İstanbul, böyle de güzel!
Sevgili okurlar,
Memleketteyim yine..
Mevsim Sonbahar..
Sarı, sarı yapraklar, Sapanca Gölü kenarında, sana, bana el sallıyor..
Göl, derin bir uykuda..
Son göçmen kuşları da gitti, gidecek, hazırlıklarda..
“Her akşam güneşin battığı yerde” gözlerim…
“Limandan demir alan bir gemi” gibi güneş..
Battı, batacak, gitti, gidecek..
Hayaller, karamsarlıklar, bezginlikler ve İstanbul’a yolculuk..
Adapazarı, İlçe otobüs duraklarında, Arifiye otobüsündeyim..
20 TL istedi şoför..
Tek kişilik bir koltuğa kuruldum, şöyle gazetem Bizim Sakarya’ya, bir göz attım..
RAYLI SİSTEM GELİYOR..
Vay be!
Yıllar sonra kentimize “raylı sistem” geliyormuş,
“Raylı sistem!..”
Nasıl sevinmez insan, nasıl?
Gerçi, bu raylı sistemi, “Adapazarı-Arifiye hattında” yıllarca test etmedik mi?
Ankara’dan da izin çıkmış ya, resmi gazetede yayınlanmış ya?
Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem Yüce, hizmetlerine, bir halka daha ekledi ya..
Helal olsun!
Raylı sistem bu!
Bir kent için, az şey değil..
Müjdeler olsun!
Akyazı’da lise, okul, Adapazarı’nda kültür binası yıkarız ya, kimin umurunda!?
Okuyacaklarda ne olacak ki?
Diploma, ne işe yarıyor ki?
Ankara’da adamın varsa, gel keyfim gel!..
TAM KARŞIDA İSTASYON!
Şoförüm, Arifiye Yüksek Hızlı Tren İstasyonu yakını, bir sokakta indirdi..
“Aha, şuradan yürü, tam karşında istasyon!”
Tren yolcuları, indi bir, bir..
Yürümeye başladık..
Ya yaşlılar, ya çocuklar, ya çocuk arabalı kadınlar, burayı nasıl yürüyecekler?
Biraz terledik ama, yürüdük..
“Yürümekle yollar mı aşınır?”
Kim mi, söylemişti?
Önemi mi kaldı?
Eskiye bakan, örnek alan, ders çıkaran kim?
Uzatmayalım, kimlik gösterip, 5.Vagon için 85 TL ödeyerek, biletimizi aldık..
Kontrollerden geçtik, tren geldi, ver elini İstanbul..
Hey gidi günler, hey!?
Adapazarı Atatürk Stadı’nda ki, o sesler unutulur mu?
Cuf, cuf, cuf, cuf!..
Raylı sistemin, vagonların, trenin simgesi bu ya, Adapazarı’ndan yükselirdi..
Ne kadar geri kaldığımızı, ihmale uğradığımızı düşünebiliyor musunuz?
İZMİT, HEREKE, PENDİK?
Bütün umutlarımızın, bir kara tren yolcusunda olduğu günler, ne çabuk geçiverdi, ne çabuk!
Sapanca Gölü kenarında, çınar ağaçları sıra, sıra..
Sanki uğurlar bizi!
“İzmit, Hereke, Pendik..” derken, Söğütlüçeşme’de son buldu, tren yolculuğumuz..
Tarife göre, buradan Beylikdüzü istikametine giden “metrobüse” bineceğiz, Mecidiyeköy, ya da Çağlayan’da ineceğiz..
İstanbul, kalabalıklar, bir rüzgar gibi çarptı yüzümüze..
Büyük yarış var!?
Metrobüste bir koltuk bulan, milli piyangodan, büyük ikramiyenin sahibi gibi..
Tepeleri, boğazı, köprüleri, nazlı, nazlı ilerleyen, yolcu gemileri ile İstanbul..
Yerini şimdilerde, gökdelenlere terk etmiş, gökdelenlere!..
Tepeler gitmiş, gökdelenler gelmiş İstanbul’a..
İstanbul böyle de güzel, amma ve lakin?
Kim mi ihanet etmiş, İstanbul’ kim mi?
Paranın, ne önemi var?
SULTANAHMET’TE BEKLİYORUM!
Bir mesaj?
Kazakistan’dan sevgili dostumuz, meslektaşımız Naziya Bissenova gelmiş..
“ Yusuf Bey Gardaşım, Sultanahmet’deyim.. Buluşabiliriz.. Ahmet Tüzün’de gelecek, iyi olur!”
Olmaz mı?
Soruyorum; Çağlayan’dan, Sultanahmet’e nasıl gideceğim?
İstanbul’un, yeni yol bilmez sakinlerinin, her biri ayrı bir öneri getiriyor..
“Kimi Haliç’te in, kimi Vezneciler’de in, oradan tramvay ile Sultanahmet’e geç” diyor?
Az mı çilesini çektik, Laleli, Vezneciler, Çemberlitaş’ın..
Veznecilerde iniyorum, ama az yol yok, metrodan çıkmak ayrı bir dert, yürümek ise ayrı!?
Neyse, Laleli istasyonundan bir tramvay alıp, Sultanahmet’e ulaşıyorum..
KAZAKİSTANLI NAZİYA?
Kazakistan’ın gülün yüzü, gönüllü elçisi, çalışkanlık temsili Naziya Bissenova ile buluşmak zor olmadı..
Ardından Ahmet Tüzün, sonra Serdar Bey geldiler..
Bir çay içimi, sohbet, resim çektirmeler ve İstanbul sen ne güzelsin!..
Öyle ya, hangi İstanbul?..
Başkan Ekrem İmamoğlu’nun kenti İstanbul’dayım..
Anılar, anılar, hatırlamalar, hey gidi günler, hey!
Daha dün buralarda yaşayanlar, dostlar, arkadaşlar nerede?
Aaa “Çemberlitaş Hamamı, yerli yerinde” ya?
Ahmet kardeşim, eski bir köfteciyi arıyor, ya Serdar kardeşim..
Ah be Cağaloğlu yokuşu, sen nelere gadirsin, sen!
Bu yokuşun çilekeşleri nerede şimdi..
Türkiye Gazetesi, Hürriyet ve Cumhuriyet binaları önünden geçip, Sirkeci’ye iniyoruz..
NE ARA KAYBETTİK BU GÜZELLİKLERİ?
Sıcak, bir demli çay keser bizi..
Yanında şöyle cevizli, fıstıklı Gaziantep baklavası..
Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım da, memlekette tatlı yiyip, tatlı konuşulacak hal mı kaldı?
“Beterin, beteri var, haline şükret dostum” şarkısı aklıma düşüyor..
Ah be Filistin, ah be!
Bu kaçıncı vuruluşun, yıkılışın!
Her şey pahalı da, “barışın bu kadar pahalı olduğu günleri” yaşıyoruz..
Barışın, dostlukların, güzelliklerin..
Ne ara, kaybettik bu güzellikleri, ne ara?
Yusuf Cinal yazıyor, 23 Ekim 2023
Yusuf Cinal
Diğer Yazıları
Yönetici