Çanakkale’yi geçilmez kılan ve Türk’ün gücünü,sesini tüm dünyaya gösteren ve aynı zamanda son vatan toprağının savunulması için canlarını feda eden Çanakkale Şehitleri’ni ve Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve diğer komutanlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz..
Her Türk gencinin tümünü ezbere bilmese bile ilk bölümlerini ezbere bilmesi gereken, Türk Edebiyatına eşsiz eserler bırakan ve Türk’ün ateşten imtihanını,kahramanlığını bugünlere taşıyan Mehmet Akif Ersoy’u da saygı ve minnetle anıyoruz..
Ruhları Şad olsun..
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE..
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı! ”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. (1)
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, (2)
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlâhî o metîn istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli…diyordum ya…nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, (3)
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, (4)
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
(1) İlk baskılarda:…kum gibi, mahşer mi, hakîkat mahşer.
(2) İlk baskılarda:…duruyor karşında,
(3) İlk baskıda: Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
(4) İlk baskılarda: Ebr-i nîsânı açık…
Mehmet Akif Ersoy
“Çanakkale Zaferi yalnız bizim değil, tüm mazlum milletlerin Emperyalizme karşı ilk zaferidir”
Bugün Çanakkale Deniz Zaferi’nin 105. yıldönümü. Bu zafer, Balkan Harbindeki yenilgi sonrasında şahlanan bağımsızlık fikrimizin ve İstiklâl Harbimizin başlangıcıdır. Bu deniz zaferi mazlum milletlerin emperyalizme karşı kazandıkları ilk zaferdir. Bu zafer “Çanakkale Geçilmez!” sözünü insanlık tarihine altın harflerle yazdırmıştır.
Çanakkale Deniz Zaferi, o tarihe kadar görülmüş en büyük, modern ve üstün silah gücüne sahip düşman İngiliz ve Fransız ortak donanmasının püskürtüldüğü, sulara gömüldüğü ve takibeden kara savaşlarında Mustafa Kemal gibi bir dehayı ortaya çıkaran bir zaferdir.
Çanakkale deniz ve kara savaşlarındaki zaferlerimizi hurafelerle açıklama aymazlığıyla, emperyalizmin yenemediği Türk askerini ve Mustafa Kemal’i görmezden gelen zihniyet, bu zaferleri kazananların torunlarını, Türk Ordusunun en güzide subaylarını düzmece ve kirli kumpaslarla yıllarca cezaevlerinde tutsak etmiştir. Ama bilsinler ki, Türk Milleti o muzaffer dedelerin torunlarına bu hainliği yapanlardan en kısa zamanda hesap soracak, nesiller boyu unutamayacakları cevabı, anladıkları dilden verecektir.
Ulusumuzun emperyalizme karşı ilk zaferi olan Çanakkale Deniz Zaferinin 103. Yılını bu duygularla kutlarken, bu büyük destanı yazan, zaferler kazanan, vatan savunmasında canlarını feda eden tüm şehitlerimizin ve gazilerimizin önünde saygıyla eğiliyoruz. Ruhları şâd olsun.
Hüsamettin CİNDORUK
Millî Merkez Başkanı
TBMM 1991-95 Dönemi Başkanı