. Tabii ki çoğu zaman ödenmeyen kiralara, manavdan borç defterine yazdırılarak alınanlar da ekleniyordu. Tabii ki sonunda da, defterdeki borç sayfalarına bir çizgi çekiliyordu. Mahallelinin tam bir yardım ocağıydı annemiz.
Gelişen ve delikanlı olan ağabeylerim evimizin altındaki manav dükkânının yanına bir kahvehane açmışlardı. İyi ama, kahvehanenin de sabah erken açılması gerekiyordu. Fedakâr ve cefakâr annemiz bu görevi de üstlenmişti. Sabah erken çarşı dönüşünden sonra kahvehaneyi de açıyor, kömürlü ocağı yakıyor ve çayı demliyordu. Ben erken kalktığım zamanlarda geçtiğim kahvehanede annem ve müdavimler ile birlikte radyoda önce kur’an-ı Kerim, sonra da arapça şarkı dinlerdim.
İşte biz böylesi fedakâr, cefakâr bir anne tarafından yetiştirilmiştik. Delikanlılıktan adamlığa terfi eden ağabeylerim, Özel İdare’den kiraladıkları turistik tesisleri işletmeye başlamıştı.
Ben de tüm bu işler ile haşır neşir olmıştum. Ama bir tesadüf eseri dünya turuna çıkma mecburiyetinde kaldım.
Dünya turu yaparken 10 Kasım 1967’de, Kanada’dan geldiğim Hollanda’da, 11 kasımda annemizin ölüm haberini aldım.
Rahat uyu anne.
Geride bıraktıklarının tamamı, sayenizde refah bir hayat yaşadılar.
İlhan Karaçay yazıyor