Bir zamanlar Nezih Demirkent’in ve Garbis Keşişoğlu’nun yönetimi, Hikmet Feridun Es, İlhan Karaçay, Faruk Zapçı, Muammer Elveren’in röportajları mumla aranır oldu.
Hürriyet, sınır ötesinde yayınlanan dünyanın en yüksek tirajlı gazetesiydi. Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’u kapsayan Benelüks ilavesi de, Türkiye’de bölge yayıncılığında örnek alınacak nitelikteydi.
Türkiye’deki iletişim fakültelerinde gazetecilik tahsili yapanların, bölge gazeteciliğinin ne olduğunu anlamaları için, o günlerin Avrupa Hürriyet gazetelerini arşivlerde bulup incelemeleri gerekiyor.
(Haberin Hollandacası en altta. Het nieuws in het Nederlands staat helemaal onderaan.)
İlhan KAAÇAY derledi:
‘Bir zamanlar’ diye başlayan film isimlerine aşina olduk artık. Baş rollerini Charles Bronson, Henry Fonda ve Calaudia Cardinale’nin oynadığı, 1960 yapımı ‘Bir Zamanlar Batıda – Once Upon a Time in the West’ adlı filmi defalarca izlemişizdir. Bir süre önce de, ‘Bir zamanlar Çukurova’ ve ‘Bir zamanlar Kıbrıs’ filmlerini izledik. Ben de bu isimlerden esinlenerek, ‘Bir zamanlar gazetecilik’ başlığı ile, dünün ve bugünün gazeteciliğini irdeleyeceğim. Kim bilir, belki bir gün bu isim ile de bir film yapılır.
Dünün ve bugünün gazeteciliği…
Peşinen belirtmek isterim ki, amacım, bu yazıda övgüyle söz edilen kişilere paye dağıtmak olmadığı gibi, şimdi anonim olarak yerdiğim meslektaşlarım için ise, istisnalar geçerlidir. İstisnalı meslektaşlarım içinde de, çok güzel çalışmalar yapanlar vardır tabii.
Eskiden, bir gazeteye 10-15 bin tiraj artırma başarısını gösterenler, gazete patronları tarafından baş tacı yapılırdı. Asparagas gazeteciliği ile 100 bin fazladan tiraj alan, geçici hokkabazlar hariç tabii… 1970’li, 1980’li ve 1990’lı yıllarda, gazeteciliğin mutfağındaki tüm yemekleri yapabilen uzman bulmak çok zordu.
‘Yoktu’ demeyip ‘zordu’ dememin nedeni, birilerinin var olduğunu anlatacağım içindir. Var olan bu uzmanlardan biri, hatta en baştaki, rahmetli Nezih Demirkent’ti. Hürriyet’in başına getirildiği zaman hem Genel Müdürlüğü ve hem de Genel Yayın Müdürlüğü görevini üstlenmesinin tek nedeni, Demirkent’in yukarıda belirtilen hususiyetlere sahip olmasıydı. Baskı işinden, ilan işine, eleman bulma işinden yazı işlerine ve rakip gözetlemeden dış haber kadrosu oluşturmaya kadar, uzmanlaşmış olan Nezih Demirkent, işte bu özelliği nedeniyle başarılı oluyor ve eline aldığı gazetelere tiraj kazandırıyordu.
Demirkent, Hürriyet’in başına geçtikten bir süre sonra, Çetin Emeç’i, Seçkin Türesayı ve Erol Türegün’ü medyaya kazandırmış bir usta olarak, ününe ün katmıştı.
Demirkent’in bir de yurt dışındaki mucizesi vardı. Yurt dışı yayınlarını güçlendirmek için, Almanya’da Garbis Keşişoğlu’nu, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’da naçizane şahsımı, İstanbul’daki ekibin başına da Ertuğ Karakullukçu’yu getiren Demirkent, bu konuda da çok başarılı oldu. Öyle ki, Avrupa yayınlarına daha önce başlamış olan Tercüman Gazetesi’nin, özellikle tutucu okuyucular sayesinde elde etmiş olduğu tiraja ulaşmak hayal bile edilemiyordu. Yurt dışında kurduğu muhabir kadrosunu geliştiren Demirkent, bizler ile yaptığı istişareler sonrasında atraksiyon üzerine atraksiyon düzenliyordu.
Önce, Tercüman’ın ünlü yazarı Murat Sertoğlu’nu kadroya dahil etti. Daha sonra Sertoğlu’na Avrupa turu yaptırdı. Güreş tefrikacısı ve tarih yazarı olan Murat Sertoğlu ile Avrupa’nın dört bir yanında, pansiyon pansiyon dolaşıp yurttaşlar ile toplantılar yaptık.
Kadroya alınan bir diğer yazar, Kıbrıs Türktür Derneği’nin kurucu ve Genel Başkanı olan Hikmet Bil de cabasıydı tabii…
Demirkent daha sonra, yurttaşlarımız ile bütünleşmek için, Türkiye’nin o dönem en iyi Hafız ve Mevlithanlardan oluşan bir grubu, merhum Hacı Hafız ve Mevlithan Nusret Yeşilçay başkanlığında Almanya, İsviçre, Hollanda ve Belçika’ya gönderdi. Naçizane şahsımın rehberliğinde, Avrupa’nı 28 yerinde mevlit okutuldu.
Şimdilerde çok kişinin o yıllarda neler yapıldığından maalesef haberi yok bile… Dünya’da sınır ötesinde yayınlanan en yüksek tirajlı, Avrupa’da basın camiasında örnek gösterilen Hürriyet Gazetesi, şimdilerde beceriksiz, konulardan bihaber sözde yöneticiler tarafından batırıldı… Rahmetli Demirkent döneminin ‘Amiral gemisi’ Hürriyet, şimdi bir ‘sandal’ haline dönüştü. Çok kişi, Demirkent ve ekibinin ne yapmak istediğini kavrayamamıştı… Bugün dahi, basın dünyasında bazıları, bir zamanlar Almanya ve Benelüks ülkelerinde gündemi tayin eden bu ekibin başarısını hazmedemedi, Hürriyet bünyesinde, mevcudu bile devam ettiremeyenler, gazetenin Türkiye ve Avrupa’da yerlerde sürünmesine yol açtılar.
Hollanda’nın en ciddi gazetelerinden NRC Handelsblad, Ertuğ Karakullukçu, garbis Keşişoğlu ve İlhan Karaçay üçlüsünün fotoğrafıyla yayınladığı tam sayfa haberinde, ‘Hollanda’da en çok satılan yabancı gazete’ ve ‘Hürriyet:Hollanda Türkleri’nin sesi’ başlıklarıyla yayınlamıştı. Sağda ise, Hollanda haritasına dağılmış Hürriyet kadrosu görülüyor.
BUGÜNÜN GAZETECİLİĞİNE GELİNCE: Gazetecilik, dün ile bugün arasında öylesine keskin bir değişim geçirdi ki, eski günleri anımsadığımda, bazen kendimi bir başka çağda yaşamış gibi hissediyorum. Geçmişin gazeteciliği, bugünle kıyaslandığında tam anlamıyla alın teriyle yapılan bir meslek, bir emek mücadelesiydi. O zamanlar, haber peşinde koşan muhabirlerin ellerindeki tek sermayesi; merakı, azmi ve etiğe olan bağlılığıydı. Haber bulmak, doğrulatmak ve topluma ulaştırmak için ne büyük mücadeleler verdiğimizi bir biz biliriz, bir de o günleri bizimle paylaşan meslektaşlarımız.
O dönemde bir haberi ulaştırmak, günümüzde dakikalar süren bir iş değil, saatler, hatta bazen günler alan bir serüvendi. Haberlerimizi yazdıktan sonra, fotoğrafları ulaştırmak ayrı bir çileydi. Bugünkü gibi dijital makineler, internet bağlantıları veya bulut sistemleri (çevrimiçi depolama sistemleri) yoktu. Fotoğrafları filme çeker, ardından bu filmleri bir zarf içine koyar ve nefes nefese havalimanlarına koşardık. Oradan bir yolcu bulup, zarfımızı emanet etmek için türlü dil dökerdik. Eğer bu mümkün olmazsa, elimizdeki kısıtlı bütçeyle zarfımızı kargoya verir ve “Acaba yerine ulaşacak mı?” endişesiyle beklerdik.
O günlerde, gazetenin ertesi gün baskıya yetişmesi için gösterdiğimiz çabalar, adeta birer hokkabazlık örneğiydi. Teknoloji yoktu, kolaylıklar sınırlıydı, ama bir şeyi çok iyi biliyorduk: Haber kutsaldı, halkın doğru bilgiyi öğrenmesi bizim temel görevimizdi. Bu sorumluluk, bizleri gece gündüz çalışmaya, her türlü riski almaya itiyordu. Muhabir kadrolarımız öylesine çalışkan, öylesine fedakârdı ki, bu çaba sayesinde gazetecilik hem bir sanat hem de bir onur mesleği olarak anılıyordu.
Bugüne geldiğimizde, teknoloji ile donatılmış bir gazetecilik dünyası görüyoruz. Akıllı telefonlar, sosyal medya platformları ve anında haberleşme olanakları, haberin ulaşılabilirliğini inanılmaz bir seviyeye taşıdı. Artık bir haberi anında yazıp göndermek, fotoğrafları veya videoları saniyeler içinde paylaşmak mümkün. Ancak bu kolaylıkların gazeteciliği daha iyi bir yere taşıyıp taşımadığı ciddi bir soru işareti.
Bugünün muhabir kadroları, ne yazık ki geçmişin fedakâr gazetecilerini aratıyor. Kolaylıkların ardına saklanarak haberciliğin zahmetli taraflarından kaçınan, araştırma ve doğrulama yükünü hafife alan bir zihniyetin ortaya çıktığını görmek üzücü. Birçok gazeteci artık masa başından kalkmadan haber yapmayı tercih ediyor; sahaya çıkmak, insanlarla birebir konuşmak, olayları yerinde gözlemlemek ikinci planda kalıyor. Oysa gazetecilik, insan hikâyelerini dinlemek ve gözlemlerle gerçekleri keşfetmekten doğan bir meslek.
Daha acı olan bir diğer gerçek ise, gazetecilikteki ahlaki ve ideolojik erozyon. Bugün birçok gazeteci, kendi ideolojilerini veya çıkarlarını meslek etiğinin önüne koymuş durumda. Tarafsızlık ilkesini bir kenara bırakan, geçmişte savunduğu değerlerden dönerek farklı ideolojilerin propagandacılığına soyunan isimleri görmek son derece hayal kırıklığı yaratıyor. Sağcı, solcu, dinci ya da tamamen apolitik; fark etmiyor. Döneklik, ne yazık ki birçok gazetecinin ortak özelliği haline geldi.
Bu kişiler, bir dönem halkın gözünde güvenilir birer haberciyken, şimdi taraflı yayın organlarının birer aracı olmuş durumdalar. Mesleki onuru bir kenara bırakıp, bağlı oldukları yapıların çıkarlarına hizmet eden bu gazeteciler (!), aslında bu mesleğe en büyük ihaneti yapıyorlar. Oysa gazetecilik, tarafsızlık ve doğruyu aktarma sorumluluğu üzerine inşa edilmiştir.
Bugün gazetecilik çok daha kolay bir hale gelmiş olabilir, ama bu kolaylıklar mesleğin temel değerlerini gölgelememelidir. Geçmişin gazeteciliği, zorlukların ve fedakârlıkların damgasını vurduğu bir meslekti; bugünün gazeteciliği ise ahlaki ve ideolojik bir sınavdan geçiyor. Gazetecilik, sadece haber yapmak değil, aynı zamanda bir kamu hizmeti sunmaktır. Bu nedenle, hem gazeteciler hem de medya kuruluşları, mesleğin temel ilkelerine sıkı sıkıya sarılmalı ve geçmişin o fedakâr ruhundan ilham almalıdır.
ERTUĞ KARAKULLUKÇU
Spordan, sosyal ve kültürel haberlere, magazinden dış politikaya kadar haberleri yağdırdığımız, İstanbul’daki ekibin başında bulunan Ertuğ Karakullukçu, bu haberleri en iyi şekilde değerlendiriyordu. Gece saat 01.00’lere kadar gazeteden ayrılmayan Karakullukçu, gazeteden ayrıldıktan sonra, uğradığı dost grubu içinde bir duble rakıyı ihmal etmemesine rağmen, ne hikmetse her sabah saat 09.00’da gazetesindeki görevinin başında oluyordu.
Bakınız, ‘Gazeteciliğin piri’ diyebileceğim Karakullukçu o dönemi nasıl anlatıyor:
EFSANE DÖNEMİN HÜRRİYET GAZETECİLİĞİ
Avrupa Hürriyet, tam bir mucizedir. Haberciliği ve gelişimi açısından gazetecilik okulları tarafından incelenmeli, tez konusu yapılmalıdır.
Hürriyet, Almanya’da yayına başlarken, piyasaya Tercüman gazetesi hakimdi.
Fakat iyi bir örgütlenme ve gözünü budaktan sakınmayan sıkı habercilikle Hürriyet, kısa zamanda Avrupa’nın mutlak hakimi oldu.
Türkiye’deki bir seçim gecesinde Frankfurt’ta 202 bin gazete basmıştık. Ortalama tiraj, 170 – 180 bin bandında gidiyordu.
DÜNYADA 1 NUMARA
Ben görevden ayrıldıktan sonra Frankfurt Hürriyet’teki arkadaşlar benden gazeteyle ilgili bir yazı istemişti.
O zaman, Avrupa Hürriyet’in tirajını Hindistan, Çin, Amerika dahil olmak üzere, dünyanın en çok satan gazetelerinin tirajlarıyla kıyaslamıştım. Bunu yaparken, ülke nüfuslarını, gazetelerin tirajlarına bölmüştüm.
Sonuç, umduğum gibiydi. Avrupa Hürriyet, ülke nüfusuna göre (gazetemiz için Avrupa’daki Türk sayısı) dünyanın en çok okunan 1 numaralı gazetesi çıkmıştı. Hiç abartı yok, dileyen hesaplayabilir.
EMSALSİZ EMEK
Bu büyük başarının ardında çok büyük bir emek vardı. Başta, kurucu babalar Nezin Demirkent ve Garbis Keşişoğlu’nun muazzam emeği… Benim, görevde olduğum sürece tek gün bile izin yapmadan geceyi gündüze karıştıran tutkulu emeklerim… Frankfurt merkezimizde, başta Nezih Akkutay olmak üzere arkadaşlarımızın tüm Avrupa’yı kucaklayan fedakâr emekleri… Ve en başta da, Avrupa’nın her köşesinde habercilik destanları yazan muhabir arkadaşlarımızın kan ter içindeki şahane emekleri…
O emekler, bugün artık tekrarlanamaz.
ÖNCE MUHABİR
Bir kere, Avrupa’yı fetheden o kadro, bugün Türkiye’de bile hiçbir gazetede yok. Zaten o gazetecilik anlayışı da artık maalesef mevcut değil. O dönemde muhabir, gazeteciliğin baş tacıydı… Yakın geçmişten bu yana ise, ne acıdır ki, her tensikatta öncelikle muhabirler akla geldi. Düşünülmedi ki, asker olmadan savaşılmaz; muhabir olmadan da gazetecilik yapılamaz.
OKURLA BÜTÜNLEŞME
Hürriyet’in Hürriyet olduğu dönemde, Avrupa’nın en ücra köşelerinde bile muhabir kazanma gayreti içinde olundu. Haber için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmadı. Haber isterse Antarktika’da olsun, anında atlar giderdik. Ve her koşulda vatandaşın yanında olundu… Heim’larda, fabrikalarda, Bahnhof’larda, hastanelerde, tercüme bürolarında, emeklilik işlemlerinde, Kapıkule ve Yeşilköy hava limanı gibi sınır kapılarında… “Gurbetçi”nin derdi derdimiz, sevinci sevincimiz oldu… Aşımızı bölüştük, Heim odalarında kuru fasulyeye birlikte az mı kaşık salladık ?
GÜLLE GİBİ MANŞETLER
Avrupa Hürriyet’in tirajındaki ilk hareketlilik, Kıbrıs Barış Harekâtı’ndaki gazetecilik başarısıyla ortaya çıtmıştı. Ama sonraki süreçte yaşanan yurttaşla bütünleşme, kesintisiz tiraj tırmanışını beraberinde getirdi. Dil, eğitim, emeklilik, konsolosluk, ikinci sınıf insan muamelesi, çifte vatandaşlık, yabancı düşmanlığı gibi ana sorunlar, Hürriyet’in manşetlerinde top gibi patlardı. Gazete, derdini o manşetlerden haykıran okur ile et ve tırnak gibi kaynaştı, yurt dışındaki insanımızın kimliğinin ayrılmaz parçası oldu.
TİRAJ, ETKİNLİK, SAYGINLIK
Avrupa’daki Türk’lerle, Ankara ve Avrupa başkentleri arasında köprü kurduk. Sadece gerçeğin peşinde koşan objektif ve sansürsüz gazeteciliğimiz, gazeteye tiraj yanında benzersiz bir etkinlik ve saygınlık kazandırdı… O dönemlerde Avrupa kamuoyunun gündeminde Hürriyet hep var oldu.
İŞTE O RUH VE İLHAN KARAÇAY
Efsane Hürriyet’in Hollanda kadrosundan bir başka fotoğraf.
Evet ne olduysa, en başta Avrupa’ya kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş temsilcilerimiz, saat mefhumunu sözlüklerinden silmiş Hürriyet muhabirleri sayesinde oldu. Hepsi aynı gazetecilik ruhunu taşıyan arkadaşlarımıza bir örnek olarak, İlhan Karaçay’ı gösterebilirim. İsterseniz gecenin 04’ünde arayın, anında telefonun öteki ucunda, anında göreve hazır, “Full Time” gazeteci… ‘Hollanda’ denince, akla gelen ilk isimlerden biri… Benelüx ilavesi ile bölgedeki Türk toplumunun gözü, kulağı, sesiydi İlhan Karaçay… Muhabir, yazar, ilan temsilcisi, matbaacı, gazete pazarlama uzmanı… Aynı anda hepsi. Hollanda’daki her kapıyı açacak bir çilingir yoktur ama bir habercilik sihirbazı İlhan Karaçay iyi ki vardır. Ve tıpkı diğer temsilcilerimiz gibi, İlhan Karaçay’ın da baş gıdası haberdir. O da haberle yatar, haberle uyanır.
TEMEL SORU
Bugün artık gazeteciliğin objektif koşulları çok değişti. Kabul etmek gerekir ki, Türkiye ortamında özgür gazeteciliğin alanı hayli daraldı. Bunun yanında, sosyal medya diye bir gerçeklik de var. Peki, teknoloji icat olundu da gazetecilik bozuldu mu? Kocaman bir hayır. Gazeteciliğin özü hep aynı kaldı. Mecrası, yapılış biçimi farklılaşsa da ruhu hiç değişmedi. O nedenle, bugün vahim tiraj kayıpları karşısında, bahaneyi yalnızca internet ve sosyal medyada arayan gazete yöneticileri, kendilerine önce şu temel soruyu sormalılar:
“Ya biz, gazetecilik adına ne yapıyoruz?” İlham ihtiyacı duyurursa eğer, arşivden eski gazete ciltleri getirtilip sayfaları karıştırılabilir.
Ertuğ Karakullukçu Hürriyet’in yurtdışı yolculuğunu kronolojik olarak şöyle sıralıyor:
Hürriyet 1 Mayıs 1948 doğumlu. Yurt dışındaki ilk baskısı, nisan 1969’da yapıldı. Yer, göçmen Türklerin en yoğun olduğu Münih. (Daha önce belli bir sayıda gazete İstanbul’dan Almanya’ya uçakla gönderiliyordu).
İşte, bu ilk şirketin Almanca adı: Hürriyet Europa Zeitungs GMBH… Hürriyet Avrupa Gazetecilik Limited Şirketi. İlk baskılar Bild gazetesinin basıldığı matbaada yapıldı.
Devir, Tipo baskı dönemi. İstanbul’dan Almanya’ya uçakla “matris” gönderiliyor. Yani, gazetenin bir tür özel kartona alınmış kopyası. O zamanki teknikle Münih’te kurşun kalıplara aktarılıyor. Bunlar, rotatif dediğimiz baskı makinelerine bağlanıyor. Düğmeye bastınız mı, diyar-ı gurbette kulaklarınıza senfonik lezzetler katan gürültüsüyle rotatif dönüyor… Huzurlarınızda, Almanya Hürriyet… Artık her sabah Almanya’da, giderek tüm Avrupa’da bir büyük bayram yaşanacaktır: Kocaman yürekleri vatan hasretiyle tutuşan Türk işçilerinin, gazeteleri Hürriyet ile kucaklaşma şöleni.
1969 sonbaharında Münih Havaalanı, yenileme çalışmaları nedeniyle hava trafiğine kapatılacak ve iki ay uçak inmeyecektir. Bu nedenle Hürriyet, hava trafiğinin en uygun olduğu Frankfurt’a taşınır. Bu süre içinde, Türkiye’de basılan gazeteler paketlenip uçakla gönderilir ve dağıtıma verilir. Ama dönemin ulaşım olanakları elvermediği için gazete Türkiye’deden bir gün sonra piyasaya çıkar. Taa ki, Hürriyet’in ilk elektronik iletişim köprüsünü kurmasına kadar.
1971’de, Hürriyet, Frankfurt’ta Tercüman gazetesinin tesislerinde ofset tekniğiyle basılmaya başlandı. Bu kez Türkiye’den matris yerine film gönderilmektedir. Ama her hava muhalefetinde, uçakların her aksamasında kahredici sıkıntılar yaşanmaktadır.
1973’te Hürriyet, Frankfurt Kölner Strasse’de (Köln Caddesi) ilk matbaasını kurdu. Şirketin adı, Hürriyet Ege GMBH olur.
1975’te, Frankfurt’un Zeppelinheim köyünde kurulan tam donanımlı Hürriyet matbaasına geçilir. Bu süreçte, Türkiye ile ilk elektronik iletişim kurulur. Hürriyet, İstanbul merkezimizden Frankfurt’a bilgisayar teknolojisiyle aktarılır. Uçakla matris göndermenin ardından film yollama yöntemi de sona ermiştir. İstanbul’dan düğmeye basılır basılmaz Hürriyet Frankfurt’dır. Büyük bir devrim: Böylece ilk kez bir Türk gazetesi, dünyanın her köşesinde Türkiye ile aynı anda yayınlanır. Yine ilk kez taa Amerika’ya kadar gönderilir. Zaman farkı nedeniyle gazete, New York’ta da aynı sabah piyasada olabilmektedir.
Hürriyet Almanya, 1999’da Dogan Media International GmbH adını alır.
2001’de, Frankfurt’un Mörfelden-Walldorf bölgesinde inşa edilen modern matbaa tesislerine geçer.
Nihayet, 29 Ekim 2004: İlklerin gazetesi Hürriyet, basında bir büyük devrime daha imza atar. 1969’da Köln’de başlayan yurt dışına açılma öykümüz, New York’ta baskı aşamasıyla yeni bir doruğa uzanır…
Gazetenin 1 Kasım 2004 tarihli Türkiye baskısı masamın üzerinde duruyor. Üst manşette bir fotoğraf: Hürriyet gazetesini ellerinde tutan insanlar. Newyork’ta Cumhuriyet Balosu’na katılanlar ABD basılan ilk Hürriyet gazetesini ellerinde tutuyorlar. Yan tarafta bir açıklama: Türk basınında sayısız ilke imza atan Hürriyet, ABD’de de günlük basılan ilk gazete oldu.
HÜRRİYET’İN DÜNYAYA YAYILMIŞ EFSANE KADROSU FRANKFURT’TA BİR ARAYA GELMİŞTİ
Kimler yoktu ki o zamanki Hürriyet’in yurt dışı kadrosunda. Üstte fotoğrafını göreceğiniz o kadrodaki isimleri hatırlayanlarınız olacaktır: Ayaktakiler: Yılmaz Övünç, Korkut Pulur, Yalçın Bingöl, İsmail Atlı, Ertuğrul Akçaylı, Nezih Akkutay, Ertuğ Karakullukçu (Yurt dışı Baskılar Müdürü) Şener Apaydın, Mine Çokbilir, Suat Türker (Köln), Çetin Emeç (Genel Yayın Müdürü), Mehmet Demirel (İtalya), Yıldız Kafkas (İsveç), Erdinç Ispartalı (İsviçre), Rodolfo Bella (İtalya), Şerif Sayın (Belçika) Metin Doğanalp (Stuttgart), Sait İşler, İlhan Karaçay (Benelux), Tuğrul Cebeci, Ahmet Külahçı, Orhan İnci. Oturanlar: Nusret Özgül (Belçika) Kamil Yaman (Avusturya-Berlin-Frankfurt), Ziya Akçapar (Yunanistan), Faruk Zapcı (İngiltere), Tevfik Dalgıç (İrlanda), Serdar Koçak (Münih), Ziya Melikoğlu (Düsseldorf), Ayhan Aydın (Berlin), Adnan Celepoğlu (sonradan Atik soyadını aldı), Abdullah Anapa (Stuttgart)
HÜRRİYET’İN HOLLANDA KADROSU
Hürriyet’in Hollanda kadrosu, İlhan Karaçay’ın başkanlığında 24 kişiden oluşuyordu. Bu kadro, gazetenin Hollanda’da 5 bin tiraja ulaşmasını sağlamıştı. Gazetemizi dağıtan Van Gelderen firması, üzerinde 1.000.000 yazılı özel bez poşetler bastırmış ve okurlara armağan etmişti.
Bugün Türkiye’deki bölge gazetelerinin, o yıllarda Almanya ve Benelüks ekibinin yaptıklarını örnek almaları gerektiğini vurgulamayı da, meslektaşlarıma karşı bir borç addediyorum.
Hürriyet’in Hollanda ekibi: Öndeki sıra soldan sağa: Telat Sağıroğlu (Haarlem), Turan Gül (Rahmetli oldu-Zaandam), Ünal Öztürk Yasemin Öztürk (Büro menajeri), İlhan Karaçay ( O zamanki kaptan) ( ??? ), Adil Aracı (Den Haag), Mustafa Koyuncu (Arnhem), Ergür Dinçkal (Deventer), Muhlis Ayboğan (Venlo), Orta sıra soldan sağa: Ahmet Denk (Rotterdam-Rahmetli oldu), Kemal Özen, Hüseyin Torunlar (Zwolle-rahmetli oldu), (Leiden ???), Nizam Sunguroğlu, Ramazan Ardıç, (Heerlen ???) Arka sıra soldan sağa: Yahya Yiğittop, Necati Çavuşğlu (Utrecht), Şenol Ocaklı (Hoorn), ( ???), Ali Esmer,
GARBİS KEŞİŞOĞLU
Hürriyet’in yurt dışında güçlenmesinde en büyük katkı sahibi olan Garbis Keşişoğlu’ndan biraz uzunca söz etmezsem, büyük bir haksızlık yapmış olurum. Hatta, Keşişoğlu’nun bu konuda, yurdışı güçlenişinin asıl kahramanı olduğunu belirterek…
Garbis Keşişoğlu, Hürriyet döneminden sonra, Asil Nadir’in satın aldığı GÜNAYDIN gazetesinin kadrosunu, Londra’dan rahmetli Nuyan Yiğit ile birlikte kurarken, Brüksel’deki buluşmamızda, şahsımı da Benelüks’ün sorumluluğuna getirdi.
Garbis Keşişoğlu, yurt dışında medya ile ilgili her gelişmeyi yakından takip ediyor, baskı ve teknoloji fuarlarını kaçırmıyor ve medya ile ilgili her toplantıya davetli olarak katılıyordu. Sabah Gazetesi’ni alan Dinç Bilgin ve Hürriyet Gazetesi’ni alan Aydın Doğan’a da danışmanlık yapan Keşişoğlu, şimdilerde Miami’de yaşıyor. Benim gibi, ilerlemiş yaşına rağmen medyadan kopamayan Keşişoğlu, pek çok gazete patronunun arayıp danıştığı bir uzman olduğu gibi, DÜNYA Gazetesi’ne de yazmaya devam ediyordu.
Keşişoğlu, yakından takip ettiği ABD Medyasını yazmış. Bir zamanlar Türkiye’de basının rotasını belirleyen Garbis Keşişoğlu, şimdilerde ABD basınını da şekillendirmeye çalışıyor. Türkiye’de medya yöneticilerinin, yukarıdaki yazıda sözünü ettiğim bireylerden öğrenecekleri çok şey var. Ben de, çok şey öğrenerek ve beğenerek okuduğum Keşişoğlu’nun yazısını sizlere de sunuyorum.
ABD basını tartışıyor: Pandemi sonrası yenilenme şart, ama bu nasıl başarılır?
Pandemiden sonra geleneksel basının nasıl şekilleneceğine dair tartışmalar, Amerikan medya çevrelerinde yoğunluk kazandı. Yakın geleceğe ilişkin beyin fırtınalarında ağırlıklı görüş, sosyal medyanın giderek daha fazla belirleyici olacağı… “Z” kuşağına gazete okutmanın neredeyse olanaksız olduğunda birleşiliyor ve geleneksel gazeteciliğin sosyal medya olanaklarından yararlanma yollarını hayata geçirmesi gerektiği vurgulanıyor. İlginç bir gelişme, The Wall Street Journal bünyesinde yaşandı…
Nüfus yapısındaki değişim, medyayı da etkiliyor
21. yüzyıl gazeteciliğinde, “Medya Çarı” diye bilinen Rupert Murdoch’un sancak gemisi The Wall Street Journal’ın ayrıcalıklı bir yeri var: The News grubu içinde para kazanan tek gazete. Ama bu trend daha ne kadar devam edecek? Temel sorun şurada: Amerikan toplumunun demografisi hızla değişiyor. Son yıllarda, Meksika hududundan akın eden Orta Amerikalılar Afrika’dan gelen siyahlar ve Asyalılar nedeniyle toplumda önemli değişiklikler oldu. Hispaniklerin oranı yüzde 19’a, Siyahlarınki ise yüzde 14’e yükseldi. Buna karşılık, Amerika’nın kuruluşunda önemli katkıları olan İrlanda, İskoç, İngiliz ve İtalyan asıllılarının oranları, gittikçe azalıyor. Bu yüzden abone sayılarında beyaz üyelerin payı giderek azalıyor ve o nedenle de yeni aboneler bulmak güçleşiyor.
Murdoch, geleceği okumak için raporlar hazırlatıyor
Durumun farkına varan 90 yaşındaki Murdoch, 2007 yılından beri yazı işleri bünyesinde gelecek ile ilgili raporlar hazırlatıyor. The Wall Street Journal, her sabah Murdoch’ un ilk okuduğu yayın olduğundan, gazetenin geleceği ile yakından ilgileniyor ve tavsiyelerde bulunuyor.
Wall Street Journal, diğer Amerikan gazetelerden çok önce, 1996’da dijital edisyonu için ödeme duvarını koymuş ve dijitale öyle giriş yapmıştı. Yani bedava okumaya izin vermedi. Oysa aynı yıllarda, bugünün lider gazetesi The New York Times, iş planlarında haberlerin ücretsiz olmasını savunuyordu… Başka bazı gazeteler de bunda ısrar ettiklerinden kapanma mecburiyetinde kalmışlardı. Wall Street Journal 1300 kişilik yazı işleri kadrosu ile para kazanmaya devam ederken, inovasyonu da hiç ihmal etmedi.
Kadın gazeteci yönetiminde 150 kişilik ekiple 250 sayfalık rapor
2018’de grupta 20 yıl çalışmış olan Matt Murray genel yayın müdürlüğünü üstlendi ve eski aboneleri rahatsız etmeden yenilikleri uygulamaya koymaya başladı. Ayrıca yeni dijital aboneler için bir strateji geliştirme ekibi kurdu. Bunun başına da Murdoch’un onayıyla, New York Times ‘da uzun yıllar önemli görevlerde bulunmuş olan bir kadın gazeteciyi, Louise Story ‘i getirdi.
Story’in ekibindeki 150 yazı işleri elemanı; gazetenin geleceği, politikasının nasıl olması gerektiği, sosyal medya trendlerinden nasıl yararlanılabileceği gibi konuları içeren kapsamlı ve radikal bir rapor hazırladı. 209 sayfalık rapor önce genel yayın müdürü Murray’in masasına konuldu.
…ve Murdoch’un sancak gemisinde gelecek için savaş başladı
Fakat Murdoch’un sancak gemisinde beklenmedik bir gelişme oldu; adeta savaş patladı:
Her türlü yetkiye sahip, geleceğin genel yayın müdürü gözüyle bakılan Story ‘nin raporu, genel yayın müdürü Murray ile Murdoch’un CEO olarak iş başına getirdiği Hollanda asıllı Almar Latour’un arasını açtı. Latour raporu benimserken yazı işlerindeki bazı gazeteciler eleştirilerden ve radikal önerilerden rahatsız oldu. Daha ılımlı bir yenilikçilik çizgisinden yana duran yayın yönetmeni Murray da bu grubun eğilimini benimsedi.
Olayın ucu şuraya uzanıyor: Amerika’da polisin öldürdüğü siyahi George Floyd olayından sonra, Wall Street Journal yazı işlerindeki bir kısım gazeteciler bir araya gelerek, gazetenin bazı olaylarda rakiplerinin gerisinde kaldığını, ırkçılık olaylarının göz ardı edildiğini iddia ettiler.
Kadın okura, gençlere, sosyal adalete, ırkçılığa dikkat
Story’nin raporunda da bu hususa dikkat çekildi. Bunun yanında; – Yeni kadın okuyucuların, Beyaz olmayan genç iş insanlarının sorunlarına gazetedeki hikayelerde yeterince yer verilmediği ifade edildi. – İçeriğin bu gözle ve daha sıkı biçimde gözden geçirilmesi tavsiye edildi. – Haberlerde sosyal adalete özen gösterilmesi ve gelir dağılımındaki adaletsizliklere yer verilmesi önerildi.
Rapor üzerine, yazı işleri iki gruba ayrıldı… Rapor, mesafeli bakan yayın yönetmeni Murray ile sahiplenen yayıncı Latour arasındaki rekabeti de körükledi. Raporun verilmesinden bir ay sonra, grubun CEO‘su Will Lewis istifa etti.
Geleneksel reflekslere ters düşmeden yenilik yapma hüneri
Gelişmeler açıkça ortaya koydu ki, News Corp.‘un yenilenmeye ihtiyacı var. The Wall Street Journal dışındaki grup unsurları, geçen yıl bir milyar yüz milyon dolar kaybetti.
The Wall Street Journal’in içeriğinde değişiklikler yapılmasının gerekliliğinde herkes hemfikir… Fakat sorular var: Değişiklikler özellikle eski abonelere nasıl kabul ettirilecek? Gençler ve özellikle geleceğin okuyucuları olmaları hesap edilen “Z” kuşağının reaksiyonu ne olacak? Bu arada ırkçılıkla ilgili hikâyelere el atıldığında, müesses nizamı temsil eden beyazların gazeteye karşı tutumu nasıl şekillenecek? Gazetenin köklü geleneksel refleksleri çerçevesinde, önerilen yenilikleri mevcut ve yeni abonelere kabul ettirmek, anlaşılan o ki bir tür sihirbazlık hüneri gerektirecek.
Doğru teşhis tamam, şimdi sıra tedaviyi hayata geçirmekte
Amerikan basını bir dönüm noktasında… Toplum içindeki çeşitliliğe ayak uydurmak gerekiyor. Başka çıkış yolu yok. Yeni dijital yayınlar için işler daha kolay. Ama uzun yıllardır yazılı basında önemli bir pozisyona sahip olan The Wall Street Journal gibi bir köklü gazetenin işi oldukça zor.
Gazete, hiç olmazsa doğru teşhisi koymuş, şimdi doğru tedavinin araştırmalarını yapıyor.
GAZETECİLİKTE EFSANELEŞMİŞ UZMAN BİR DOSTUN EKLEDİKLERİ:
Hürriyet’i yakından tanıyan ve takip eden, efsaneleşmiş deneyimli bir gazeteci dostuma, haberimin taslağını gönderdim ve, ‘Bu yazıma katkıda bulunup yardımcı olur musun?’ diye sordum. Bakın o dost neler yazıp gönderdi:
“Analizinde, özellikle Benelüks ilavesi üzerinde dur. Bu ilave ile sınır ötesi gazeteciliğinde bir çığır açıldı ve Hollanda ile Belçika’daki Türk toplumundaki iş insanlarının reklamları alınmaya başladı. Genel baskılarda kullanılmadığı için, ilan fiyatları çok daha ucuz yapılmıştı. Öyle ya, Hollanda’daki bir firmanın faaliyeti, Almanya’daki okur için ilginç olmayabilirdi. Bu nedenle, ‘Almanya içi ve Almanya dışı’ baskılar yapılıyordu. Ayrıca Hollanda ve Belçika için daha çok mahalli haber kullanımı mümkün oluyordu.
Ne yazık ki bu ilginç bölge haberciliği, daha sonra iş başına getirilen beceriksiz, gazete yönetiminden bihaber yöneticiler tarafından durduruldu.
Nezih Bey ile yurt dışı yayınlar ekibi, gazete içinde 70’li yıllardaki bir direnci kırarak, Hürriyet’i hakiki anlamda bir bölge gazetesi haline getirdi… Gazetede bir grup, İstanbul’da yayınlanan Hürriyet’ in, aynen Türkiye’de yayınlandığı gibi, (vefat ilanlarıyla dahi) Frankfurt’ta basılmasını arzu ediyordu. Halbuki Avrupa’daki yurttaş memleketi ile bağlarını koparmak istemezken, çevre haberleriyle de ilgilenmeğe başlamıştı. Avrupa’ da artık kalıcı olmak isteyenler, yaşadıkları ülkelerin sorunlarını merak etmeye başlamıştı…
Avrupa’da doğan daha sonraki kuşaklar içtimai durumlarını geliştirerek, işadamı, politikacı, Milletvekili ve hatta Bakan oldular.
Bu konuda Avrupa’daki Hürriyet çok önemli bir rol oynadı. 70’li, 80’li yılların Hürriyet’i , Türk toplumunun sesi haline gelmiş ve gündemi tayin etmeye başlamıştı.
Gazete bir şekilde Türklerin avukatlığına soyunmuştu…
Türkiye’deki iletişim fakültelerinde gazetecilik tahsili yapanların, bölge gazeteciliğinin ne olduğunu anlamaları için, o günlerin Avrupa Hürriyet’lerini arşivlerde bulup incelemeleri gerekir.
Bir zamanların Türk basınının amiral gemisi, bugün maalesef bir Haliç sandalı haline gelmiş durumda.
Dünya’da sınır ötesinde yayınlanan en yüksek tirajlı gazete olan Hürriyet, çoktan
İnternational Herald Tribune ve The Financial Times gibi, ülkelerinin dışında da basılan gazeteleri çoktan sollamıştı.
Yurttaşlarımız, gazeteyi yalnız günlük haberler için değil, gündemi merak ettiğinden alıyordu. Hürriyet herhangi bir haksızlıkta, vatandaşın yanında oluyordu.
Askerlik, emeklilik gibi büyük kampanyalarda da, Avrupa’daki Türklerin sesini Ankara’da duyurmak mümkün oluyordu.
Ertuğ Karakullukçu’nun günlük yazıları, vatandaşların haklarını savunuyordu… Bu da Alman devlet ilgililerini çok rahatsız ediyordu… Türkiye’ deki o günlerin Alman elçisi ile Almanya’da Federal hükümet ile devlet başkanı da rahatsızlıklarını dile getiriyordu. Almanlar ülkedeki yabancıların politik bilince ulaşmasını, hakkını arama yoluna gitmesini arzu etmiyordu.
Hürriyet’in ne kadar doğru yolda olduğu da bu şekilde ortaya çıkmış oluyordu… Yurtdışında İlhan Karaçay olarak sen, Londra’da Faruk Zabcı ve Fransa’da Muammer Elveren, haber ve röportajlarınız ile, bir zamanların meşhur gezgin yazarı Hikmet Feridun Es’in takipçisi olmuştunuz.
Nezih beyin medyaya kazandırdıkları arasında rahmetli Seçkin Türesay, rahmetli
Erol Türegün, rahmetli Ergin İnanç ile rahmetli Tuncer Bicioğlu’ndan ve röportaj ustası Hami Alkaner’den de söz et.
Nezih beyin Avrupa’ya gönderdiği mevlithanların başındaki rahmetli Hacı Hafız Nusret Yeşilçay çok modern görüşlü biriydi… Belçika’da NATO karargahında mevlit okurken, din adamlarına karşı mesafeli duran yüksek rütbeli subayları bile duygulandırmıştı…
Sıla’nın Sesi konserlerini de unutma… Bu işleri gazetede en iyi şekilde organize eden rahmetli Kadıköylü Hulki İlgün’ün de ruhu şad olsun.
Avrupa Hürriyet o günün şartlarında, bir çok arkadaşın emekleriyle lider durumuna geldi. Sonradan yönetime gelip, yılların emeğini inkâr ederek, yüzbinlerce Euro’yu ceplerine indirenler, acaba bugün utanıyorlar mı?
Çok kişi Hürriyet’ in bugün niçin yerlerde süründüğünü, bazı yerlerde bedava dağıtıldığını merak etmiyor.
120 bin net satışa ulaşan Avrupa Hürriyet, çoğu zaman Türkiye’deki matbaaya alınan makineleri finanse ederken, o günlerin patronu Erol Simavi’ye her ay binlerce Mark kazandırıyordu.”
İşte böyle değerli okurlarım. Gazetecilikte bir uzman dost, bu analizime eklemem için yukarıdakileri yazmış. Eh, bunları benim tekrar etmeme gerek yok herhalde? Hürriyet’i, Hürriyet yapanları bu şekilde sizler de öğrenmiş oldunuz.
JOURNALİSTİEKSTUDENTEN EN DEGENEN DİE JOURNALİST WİLLEN WORDEN, MOETEN ZEKER LEZEN OVER DE LEGENDARİSCHE PERİODE VAN HÜRRİYET JOURNALİSTİEK.
“Er Was Eens Journalisme”
Ooit waren de tijd van Nezih Demirkent en Garbis Keşişoğlu, de reportages van Hikmet Feridun Es, İlhan Karaçay, Faruk Zapçı en Muammer Elveren, om te koesteren.
Hürriyet was destijds de krant met de hoogste oplage ter wereld die buiten haar eigen grenzen werd gepubliceerd. De Benelux-bijlage, die België, Nederland en Luxemburg bestreek, was een voorbeeld van regionale journalistiek dat navolging verdiende in Turkije.
Studenten journalistiek in Turkije zouden in de archieven de Hürriyet-kranten van die dagen in Europa moeten opzoeken en analyseren om te begrijpen wat regionale journalistiek werkelijk inhoudt.
İlhan KARAÇAY stelt samen:
We zijn inmiddels gewend geraakt aan filmtitels die beginnen met “Er was eens”. Wie heeft de film Once Upon a Time in the West uit 1960, met Charles Bronson, Henry Fonda en Claudia Cardinale in de hoofdrollen, niet meerdere keren gezien? Onlangs keken we ook naar Once Upon a Time Çukurova en Once Upon a Time Cyprus. Geïnspireerd door deze titels, besloot ik onder de titel Er was eens journalistiek een analyse te maken van de journalistiek van toen en nu. Wie weet, misschien wordt er ooit een film gemaakt met deze titel.
De journalistiek van toen en nu…
Laat ik van tevoren duidelijk maken dat mijn bedoeling niet is om eer toe te kennen aan de personen die in dit artikel worden geprezen, noch om mijn kritiek op sommige van mijn collega’s zonder uitzondering te laten gelden. Onder mijn collega’s zijn er natuurlijk uitzonderingen die geweldig werk leveren.
In het verleden werden degenen die de oplage van een krant met 10.000 tot 15.000 exemplaren wisten te verhogen, door krantenbazen op handen gedragen. Dit gold niet voor tijdelijke charlatans die door sensatiejournalistiek 100.000 extra oplages wisten te halen.
In de jaren zeventig, tachtig en negentig was het moeilijk om experts te vinden die alle facetten van de journalistiek beheersten. Niet onmogelijk, maar moeilijk.
Een van die experts, misschien wel de belangrijkste, was wijlen Nezih Demirkent. Toen hij aan het hoofd van Hürriyet werd benoemd, was dat omdat hij zowel directeur als hoofdredacteur kon zijn, dankzij zijn veelzijdige expertise. Van drukwerk tot advertenties, van personeelszaken tot redactie, en van het volgen van de concurrentie tot het samenstellen van een internationale nieuwsploeg, Demirkent beheerste het allemaal. Dankzij deze eigenschappen slaagde hij erin de oplage van elke krant die hij aanpakte te verhogen.
Toen Demirkent eenmaal aan het roer stond bij Hürriyet, versterkte hij zijn reputatie verder door talenten zoals Çetin Emeç, Seçkin Türesay en Erol Türegün naar de media te halen.
Demirkent had ook een buitenlandse visie. Om de buitenlandse uitgaven te versterken, stelde hij Garbis Keşişoğlu aan in Duitsland, mijzelf in de Benelux, en Ertuğ Karakullukçu aan het hoofd van het team in Istanbul. Dit bleek een groot succes. Het was destijds ondenkbaar om de oplage van de conservatieve Tercüman-krant, die eerder in Europa was begonnen, te evenaren. Maar door zijn strategische beslissingen en ons teamwerk slaagde Demirkent erin veel invloed uit te oefenen.
In overleg met ons organiseerde hij gedurfde initiatieven. Eerst haalde hij Murat Sertoğlu, een bekende auteur van Tercüman, over om bij ons team te komen. Daarna stuurde hij Sertoğlu op een Europese tour. Samen met hem, die zowel sport- als geschiedkundige artikelen schreef, reisden we langs diverse pensions in Europa en organiseerden we bijeenkomsten met onze landgenoten.
Een andere belangrijke aanwinst voor het team was Hikmet Bil, oprichter en voorzitter van de Kıbrıs Türktür Derneği.
Later, om meer contact te maken met de Turkse gemeenschap, organiseerde Demirkent een religieuze tour met een groep van de beste Hafız en Mevlithans van Turkije onder leiding van de overleden Hacı Hafız Nusret Yeşilçay. Onder mijn begeleiding werden in 28 Europese steden Koranrecitaties gehouden.
De huidige situatie…
Vandaag de dag weten velen niet eens wat er destijds allemaal is bereikt. Hürriyet, ooit het vlaggenschip van de Turkse journalistiek onder leiding van Demirkent, is nu door incompetente, ongeïnformeerde bestuurders tot een wrak verworden.
In het verleden erkende niet iedereen wat Demirkent en zijn team wilden bereiken. Zelfs nu nog wordt het succes van dit team, dat destijds de agenda in Duitsland en de Benelux bepaalde, door sommigen niet geaccepteerd. Zij die zelfs het bestaande niet konden behouden, hebben ervoor gezorgd dat de krant nu in Turkije en Europa volledig is ingestort.
De Nederlandse kwaliteitskrant NRC Handelsblad wijdde destijds een volledige pagina aan de samenwerking tussen Ertuğ Karakullukçu, Garbis Keşişoğlu en mijzelf, met de koppen: ‘De bestverkochte buitenlandse krant in Nederland’ en ‘Hürriyet: De stem van de Turkse gemeenschap in Nederland’. Rechts stond een kaart van Nederland waarop het Hürriyet-team verspreid door het land te zien was.
OVER DE JOURNALISTIEK VAN VANDAAG:
Journalistiek is zo radicaal veranderd tussen gisteren en vandaag dat ik me soms, als ik terugdenk aan de oude tijden, voel alsof ik in een andere eeuw heb geleefd. Vergeleken met vandaag was journalistiek in het verleden een ambacht dat volledig gebaseerd was op inspanning en doorzettingsvermogen.
In die tijd waren de enige hulpmiddelen van een journalist zijn nieuwsgierigheid, vastberadenheid en toewijding aan ethiek. Alleen wij, en de collega’s die die dagen met ons hebben gedeeld, weten hoeveel moeite we deden om nieuws te vinden, te verifiëren en het bij het publiek te krijgen. Nieuws overbrengen was destijds geen kwestie van minuten, zoals tegenwoordig, maar een avontuur dat uren, soms zelfs dagen duurde. Nadat we onze artikelen hadden geschreven, was het nog een hele uitdaging om de foto’s erbij te krijgen. Er waren geen digitale camera’s, internetverbindingen of cloudsystemen. Foto’s moesten op film worden vastgelegd, in een envelop worden gedaan, en met veel moeite naar een luchthaven worden gebracht. Daar probeerden we een reiziger te vinden die onze envelop kon meenemen, of we gaven hem met ons beperkte budget mee aan een koerier, waarna we in spanning wachtten of hij zou aankomen.
De inspanningen om de krant de volgende dag op tijd in druk te krijgen, waren vaak een staaltje van pure improvisatie. Er was geen technologie en er waren maar weinig gemakken, maar één ding wisten we zeker: nieuws was heilig en het was onze primaire taak om het publiek correcte informatie te verschaffen. Dit besef dreef ons tot dag en nacht werken en het nemen van alle mogelijke risico’s. Onze redactieteams waren zo hardwerkend en toegewijd dat journalistiek zowel een kunst als een eerzaam beroep was.
Vandaag de dag zien we een journalistieke wereld vol technologische hulpmiddelen. Smartphones, sociale media en directe communicatie maken nieuws ongelooflijk toegankelijk. Het is nu mogelijk om een nieuwsbericht onmiddellijk te schrijven en foto’s of video’s binnen enkele seconden te delen. Maar de vraag of deze gemakken de journalistiek echt verbeteren, blijft een groot vraagteken.
Helaas laten de hedendaagse redacties vaak de gedrevenheid van vroegere journalisten missen. Het is triest om te zien dat een mentaliteit heerst waarin men achter de gemakken van technologie schuilt en de inspannende aspecten van journalistiek vermijdt, zoals diepgaand onderzoek en factchecking. Veel journalisten geven er de voorkeur aan om achter hun bureau te blijven, in plaats van op locatie te gaan, met mensen te praten en gebeurtenissen uit eerste hand te observeren. Terwijl journalistiek juist voortkomt uit het luisteren naar menselijke verhalen en het ontdekken van waarheden door middel van waarneming.
Wat nog schrijnender is, is de morele en ideologische erosie in de journalistiek. Vandaag de dag stellen veel journalisten hun eigen ideologieën of belangen boven de ethiek van het vak. Het is ontluisterend om te zien hoe sommigen de principes van onpartijdigheid opzij zetten en de waarden die ze ooit verdedigden verruilen voor het promoten van verschillende ideologieën. Of het nu rechts, links, religieus of volkomen apolitiek is, het maakt niet uit. Deze draaikonterij is een gemeenschappelijk kenmerk geworden van veel journalisten.
Degenen die ooit als betrouwbare verslaggevers werden beschouwd, zijn nu vaak de spreekbuis van bevooroordeelde media. Door hun professionele eer opzij te zetten en de belangen van hun achterban te dienen, verraden deze “journalisten” hun vak. Journalistiek is echter gebouwd op het fundament van onpartijdigheid en de plicht om de waarheid te vertellen.
Hoewel journalistiek vandaag de dag veel eenvoudiger lijkt, mogen deze gemakken de kernwaarden van het beroep niet overschaduwen. Journalistiek in het verleden was een vak dat gekenmerkt werd door hard werken en opofferingen; de journalistiek van vandaag ondergaat een morele en ideologische test. Journalistiek is niet alleen het maken van nieuws, maar ook een dienst aan de samenleving. Daarom moeten zowel journalisten als mediabedrijven vasthouden aan de basisprincipes van het vak en inspiratie putten uit de gedrevenheid van vroeger.
ERTUĞ KARAKULLUKÇU
Van sportnieuws tot sociaal-cultureel nieuws, van entertainment tot buitenlandse politiek – Ertuğ Karakullukçu, die aan het hoofd stond van ons team in Istanbul, zorgde ervoor dat al dit nieuws op de beste manier werd behandeld. Karakullukçu verliet vaak pas rond 01.00 uur ‘s nachts de redactie en, hoewel hij na zijn werk regelmatig een glas raki dronk met vrienden, was hij iedere ochtend stipt om 09.00 uur weer op zijn post. Zie hoe Karakullukçu, die ik zonder aarzeling de ‘meester van de journalistiek’ zou noemen, die tijd zelf beschrijft:
LEGENDARISCHE PERIODE VAN HÜRRİYET-JOURNALISTIEK
Europa Hürriyet is niets minder dan een wonder. Het zou als casestudy moeten worden onderzocht door journalistieke opleidingen vanwege zijn nieuwswaarde en ontwikkeling. Toen Hürriyet in Duitsland begon, domineerde de Tercüman-krant de markt. Maar door sterke organisatie en compromisloze journalistiek werd Hürriyet al snel de absolute marktleider in Europa. Op een verkiezingsnacht in Turkije drukten we in Frankfurt 202.000 kranten. Het gemiddelde oplagecijfer schommelde tussen de 170.000 en 180.000 exemplaren.
WERELDWIJD NUMMER 1
Na mijn vertrek vroeg het team van Frankfurt Hürriyet mij om een artikel over de krant te schrijven. Ik heb toen de oplagecijfers van Europa Hürriyet vergeleken met die van de best verkochte kranten ter wereld, inclusief India, China en Amerika. Daarbij deelde ik de oplages door de bevolkingsaantallen van de landen. Het resultaat was zoals ik verwachtte: Europa Hürriyet was, gemeten naar het aantal lezers in verhouding tot de bevolkingsgrootte (voor onze krant het aantal Turken in Europa), de meest gelezen krant ter wereld. Geen overdrijving, iedereen mag het narekenen.
UNIEKE INZET
Achter dit grote succes schuilde enorme inzet. Voorop de enorme bijdrage van de oprichters, Nezin Demirkent en Garbis Keşişoğlu. Mijn eigen tomeloze inspanningen, zonder ook maar één vrije dag, waarbij dag en nacht in elkaar overliepen. De toegewijde inzet van ons team in Frankfurt, onder leiding van Nezih Akkutay, dat heel Europa omarmde. En vooral de briljante inspanningen van onze verslaggevers, die onder zware omstandigheden journalistieke heldendaden verrichtten in elke uithoek van Europa. Deze inspanningen zijn vandaag de dag niet meer te herhalen.
EERST EEN VERSLAGGEVER
Het team dat Europa veroverde, bestaat tegenwoordig niet meer, zelfs niet in Turkije. En helaas bestaat die journalistieke mentaliteit ook niet meer. In die tijd stond de verslaggever op een voetstuk. Maar in de afgelopen jaren, pijnlijk genoeg, kwamen verslaggevers bij iedere reorganisatie als eersten in beeld voor ontslag. Men vergat dat je geen oorlog kunt voeren zonder soldaten, en dat je geen journalistiek kunt bedrijven zonder verslaggevers.
SAMEN MET DE LEZERS
In de tijd dat Hürriyet werkelijk Hürriyet was, probeerden we zelfs in de meest afgelegen uithoeken van Europa verslaggevers te werven. Er werd geen enkele opoffering geschuwd voor nieuws. Als er nieuws was, zelfs in Antarctica, gingen we er direct heen. En we stonden altijd aan de zijde van de burger… In opvanghuizen, fabrieken, treinstations, ziekenhuizen, vertaalbureaus, pensioenkantoren, bij grensposten zoals Kapıkule en de luchthaven Yeşilköy. De problemen van de “gastarbeider” waren onze problemen, hun vreugde onze vreugde. We deelden ons eten, en in opvanghuizen schepten we samen uit dezelfde pan bonenstoofpot.
KRACHTIGE KOPPEN
De eerste oplagegroei van Hürriyet Europa kwam tot stand dankzij het journalistieke succes tijdens de Vredesoperatie op Cyprus. Maar de daaropvolgende integratie met de burgers bracht een voortdurende stijging in de oplages met zich mee. Belangrijke kwesties zoals taal, onderwijs, pensioen, consulaire zaken, tweederangs behandeling, dubbele nationaliteit en vreemdelingenhaat werden met krachtige koppen op de voorpagina gebracht. De krant smolt samen met de lezers die hun problemen via deze koppen uitten en werd een onlosmakelijk deel van de identiteit van onze mensen in het buitenland.
OPLAGE, INVLOED, RESPECT
We bouwden een brug tussen de Turken in Europa en Ankara en de Europese hoofdsteden. Onze objectieve en ongecensureerde journalistiek, die altijd de waarheid nastreefde, gaf de krant niet alleen een hoge oplage, maar ook een ongekende invloed en respect. In die tijd was Hürriyet altijd aanwezig op de agenda van de Europese publieke opinie.
DEZE GEEST EN İLHAN KARAÇAY
Ja, wat er ook gebeurde, het kwam vooral door onze vertegenwoordigers die tot in de haarvaten van Europa doordrongen en de Hürriyet-verslaggevers die het begrip “tijd” uit hun woordenboek hadden geschrapt. Als voorbeeld van deze geest onder onze collega’s, noem ik İlhan Karaçay. Bel hem maar om 4 uur ’s nachts, hij is onmiddellijk aan de andere kant van de lijn en klaar voor actie, een “Full Time” journalist… Als het over Nederland gaat, is hij een van de eerste namen die te binnen schieten. Met de Benelux-bijlage was İlhan Karaçay de ogen, oren en stem van de Turkse gemeenschap in de regio. Verslaggever, schrijver, advertentievertegenwoordiger, drukker, krantendistributeur… alles tegelijkertijd. In Nederland is er misschien geen sleutel die elke deur kan openen, maar gelukkig hebben we een journalistieke tovenaar als İlhan Karaçay. Net als onze andere vertegenwoordigers is İlhan Karaçay’s belangrijkste voedingsbron nieuws. Hij slaapt met nieuws en wordt ermee wakker.
DE BELANGRIJKE VRAAG
De objectieve voorwaarden voor journalistiek zijn vandaag de dag drastisch veranderd. We moeten toegeven dat de ruimte voor vrije journalistiek in de Turkse context aanzienlijk is verkleind. Daarnaast is er de realiteit van sociale media. Maar heeft technologie journalistiek vernietigd? Een groot nee. De kern van journalistiek is altijd hetzelfde gebleven. Het medium en de manier van uitvoering zijn veranderd, maar de geest is nooit verdwenen. Daarom moeten krantenbestuurders, in plaats van alleen internet en sociale media de schuld te geven voor de ernstige daling van de oplages, zichzelf eerst deze fundamentele vraag stellen: “Wat doen wij eigenlijk voor de journalistiek?” Als inspiratie nodig is, kunnen oude krantenbundels uit het archief worden gehaald en door de pagina’s worden gebladerd.
Ertuğ Karakullukçu beschrijft de buitenlandse reis van Hürriyet chronologisch als volgt:
Hürriyet is geboren op 1 mei 1948. De eerste buitenlandse editie werd in april 1969 gedrukt. De locatie was München, waar de meeste Turkse immigranten woonden. (Eerder werden een aantal kranten vanuit Istanboel per vliegtuig naar Duitsland gestuurd).
Hier is de naam van het eerste bedrijf in het Duits: Hürriyet Europa Zeitungs GmbH… Hürriyet Europa Journalistiek Limited Bedrijf. De eerste edities werden gedrukt in de drukkerij waar de Bild-krant werd gedrukt.
Het tijdperk was het Tipo-druktijdperk. Matrijzen werden per vliegtuig van Istanboel naar Duitsland gestuurd. Dat wil zeggen, een soort kopie van de krant op speciaal karton. Met de toenmalige techniek werd dit overgebracht op loden platen in München. Deze werden vervolgens gekoppeld aan rotatiepersen. Zodra de knop werd ingedrukt, draaiden de persen en met hun symfonische geluid verscheen Hürriyet Duitsland… Voortaan zou er elke ochtend in Duitsland en geleidelijk in heel Europa een groot feest zijn: het feest van Turkse arbeiders, die hun kranten Hürriyet in hun armen sluiten, brandend van heimwee naar hun vaderland.
In de herfst van 1969 zou de luchthaven van München worden gesloten voor luchtverkeer vanwege renovatiewerkzaamheden en twee maanden lang zouden er geen vliegtuigen landen. Daarom verhuisde Hürriyet naar Frankfurt, waar het luchtverkeer het meest geschikt was. In deze periode werden in Turkije gedrukte kranten verpakt en per vliegtuig verzonden en verspreid. Maar omdat de transportmogelijkheden in die tijd niet toereikend waren, kwam de krant een dag later uit dan in Turkije. Totdat Hürriyet zijn eerste elektronische communicatienetwerk oprichtte.
In 1971 begon Hürriyet in Frankfurt te worden gedrukt met offsettechniek in de faciliteiten van de Tercüman-krant. Deze keer werden er films gestuurd in plaats van matrijzen uit Turkije. Maar bij elke slechte weersomstandigheid en elke vertraging van vliegtuigen ontstonden er grote problemen.
In 1973 richtte Hürriyet zijn eerste drukkerij op aan de Kölner Strasse (Keulenstraat) in Frankfurt. De naam van het bedrijf werd Hürriyet Ege GmbH.
In 1975 verhuisde Hürriyet naar een volledig uitgeruste drukkerij in het dorp Zeppelinheim bij Frankfurt. Tijdens dit proces werd de eerste elektronische communicatie met Turkije tot stand gebracht. Hürriyet werd overgebracht van ons hoofdkantoor in Istanboel naar Frankfurt met behulp van computertechnologie. Na het verzenden van matrijzen per vliegtuig, kwam ook een einde aan de methode van het verzenden van films. Zodra de knop werd ingedrukt in Istanboel, was Hürriyet in Frankfurt. Een grote revolutie: voor het eerst werd een Turkse krant tegelijkertijd over de hele wereld met Turkije gepubliceerd. Voor het eerst werd het zelfs naar Amerika gestuurd. Vanwege het tijdsverschil kon de krant ook ‘s ochtends in New York verkrijgbaar zijn.
Hürriyet Duitsland veranderde in 1999 zijn naam in Doğan Media International GmbH.
In 2001 verhuisde het naar moderne drukkerijfaciliteiten in de wijk Mörfelden-Walldorf in Frankfurt.
Eindelijk, 29 oktober 2004: de krant van de primeurs, Hürriyet, tekent een nieuwe grote revolutie in de pers. Ons verhaal van internationale uitbreiding, begonnen in 1969 in Keulen, bereikt een nieuw hoogtepunt met de druk in New York…
De Turkse editie van 1 november 2004 ligt op mijn bureau. Op de bovenste kop is een foto: mensen die de Hürriyet-krant vasthouden. Deelnemers aan het Republikeins Bal in New York houden de eerste in de VS gedrukte Hürriyet-krant in hun handen. Aan de zijkant een verklaring: Hürriyet, dat talloze primeurs in de Turkse pers heeft behaald, is ook de eerste dagelijks gedrukte krant in de VS geworden.
DE LEGENDAREN INTERNATIONALE TEAMS VAN HÜRRİYET KWAMEN SAMEN IN FRANKFURT
Wie waren er destijds niet in de internationale teams van Hürriyet? Degenen die de namen van de mensen op de foto hierboven herkennen, zullen dit ongetwijfeld beamen:
Staand: Yılmaz Övünç, Korkut Pulur, Yalçın Bingöl, İsmail Atlı, Ertuğrul Akçaylı, Nezih Akkutay, Ertuğ Karakullukçu (Hoofd Buitenlandse Edities), Şener Apaydın, Mine Çokbilir, Suat Türker (Keulen), Çetin Emeç (Hoofdredacteur), Mehmet Demirel (Italië), Yıldız Kafkas (Zweden), Erdinç Ispartalı (Zwitserland), Rodolfo Bella (Italië), Şerif Sayın (België), Metin Doğanalp (Stuttgart), Sait İşler, İlhan Karaçay (Benelux), Tuğrul Cebeci, Ahmet Külahçı, Orhan İnci.
Zittend: Nusret Özgül (België), Kamil Yaman (Oostenrijk-Berlijn-Frankfurt), Ziya Akçapar (Griekenland), Faruk Zapcı (Engeland), Tevfik Dalgıç (Ierland), Serdar Koçak (München), Ziya Melikoğlu (Düsseldorf), Ayhan Aydın (Berlijn), Adnan Celepoğlu (later nam hij de achternaam Atik aan), Abdullah Anapa (Stuttgart).
HET TEAM VAN HÜRRİYET IN NEDERLAND
Het Hürriyet-team in Nederland bestond uit 24 mensen onder leiding van İlhan Karaçay. Dit team wist ervoor te zorgen dat de krant in Nederland een oplage van 5.000 bereikte. Het distributiebedrijf Van Gelderen liet speciale stoffen tassen met de opdruk “1.000.000” produceren en schonk deze aan de lezers.
Ik beschouw het als mijn plicht om erop te wijzen dat regionale kranten in Turkije een voorbeeld zouden moeten nemen aan wat de teams in Duitsland en de Benelux destijds hebben bereikt.
Het team van Hürriyet in Nederland:Voorste rij, van links naar rechts: Telat Sağıroğlu (Haarlem), Turan Gül (Overleden – Zaandam), Ünal Öztürk, Yasemin Öztürk (Kantoormanager), İlhan Karaçay (Toenmalige leider), (???), Adil Aracı (Den Haag), Mustafa Koyuncu (Arnhem), Ergür Dinçkal (Deventer), Muhlis Ayboğan (Venlo).
Middelste rij, van links naar rechts: Ahmet Denk (Rotterdam – Overleden), Kemal Özen, Hüseyin Torunlar (Zwolle – Overleden), (Leiden ???), Nizam Sunguroğlu, Ramazan Ardıç, (Heerlen ???).
Achterste rij, van links naar rechts: Yahya Yiğittop, Necati Çavuşoğlu (Utrecht), Şenol Ocaklı (Hoorn), (???), Ali Esmer.
GARBİS KEŞİŞOĞLU
Het zou een groot onrecht zijn als ik niet uitgebreid stilsta bij Garbis Keşişoğlu, die een van de grootste bijdragen leverde aan de versterking van Hürriyet in het buitenland. In feite kan hij worden beschouwd als de ware architect achter de internationale groei van de krant.
Na zijn tijd bij Hürriyet hielp Keşişoğlu, samen met de inmiddels overleden Nuyan Yiğit, het team op te bouwen voor de krant GÜNAYDIN, die door Asil Nadir werd gekocht. Tijdens een ontmoeting in Brussel droeg hij mij de verantwoordelijkheid over voor de Benelux-regio.
Keşişoğlu volgde alle ontwikkelingen in de media in het buitenland op de voet, miste geen enkele druk- of technologiebeurs en woonde elk relevant evenement als genodigde bij. Hij adviseerde zowel Dinç Bilgin, die de krant Sabah kocht, als Aydın Doğan, de nieuwe eigenaar van Hürriyet. Tegenwoordig woont hij in Miami.
Ondanks zijn gevorderde leeftijd blijft Keşişoğlu, net als ik, actief in de media. Hij is een gerespecteerd expert die door veel krantenmagnaten wordt geraadpleegd en schrijft nog steeds regelmatig voor de krant DÜNYA.
Keşişoğlu heeft onlangs een analyse gepubliceerd over de Amerikaanse media, die hij nauwlettend volgt. Ooit was hij een belangrijke stem in het bepalen van de koers van de Turkse pers. Nu probeert hij ook de Amerikaanse media te beïnvloeden.
De Turkse mediamanagers kunnen veel leren van mensen zoals degenen die ik eerder noemde. Ik deel hier graag een recent artikel van Keşişoğlu, dat ik met veel interesse en bewondering heb gelezen.
De Amerikaanse media bespreken: Vernieuwing na de pandemie is noodzakelijk, maar hoe?
Garbis KEŞİŞOĞLU gkesisoglu@gmail.com
In de Amerikaanse media wordt intensief gediscussieerd over hoe traditionele journalistiek zich na de pandemie zal vormen. Tijdens brainstormsessies over de toekomst wordt algemeen aangenomen dat sociale media steeds dominanter zullen worden.
Er is een consensus dat het vrijwel onmogelijk is om Generatie Z aan het lezen van kranten te krijgen. Daarom moet traditionele journalistiek manieren vinden om gebruik te maken van sociale media. Een opmerkelijke ontwikkeling deed zich voor bij The Wall Street Journal.
Demografische veranderingen beïnvloeden de media In de 21e-eeuwse journalistiek neemt Rupert Murdoch’s vlaggenschip The Wall Street Journal een uitzonderlijke positie in: het is de enige krant binnen zijn News Corporation-groep die winst maakt. Maar hoe lang kan deze trend aanhouden?
De kern van het probleem ligt in de demografische veranderingen in de Amerikaanse samenleving. De toestroom van Midden-Amerikanen via de Mexicaanse grens, evenals Afrikaanse en Aziatische migranten, hebben de samenstelling van de bevolking aanzienlijk veranderd. Het aandeel Hispanics is gestegen tot 19%, terwijl het aandeel Zwarte Amerikanen is toegenomen tot 14%. Tegelijkertijd daalt het aandeel van bevolkingsgroepen zoals Ieren, Schotten, Engelsen en Italianen, die historisch belangrijk waren bij de oprichting van de VS.
Dit zorgt ervoor dat het aantal witte abonnees van kranten afneemt en het moeilijker wordt om nieuwe abonnees aan te trekken.
Murdoch bereidt rapporten voor over de toekomst Murdoch, die deze ontwikkelingen begrijpt, laat sinds 2007 toekomstgerichte rapporten opstellen door de redacties van zijn kranten. The Wall Street Journal, die Murdoch elke ochtend als eerste leest, krijgt daarbij speciale aandacht.
De krant introduceerde in 1996 al een betaalmuur voor haar digitale editie, in tegenstelling tot bijvoorbeeld The New York Times, die destijds gratis toegang tot nieuws verdedigde. Dit leidde ertoe dat sommige kranten failliet gingen, terwijl The Wall Street Journal met een redactie van 1.300 mensen winstgevend bleef en innovatie niet uit het oog verloor.
Een radicaal rapport met een vrouwelijke leider aan het roer In 2018 werd Matt Murray hoofdredacteur en hij begon innovaties door te voeren zonder oude abonnees van zich te vervreemden. Onder zijn leiding werd een team opgezet dat een strategie ontwikkelde voor digitale abonnementen, met Louise Story als leider.
Story, een ervaren journalist die eerder bij The New York Times werkte, stelde met haar team van 150 redacteuren een uitgebreid rapport samen van 209 pagina’s. Hierin stonden aanbevelingen over hoe de krant haar beleid moest aanpassen en sociale media beter kon benutten.
Verdeeldheid over de toekomst Het rapport leidde tot spanningen binnen de redacties en bracht rivaliteit aan het licht tussen Murray en Almar Latour, de CEO van Nederlandse afkomst. Dit conflict weerspiegelde ook bredere spanningen binnen de krant over hoe traditionele waarden konden worden behouden terwijl nieuwe abonnees werden aangetrokken.
Conclusie De Amerikaanse pers staat op een keerpunt. The Wall Street Journal en andere grote kranten erkennen dat aanpassing aan de diversiteit in de samenleving noodzakelijk is. Maar hoe kunnen ze dit doen zonder hun kernpubliek van zich te vervreemden? Het antwoord zal bepalend zijn voor hun toekomst.
DE BIJDRAGEN VAN EEN LEGENDAIRE JOURNALISTIEKE EXPERT EN VRIEND
Ik stuurde een concept van mijn artikel naar een legendarisch ervaren journalist, die Hürriyet van dichtbij kent en al jaren volgt. Ik vroeg hem: “Kun je bijdragen en me hiermee helpen?” Kijk eens wat hij schreef en terugstuurde:
“Leg in je analyse vooral de nadruk op de toevoeging van de Benelux-editie. Deze editie betekende een doorbraak in grensoverschrijdende journalistiek. Voor het eerst werden advertenties aangenomen van Turkse ondernemers in Nederland en België. Omdat deze editie niet werd meegenomen in de algemene druk, waren de advertentiekosten veel lager.
Natuurlijk, wat zou het een Duitse lezer interesseren wat een bedrijf in Nederland doet? Daarom werden aparte edities gemaakt voor binnen en buiten Duitsland. Daarnaast bood de Benelux-editie meer mogelijkheden voor lokaal nieuws. Helaas werd deze interessante vorm van regiogebonden journalistiek later stopgezet door onbekwame managers die niets begrepen van krantenbeheer.
Onder leiding van Nezih Bey en het team voor buitenlandse uitgaven brak Hürriyet in de jaren ’70 door de interne weerstand heen en werd het een echte regiokrant. Een groep binnen de krant wilde dat de in Istanbul uitgegeven Hürriyet, met zelfs de overlijdensadvertenties, identiek in Frankfurt werd gedrukt. Maar ondertussen begonnen Europeanen met Turkse roots niet alleen met interesse naar nieuws uit Turkije te kijken, maar ook naar lokaal nieuws.
De latere generaties Turken, geboren in Europa, verbeterden hun sociale status en werden ondernemers, politici, parlementsleden en zelfs ministers. Hierin speelde Hürriyet een cruciale rol.
In de jaren ’70 en ’80 werd Hürriyet de stem van de Turkse gemeenschap en begon het de agenda te bepalen. De krant was op een bepaalde manier een advocaat voor de Turken. Voor grote campagnes zoals over dienstplicht en pensioen bracht Hürriyet de stem van de Turkse gemeenschap in Europa over naar Ankara.
De dagelijkse columns van Ertuğ Karakullukçu verdedigde de rechten van de lezers. Dit veroorzaakte ongemak bij Duitse autoriteiten. Zowel de Duitse ambassadeur in Turkije als de Duitse federale regering uitten hun bezorgdheid. De Duitse overheid wilde niet dat buitenlanders politiek bewust werden of hun rechten gingen opeisen. Dat bewees hoe juist de koers van Hürriyet was.
In het buitenland namen journalisten zoals jij, İlhan Karaçay, in Londen Faruk Zabcı en in Frankrijk Muammer Elveren het stokje over van de legendarische reizende schrijver Hikmet Feridun Es met jullie nieuws en reportages.
Onder de bijdragen van Nezih Bey aan de media waren ook grootheden zoals wijlen Seçkin Türesay, wijlen Erol Türegün, wijlen Ergin İnanç, wijlen Tuncer Bicioğlu en meester-interviewer Hami Alkaner.
Nezih Bey stuurde ook religieuze gezangen naar Europa, onder leiding van wijlen Hacı Hafız Nusret Yeşilçay, een man met moderne opvattingen. Toen hij in België een mevlit las bij het NAVO-hoofdkwartier, raakten zelfs hoge officieren die afstandelijk stonden tegenover religieuze figuren ontroerd.
Vergeet ook de Sıla’nın Sesi-concerten niet… Hulde aan de ziel van wijlen Kadıköylü Hulki İlgün, die dit perfect organiseerde.
Europa Hürriyet werd onder de omstandigheden van die tijd dankzij de inzet van veel collega’s de marktleider. Maar de latere managers, die het werk van jaren negeerden en honderdduizenden euro’s in eigen zak staken, zouden ze nu schaamte voelen?
Weinig mensen vragen zich af waarom Hürriyet tegenwoordig aan de grond ligt en op sommige plaatsen gratis wordt weggegeven. De Europese editie van Hürriyet, met een netto verkoop van 120.000 exemplaren, financierde vaak de persen die naar Turkije werden gestuurd en bracht de eigenaar van die tijd, Erol Simavi, elke maand duizenden Duitse Marken op.”
Zo beste lezers, een journalistieke expert-vriend heeft bovenstaande toegevoegd aan mijn analyse. Het lijkt mij niet nodig dit allemaal zelf te herhalen. Dankzij hem hebben jullie nu ook een beter beeld van degenen die Hürriyet groot hebben gemaakt. İlhan Karaçay/Hollanda