Bulgaristan Balkanlar tablosunda
Bulgaristan’da, Osmanlı, Rus, Alman veya Amerikan askerleriyle savaşırken şehit düşen Bulgar askerleri mezarları görmedim.
1389’da Sultan I. Murat’ın Kosova Zaferinden sonra Dünya Tarihi Balkanların Türk egemenliğine geçtiğini kaydetmişti.
Bulgaristan topraklarında Osmanlı devleti ile haçlılar arasında 2 büyük çarpışma olmuş, 1396’da 130 bin Haçlı Niğbolu’da, 1444’te 100 bin Leh ve Macar haçlı da Varna Ovasında toprağa verilmiş, fakat dikili taşları yoktur.
Bulgar şehir kapıları Osmanlı askerine kendileri açıldı derken abartmış olmayız.
Yaklaşık 500 yıllık Türk Bulgar beraberliğinde Bulgar topraklarında Osmanlı devletine karşı siyasi nitelikli bir halk başkaldırısı dahi yaşanmamıştır. Tarih kitaplarındaki Nisan 1864 İsyanı Rusya ve İngiltere tarafından kışkırtılmıştır. Batak “faciası” tamamen uydurulmuştur.
Rusya imparatorluğunun Osmanlı’ya saldırı serüveninde, “93 harbi” çarpışmalarında önemli bir meydan muhaberesi olan “Plevne Savaşı” ve ardından gelen 1878 Berlin Konferansı Balkanları parçalamış, fakat “Balkanlarda Türk Egemenliği” varlığını değiştiren not düşmemiştir. Yeni beliren ülkelerden biri Bulgar Prensliğidir.
Her halkın devlet kurma hakkı kutsaldır.
Bulgarların yaşadıkları topraklarda toplum ve devlet kurma hakkı yok demiyorum. Balkanların geleceği için olağanüstü önemli olan ve onbir heyetin katıldığı ama Bulgar devleti kurma fikrini temsil eden birisi olmayan Berlin Konferansında, İslam ve Müslümanlığa karşı haçlı saldırılarını sürdürme hayali canlıydı. Bulgar Prensliği bu amaçla kuruldu. Yönetim ipleri Moskova ve Berlin’de olan bu Prenslik 142 yıldan beri derlenip toparlanma, kimlik bilincine yönelme, milli bağımsızlık ve egemenliğin mücadele aşamalarını geçerken parlamenter monarşi, sosyalizm, totalitarizm ve parlamenter demokrasi etaplarını arkada bıraktı.
Ne var ki, 1918’de ve 1944’te iki derin ruhsal kırılma yaşadığından dolayı millileşme ve milli devlet kurma tamamlanamadı.
Çünkü nüfusun neredeyse yarısını oluşturan ulusal azınlıkları kucaklayamayan bir Bulgar devleti milli karakter kazanamadı. 1989’dan başlayarak ülke nüfusunun yarısının dış ülkeye çıkmasının manevi nedeninin başında gelen de budur.
Oysa XIX. yüzyılın ikinci yarısı ve XX. yüzyıl Avrupa ve Balkanlar tarihinde milli oluşum ve devletleşme devriydi.
Dikey bir medeniyet olan Osmanlı devletinde kilise dili bile olmayan Bulgarlara engel olunmadı, maddi ve manevi yardım eli uzatıldı. 1872’de Doğu Ortodoks Kilisesi çatısı altında toplanma hakkı tanındı. Dirilirken kendi okullarında aydınlanıp halk bilinci oluşturmalarına olumlu bakıldı. Osmanlının Uyanış Devrinde Rusçuk (Ruse) eyaletinin pilot bölge ilan edilmesi çok önemlidir.
Bulgar ruhunda Türk düşmanlığı bir öz mayalanma değildir.
1877-1878 Rus saldırısı ve kıyımından sonra Osmanlı devleti ve yerli Türkler 1885’te Doğu Rumeli’nin ilhak edilmesi de bu arada, genç Bulgar devletinin birçok hesapsız kitapsız hareketine karşı olgun ve tepkisiz kalmıştı. Hatta 1912’de iyice sapıtan Çar Ferdinand Rusya’dan alığı silahlarla ve Sofya Harp Akademisinde Rus subayların verdiği eğitimle ordularına Edirne’de Selimiye Cami’nin yıkılmaz duvarlarını bombalattı. Çatalca’ya kadar sürdü. 1913’te Pomakların isimlerini dinlerini yasaklayarak Bulgarlaştırma ve Hıristiyanlaştırma hortlaması yaşandı.
Müslüman ve Hıristiyanlardan fazla, Müslümanlarla Sofya devletinin arası kapanmamak üzere açıldı.
Ne var ki, garez tutmaz Türk gönlü 2 yıl sonra, 1914-1918‘de Birinci Büyük Savaşta bugünkü Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’ndeki “Doyran Cephesinde” İngilizlere ve “Dobruca Cephesinde” Rus ordularına karşı birlikte savaştılar. Hem de bu cephe savaşlarında yer yer Türkler Bulgar Komutan, Bulgarlar da Türk Komutanların emrindeydiler.
Tarihsel dokusunda çözülmez düğümler olmayan halkların böyle bir bilinç ve irade birliği gösterebilmesi asla mümkün değildir, olamaz! Bu iki cephede 10 bin Bulgaristan Türkü de şehit düştü. Şehit mezarlıklarımız yan yanadır. Bu ortak savaşta Bulgar devleti 138 Türk asker ve subaya kahramanlık madalyası ve nişan, Türkiye devleti de 913 Bulgar er ve subaya kahramanlık madalyası ve nişan vermiştir. Yaşananlar istilacı güçlere karşı savaşta kardeşliktir. Fransız ve Almanların böyle bir adım atabilmeleri için 50 yıl gerekli olmuştur. Almanlar İkinci Büyük Savaşta Yahudileri Rusya Cephesine ancak ölümle tehdit ederek sürebilmiştir.
Şunu özellikle çok iyi bilinmelidir. Bulgar halkına medeniyet, dil, din, kültür dayatmayan dünyada tek millet Türklerdir. Farklı kültürlerin etkileşiminden güç doğduğuna inanan halkımız Bulgarlara ev kurmayı, başını yastığa koyup yorganla döşekle yatmayı, çifti pullukla sürmeyi, harmanı makinayla dövmeyi, fidan aşılamayı vs vs öğretmiştir.
Kardeşleşme yolunda kaçırılan üç büyük fırsat.
1918 ağır bir yıldı. Cepheden dönerken Monarşiyi yıkıp Cumhuriyet için ayaklanan askerler kardeşlik, özgürlük ve eşitlik ateşiyle tutuşmuştu. 1919’da imzalanan 1920’de yürürlüğe giren Neully Anlaşmasının şartları çok ağır olsa da, ortak maddi temellerde birleşme ve beraberce uluslaşmaya ağaran ufuk el atıyordu.
Bulgarlarla Türkler ortak kooperatifler kuruyordu.
500 Türk delegenin katıldığı Çiftçi Partisi Kurultayında lider Aleksandır Stanboliyski, Türklere hitaben “Gelin şu ülkeyi birlikte yönetelim” diyordu. 1878’den sonra ilk kez Bulgar ruhunun hakiki perdesi açılmış, öz dili ruhunun duygularıyla konuşuyordu.
1923 yılında Başbakan ve Çiftçi Hareketi lideri Al. Stanboliyski’nin barbarca katledilmesi, Bulgar milliyetinin halkı kucaklamasında onarılmaz bir kırılmaya neden olmuştur. Bu olayın ardından gelen 1925 ve 1934 askeri darbeleri 10 yıl süren bir iç savaşa kapı araladı. 1942’de Çar III. Boris’in Nazi güçlerine bağlanması ve ardından Makedonya ve Ege bölgesinin işgali, işlenen vahşi cinayetler, 80 yıl sonra bile Bulgaristan’ın KMC ile ilişkilerini stop ettirecek derinlikte olup Batı Balkanlar yolunu da tıkamıştır.
İkinci Dünya Savaşından önce Bulgaristan Çarlığına faşizm dayatan Nazi Almanya’sı halkımızı ve ülkemizi soyup soğana çevirmiş, Bulgar devletini Yahudilere karşı soykırım gibi ağır suçlar işlemeye zorlamıştır. İki büyük savaş arasında dünya endüstrileşme devrine açılırken yollarımızı tıkamıştır. Gerek Bulgar monarşisi, gerekse totalitarizm Hitler ve Stalin totalitarizminin kopyasıdır.
1944 yılında Kızıl Ordu (III. Ukrayna Ordusu) 5 bin tank, 1000 uçak ve Karadeniz filosuyla sınırlarımıza dayandığında bir damla kan dökmeden “esir olmayı kabul etsek” bile bugün ülkemizdeki 180 Rus-Sovyet anıtı “kurtarıcı” veya “istilacı” ya da “özgürlük” ve “esaret” gibi konularda kafa karıştırmaya devam ediyor.
1951-1957 yılları arasında Bulgaristan Türklerinin Türkçe eğitim ve geleneksel kültürlerini geliştirme haklarının tanınması ve halk değimiyle “altın çağ” yaşanması da Bulgar ve Türk milletlerinin 2 dilli bir kültürde buluşmalarına olanak yaratmıştı. 200’den fazla şair ve yazarın, 4 bine yakın Türk öğretmen ve aydının öz verili gayretleriyle Türk kimliği biçimlenmiş geleneksel halk kültürümüze dönülmüş, örf ve adetlerimizle hayat dolu günler başlamıştı.
1956’da BKP MK Birinci Sekreteri görevine Todor Jivkov’un getirilmesi ve tek dilli ve tek kültürlü bir millet ve devlet olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne 16. cumhuriyet olarak katılma saçmalığı Türk kimliğine zehir olmuştur. 30 yıl süren bu baskı, terör, zulüm ve soykırım denemesi siyaseti 1989 Mayısında Türk Milli Ayaklanmasına neden olurken, T. Jivkov diktatörlüğünün yıkılmasını da, Müslüman vatandaşların isimlerinin ve din haklarının iadesi izlemiştir.
Üçüncü birleşme ve kaynaşma fırsatı da 1990 yılında yitirilmiştir.
Ayaklanma ile politik sahneye çıkan Bulgaristan Türkleri siyasetin olmazsa olmaz faktörü haline gelmişti. Parçalanmış Bulgar toplumu ve siyasetinde 58 örgütle siyasi yapılanmayı tamamlayan ve partileşmeye hazırlanan Türkler siyasette denge unsuru olmayı değil, orta direk rolünü hak etmişti. Gizli polis muhbiri-ajanı olan Ahmet Doğan’ın HÖH partisinin Başına oturtulması yalnız Türk kimliğine ve azınlık haklarının tanınmasına zarar vermekle kalmayıp, Bulgarların da erimesine ve içine düşülen bunalımlardan bir türlü çıkamamasına sebep olmuştur. Bugün Bulgaristan bir üçüncü dünya ülkesi olmasa da, Alman “Der Spigel” dergisinin bu yılın Ağustos ayında memleketimize “sömürge” diyecek kadar küstahlaşmasına şaşmadım. Çünkü sömürgeler Avrupa kıtası dışında olsalar da, yöneticileri metropollerde atanan, millileşme, kültürleşme ve uygarlaşma süreçleri gelişmemiş, devletleşme sürecini tamamlayamamış Güney Doğu Avrupa ülkesi Bulgaristan’a çok benzer. Yani milli birlik sağlama açısından yolun henüz başındayız.
Üstümüze yıkılan “Berlin Duvarı”
Bulgaristan 1990’dan önce “Berlin Duvarı”nın Doğusunda kalsa da, Çarlık döneminde kaçırdığı endüstrileşme olanaklarını 1944’ten sonra yakaladı. Kooperatifçi tarımda hammadde kaynağı yaratıp devletçi endüstrileşme gerçekleştirdi. Altı reaktörlü bir nükleer elektrik santrali, 2 demir döküm devi, 10 petrol- kimya tesisi gibi büyük ölçekli işletmeler kurdu. Hafif sanayide 16 pamuklu, 4 has ve suni ipek, 2 yün dokuma ve birçok trikotaj fabrikası, bir sürü konserve üretim işletmesi, gül yağı ve lavanta tesisleri, 16 sigara fabrikası, 17 askeri mühimmat üretim tesisi ve otomatik torna imalatı gibi makine yapım tesisleri ve bunlara bağlı yüzlerce yan üretim birimi kurdu.
360 baraj ve altyapı inşa etti. Öncelikle SSCB ve sosyalist ülkeler pazarına ve Türkiye için çalışan bu üretim ünitelerinin 1990’da teknolojik miadı doldu.
Son 30 yılın ilk 10 yılında hemen hemen hepsi yıkıldı, hurda oldu. Tarım kooperatifleri düzeni de bozuldu. Dünya dördüncü teknolojik devrime açılırken, Bulgaristan ne para, ne el uzatacak dost, ne bilim, ne kadro, ne üretim potansiyeli ne de perspektifli adım atacak durumu olmadığından durmuş, birilerinden sosyalizmden kapitalizme dönüş örneği kopya etmek için bakınıyordu.
Yine o dönem olumlu gelişmeler de oldu.
XX. yüzyılın sonunda Batı Balkanlarda, Yugoslavya’nın kanlı iç savaşla dokuza parçalanıp dağılması, Kosova Savaşı, Srebrenitsa soykırım katliamı gibi vahşet olayları yaşanırken, Türkiye Cumhuriyeti girişimiyle Bulgaristan hükümeti (Başbakan İvan Kostov) NATO savaş uçaklarına hava sahasını açtı ve müdahale edildi. Balkanlarda güven ve huzur dönemi başladı. Bu savaşta Rusya katil Sırp milliyetçilerinden yanaydı.
Ardından yine Türkiye Cumhuriyeti‘nin garantörlüğünde 2004’te Bulgaristan Cumhuriyeti Kuzey Atlantik Paktına üye oldu. 2007’de Avrupa Birliği’ne alınırken Türkiye Bulgaristan Türklerinin kültürel azınlık haklarının tanınmamasını ve Türk kimliğine şiddeti bahane edip engel olmadı. Hatta XXI. Yüzyılla Güneyden ve Doğudan göç dalgası gelmesiyle Bulgar sınırında kalkan oldu ve komşu ülkeyi sığınmacı istilasından korudu.
30 yıldan beri güçlenen ekonomik ve kültürel etkileşim.
Büyük komşu Türkiye’nin yardımları hele demokrasiye ve serbest Pazar ekonomisine geçişte çok yönlü devam etti. 1990’ların başlarında Bulgaristan’ın mali çöküş yaşadığı dönemde ilk makine, hammadde, tüketim malları ve hizmet kredisi – 50 milyon Dolar – Türkiye’den geldi.
Ardından Türk Bankaları yetişti. Türk şirketleri karayolu, demir yolu, köprü, tünel, arıtma tesisi, yeraltı treni, köprüyol, tam donanımlı semt, otel, okul vb yapımında birikim ve ustalıklarını Bulgaristan’a taşıdı. Şişe Cam ve Şumen Alüminyum fabrikalarıyla yan yana tekstil ve ahşap işleme tesisleri, 6 fabrika kuran “Teklas-Bulgaristan” gibi devler karamsarlık havasını değiştirdi. Edirne Bulgarlar çarşısı, Ege ve Akdeniz koyları Bulgar ailelere tatil köyü oldu. Kültürel etkileşim aldı yürüdü. Birkaç yılda 76 film Bulgarlaştırıldı, Bulgar kültürüne 100’den fazla kitap kazandırıldı, çağdaş anlam ve modern sanat anlayışı yüklü Türk sahne eserleri Bulgarların gönlüne dolarken dünya görüşünü de etkiledi.
İşte böyle bir ortamda, Bulgaristan’ı anlatan birçok yazarçizer son 70-80 günden beri kaynayan, anayasa değişikliğinden politik sistem değişikliğine, Başsavcı İv. Geşev’ten Başbakana B. Borisov’a kadar siyasi görevlilerin, hatta Cumhurbaşkanı R. Radev’in de istifasında ve meclisin dağılmasında ayak direrken, devletin kapı penceresine domates, erik, yumurta atanlar çoğalıyor. Bulgaristan sanki başa döndü. 142 yıl önce Bulgar toprağına “Prenslik dikenler” aldıkları üründen memnun değil gibi…
Günümüz Balkanlar sahnesinde Türkiye, Rusya, İngiltere ve Almanya’dan başka Birleşik Amerika ve Çin gibi küresel oyuncular da var. Amaçları Balkanlarda birbirine engel olup değişimin yalnız kendi lehlerinde gelişmesini sağlamak.
2002’de Komünist partisi ve totaliter zihniyetin devamını temsil eden Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) lideri Georgı Pırvanov’un Cumhurbaşkanı seçilmesiyle ve 2005’te sosyalist parti ile “Sözde Türklerin” Hak ve Özgürlük Partisi (DPS-HÖH) ortak hükümet kurmasıyla, yeniden endüstrileşmenin Rusya yardımlarıyla gerçekleştirilmesi hayali belirdi. Rusya Bulgaristan’a 3 büyük enerji projesiyle geldi. “Burgaz – Dedeağaç Petrol Boru Hattı”; Varna limanı Sırbistan “Güney Akım” Doğal Gaz Boru Hattı ve “Belene” Nükleer Elektrik Santrali şeklinde ortaya çıkan bu dev atılımların hiç biri bugüne kadar tamamlanamadı. Ancak “Güney Akım” isim değiştirerek, “Türk Akım” devamı olarak “Balkan Gaz Boru Hattı” olarak döşenmeye devam ediyor. Sosyalizm döneminden Burgaz “Nefto-Him” gibi petrol-kimya tesislerine sahip olan Rus sermayesi 500 şirketle Bulgaristan üretiminin üçte birine sahiptir.
30 yıldan beri Rusya’dan git gide kopmakta zorlanan Bulgaristan’la didişen Kremlin yönetimi bu işten usandırmış olacak ki, 3 yıl önce Bulgaristan’ı ziyaret eden Rusya Federasyonu Başpiskoposu Kiril Cumhurbaşkanı Rumen Radev’e “Siz Bulgaristan’daki anıtlarımızı korusanız yeter” dedi.
2020’de Rusçular aktifleşti.
Son yıllarda Bulgaristan’da Rusofil hareket görünüşte suyunu çekerken, 2016’da Cumhurbaşkanı R. Radev, BSP ve DPS-HÖH partileri üzerinden gerçekleştirilen bir Kremlin projesiyle seçildi. Ana ödevi halkın birliğini ve beraberliğini sağlamak olmasına rağmen, 7 Ağustos tarihinde Başbakanı, Başsavcısı istifaya, meclisi dağılmaya çağırması, Bulgar tarihinde benzeri olmayan bir olaydır.
Siyasi partiler üzerinden Rusya yanlısı girişimler önce 2005’te “Ataka” (Hücüm), 2007’de “Volya” (İrade) partileri ile hareketlendi. Bu partiler ancak 10-12 milletvekili çıkarabildiler ve değişik nedenler yüzünden ateşleri söndü.
2021 Martında yapılacak olağan meclis seçimlerinden önce Rusofil güçler yeni bir atılım başlattılar. Bir defa Sofya’da devam eden gece gösterileri ve kavşakları ve köprüleri abluka eylemlerinde sol kanattan etkin güçler olduğu artık ortaya çıktı. Geçen yılın 5 Kasımında Moskova’da Vladimir Putin tarafından ödüllendirilen Bulgar Rusofil Örgütü Başkanı Nikolay Malinov, 19 Eylül günü Sofya’da 165 kişiyle bir kurultay yaptı. 240 örgüte bağlı 35 bin kayıtlı Rusofil üye temsil edildi. Bulgar halkının % 80’ninin Rusofil olduğu, bir Rusofil politik proje hazırlandığı, yılsonuna kadar parti kurulacağı açıkladı. Rusofil politik tavrın kristalleşmiş şeklini “Ataka”, “BSP”, “Volya”, “Var, Böyle Bir Halk!” adlı partilerin AB’nin Kırım konusundaki yaptırımlarının Bulgaristan tarafından uygulanmasını onaylamayan ortak tutumlarında birlikte olduklarını görüyoruz.
ABD Bulgaristan’a askeri üslerle geldi.
Pentagon, Bulgaristan’a Kavarna, Bezmer, Rakovski askeri hava üsleri, Aytos yöresinde mühimmat depolarıyla ve talim alanlarıyla yerleşti. İkinci aşamada Varna ve Burgaz körfezlerine deniz altı hangarları açmaya hazırlanıyor. Bu gelişmeler Rusya ile Amerika’yı Karadeniz üzerinde yüzleştirmeyi yakınlaştırıyor.
Aynı zamanda Bulgaristan Baltık Denizinden Karadeniz’e uzanan “3 Deniz” projesinde de yer almaya çalışıyor. Öte yandan özellikle Beyaz Rusya, Ukrayna ve Kırım coğrafyasındaki son gelişmeler “Soğuk Savaşın” henüz sona ermediğine işaret ederken, Baltık’tan Karadeniz’e yeni bir “Berlin Duvarı” örülmesi fikrini de canlandırmış bulunuyor. Bu defa biz “duvarın” Batı kısmında kalacağız. Rusya ile Bulgaristan ilişkilerinin iyice çözülmesi ihtimali de beliriyor. Bu gelişmelerin ardından Bulgaristan’a Amerikan sermayesini beklemek de doğal sayılabilir, fakat şimdilik açıklanmış proje yok.
Gösteriler devam ederken yeni gelişmeler de oldu. ABD’nin Bulgaristan’da politik iktidar temsilcilerinin değiştirilmesini istediği ortaya çıktı. 2005’teki ilk adımlarından 2009’da Boyko Borisov’un liderliğinde Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları (GERB) partisinin iktidar olmasına ve günümüze kadar masraflarını karşılayan, CİA bağlantılı Alman “Hans Zaydel” vakfı ile “Konrad Adenauer” vakfının Bulgaristan’a akan kaynaklarının artık kuruduğu açıklandı. Bir de İç Makedon Devrim Hareketi VMRO ve NFSP – Bulgaristan’ı Kurtarmak için Milli Cephe gibi siyasi partilerin aşırı milliyetçi tavırları yeni gözlemcileri rahatsız ediyor.
Seçim hazırlıkları devam ederken son gelişmeyi “Cumhuriyetçi Bulgarlar” partisi kuruluş kurultayı müjdeledi. Atlantikçi siyaset taraftarı yeni parti GERB kurucu olan fakat yılbaşında partiden ayrılan eski İç İşleri Bakanı Tsvetan Stvetanov tarafından yönetilecek. Sağ merkezci konumunu ve tüm azınlıklardan temsilcileri parti yönetimine davet edişiyle dikkatleri çekti. Yeni parti GERP oylarından % 60’ına talep oluyor.
Çin Batı Balkanlara hızlı girdi.
Son yıllarda Sırbistan üzerinden Batı Balkanlara giren ve 10 milyar Dolar yatırımla Dedeağaç – Budapeşte hızlı tren yolunu kuran Çin, Bulgaristan’ı adeta oyun dışı bıraktı. Sırbistan’la yalnız bu yılın 6 ayında 2.5 milyar Dolar alış veriş yaparken sanki Batı Balkanlar’da stratejik merkez oluşturuyor. Bulgaristan “İpek Yolu” dışında kaldı. Üstelik Amerikan likit gazı için terminalden ve Azerbaycan –TANAP –doğal gazı terminalinden kendi borusunu kendisi uzatan Kuzey Makedonya Cumhuriyeti (KMC) de Bulgaristan’ı kenara itti.
Bulgaristan ile KMC arasındaki anlaşmazlıkların temelinde ekonomik ve ticari menfaatler dışında ikili tarih, dil ve Makedon kimliği gibi sorunlar var. Her geçen günle bunlara Bulgaristan’ın Batı bölgelerinde (KMC ile sınır yöresinde yaşayan Makedon nüfusun ) Makedon dilinin ve azınlık kimliğinin tanınması, dolayısıyla kültürel otonomi sorunu da yeni bir güçle katılıyor, bu konuda Strazburg İnsan Hakları Mahkemesinin kararları, ayrıca Üsküp hükümetinin şaşmaz ısrarlı desteği var.
Olayların büyüteç altı analizi ilginç. Başbakan Borisov istifa etmemekte direnirken “başa dönelim” dedi. Ne var ki, hangi tarihsel başa sorusuna yanıt vermedi. Bulgaristan Büyük devletlerin arasında sıkışıp kaldı.
Sağlınıza fiziki mesafeye dikkat ediniz
Rafet ULUTÜRK yazıyor
Rafet ULUTÜRK yazıyor