Yusuf Cinal
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Ölmüşüz de, ağlayanımız yok!

Ölmüşüz de, ağlayanımız yok!

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala


Sevgili okurlar,
Nisan yağmurlarından sonra, mayıs ayında da beklediğimiz havayı ne yazık ki bulamadık..
Paltomuzu astığımız yerden, tekrar sırta geçirdik..
Havalar soğuk ve üzerimizde kara bulutlar dolaşıyor..
Şimşek çakıyor, gök gürültüsü ile kediler, sokak hayvanları sığınacak bir delik arıyor..
Şöyle güneş kendini gösterse de, bahçemde uzayan çimleri biçsem diye fırsat kolluyorum..
Nihayet, o fırsat aralığını yakılıyor, bir solukta, bahçemde açan çiçekler, uzayan otlar arasında, makineyi gezdiriyorum..
Fırsat bu ya, değerlendirmek gerek!..
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, toprağın suya kandığını söyleyemem!..
Ama, yeşeren, uzayan otları temizleme fırsatı bulmak ne güzel!..
Şimdi, çarşıya inmenin zamanı!..
Şöyle Atatürk Bulvarı’ndan salına, salına yürümek..
Mayıs aylarında bir başka güzel Adapazarı..

BİZİM SAKARYA’DA?
“Çarşı” diyorsam, elbette,” Bizim Sakarya Gazetesi’ne “uğramak gerek..
Mansur Yılmaz ustam, Osman Hakan Karslı ve Rabia Kaya ile stajyer meslektaşlarımız ile bir çay içimi de olsa, “merhabalaşmak” gerek..
Ya, yıllara rağmen gazetesini ayakta tutmaya çalışan,” Bizim Sakarya Gazetesi kurucusu Adnan Y. Yüksel ve Aydın Yüksel ustam ile buluşmadan” olur mu?
Öğlen vakti, ne güzel gider Adalı’da yoğurtlu döner!
Şemsiyeli parkta, emekli sohbeti..
Yola koyuluyorum!..

UĞUR BÖCEĞİM?
O da ne, takım elbisemin sol yakasına, “bir uğur böceği” konuyor..
Bir uğur böceği!..
Bu havada ha!
Güneşin, bulutlar arasından, ara sıra kendini gösterdiği saatler, bu ya?
“Bir rozet gibi yakama konan Uğur Böceği, uçsun” diye, bekledim…
“Uç, uç böceğim, anne sana yağlı ekmek verecek” dedim, yine uçmadı..
Nerede kaldı, çocukluk günlerimizin yağlı ekmek dilimleri?
Hatırlayan var mı?
Onunla birlikte yürüdüm, merkeze doğru..
Uğur Böceği, bana eski “Hıdır-İlyas” kutlamalarını hatırlattı..
Adapazarlıların akın ettiği Çark Mesiresi ve Akyazılıların vazgeçilmez, piknik, mesire alanı Kuzuluk Acı su..
Otomobillere, at arabalarını, faytonlara, traktörlere, kamyon kasalarına doluşup Hıdırellez heyecanı yaşadığımız günler..

ESKİLERE GÖTÜRDÜ?
Bir de Akyazı gelini, sevgili meslektaşım, Cumhuriyet’in öğretmeni Zuhal Erol’u hatırlamadan olur mu?
Ne güzel yazmış, kendi köşesinde “Mayıs ayının buluşmaları, çayır, çimeni, çiçekleri, böcekleri, o eski ihtişamlı “Hıdır-İlyas(Hıdırellez *)” günlerini..
Bir okuyalım mı?
O eski günlere gidelim mi?
“Merhaba sevgili dostlar ,

Burası çocukluğumun mesire ve piknik alanı.
Hıdırellez kutlamalarına katılırım diye dün ders çıkışı heyecanla gittim. Dereye yakıncak bir gölgeye oturuverecektim. Korktum da yer bulamam diye ama


KİMSECİKLER YOK?

Bir baksam ki ! Ohooooo! Bomboş ! Kimsecikler yok !

Ağaç altlarında , gölgelerde , dere boyunda serili kilimler olurdu yok ! Hasır sepetlerde köfte, kısır , renkli yumurtalar , börek dolu tencereler yok ! İp atlayan anneler , holohop çeviren, yakar top oynayan kızlar , derede yüzen oğlanlar , pamuk şekerci, mis lahmacuncu da yok! E onlar gelmeyince tezgahta yeşil erik , çimende salatalık kabuğu , derede patlak top da yok . Biri, hiç biri de mi kalmaz yahu ! Yok !

Bankta oturdum kaldım . Başımda salkım söğüt var ama, dalına takılmış şeytan uçurtması da yok!

Duvar dibinden bir delikanlı

– pişştt ufaklık gelsene bi – der , ben de koşarım,

– bu gülü şu sarışın ablana versene – der ,

Ben de gıcıklığına anlamamış gibi

-hangisi – diye üstelerim .

-Şu işte şu sarı, çilli olan , adı Ayşen ! der ..

Heeee tamam der gider gülü annem görmeden kıza veririm.

Diye bekledim .

Ama olmadı . Ne çağıran ne gül veren . Yok !

Yılın en coşkulu mevsiminde, en neşeli ayında hem de Hıdırellez’de parklar boşsa .Yaşadığımıza dair tek işaret parkta oynayan çocuklar ve dallarda kuşlarsa

ÖLMÜŞÜZ DE, AĞLAYANIMIZ YOK?!

Bu şehirde hayat bitmiş be more!

Tatlı telaşlar küçük umutlar da bitmiş gülüm benim !

Eskidendi çok eskiden” diyorsunuz biliyorum da… Ama kaybetmişsiniz !

Siz, neyi kaybetmişsiniz biliyor musunuz ? Heyecanı !

Yaşamın coşkusunu, umudu , tabiatın kalp atışlarını .

Vay be, Ayşen!

Ölmüşüz de, ağlayanımız yok !

Yazık …

Şarkıdaki gibi ,

Bir mevsimlikmiş senle aşkımız ,

Faydası yok ayrılmalıyız !”

Böyle yazıyor Zuhal Erol Hocam..
Böyle içten, kalpten, çayır, çimen, eski Hıdırellez günlerini..
Nasıl hatırlamam, nasıl?

KUZULUK ACISU?
Kuzuluk Acı su Hıdırellez günlerini..
Sel olur, Akyazı ve köylerinde yaşayanlar oraya akardı..
İpler sallanır, salıncaklar kurulur, uçurtmalar uçurulur, en güzel kır oyunlarını oynardı, genç kızlar, erkekler..
Anneler, babalar ateş başında güne hazırlık yaparlardı, güne..

Halk için ayrılan çeşmeden acı su akardı, acısu(Madensuyu)..
Bir yudumluk su için sırada beklerdik..
İşte böyle bir günde, böyle coşkulu bir Hıdırellez gününde kaybettik Adil’i..
Daha bıyıkları yeni bitiyordu, üzerinde, çiçekli mintan..
Bir magandanın tabancasından çıkan serseri bir kurşuna kurban gitti, arkadaşımız..
Hatırlamadan olur mu Adil’i..
Akyazı Alaağaç Köyü’nün efendi, sessiz, yakışıklısı..

Bu halleri da vardı, memleketin, bu halleri!..


PARKLAR YAPTIRDIK?
Güzellikler hep baki ya, “şu magandalıklar, efelenmeler, dayılık ve kabadayılıklar da”, ne oluyor?
Acısı ile tatlısı ile bizim ellerde, “Hıdırellez buluşmaları mı kaldı”, Hıdırellez?

Çayır, çimen, kırlarda kızlar, erkekler, sere serpe oyun oynadığımız günler!?..
Bizim çok konuşacaklarımız var da, ya bugünün gençleri?..
Onlar için de,” parklar yaptırdık, yatıp yuvarlansınlar, bisküvi yesinler” diye?
Yusuf Cinal yazıyor, 10 Mayıs 2024

(*)
Hızır ve İlyâs isimlerinin halk ağzında aldığı şekilden ibaret olan hıdrellez, kökü İslâm öncesi eski Orta Asya, Ortadoğu ve Anadolu yaz bayramlarına dayanır.. Türkiye’de baharın müjdecisi olarak ta kutlanır..

Ölmüşüz de, ağlayanımız yok!
Yorum Yap