1. Haberler
  2. Ekonomi
  3. Cesaret…

Cesaret…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Burada bir köy vardı, haritada yeri belli değildi. Yanlışlıkla yolu buraya düşen olmuşsa da pek önemi yoktu. Günün birinde köydeki insanlar öyle böyle değil iyice hareketlenmişlerdi. O gün köyün kadınları, erkekleri, gençleri, madenci şirketin araçlarının köylerinden geçmemesi için aşağıya doğru inen, orman içine açılmış toprak yolun üzerinde bekliyorlardı. Meryem nine başındaki beyaz tülbendi eline almıştı. Kınalı saçlarının dibinden beyazlar gözüküyordu. Başını sallarken bedeni de hareket halindeydi. Yüzü hafiften koyulaşmıştı. Birden konuşmaya başladı:
“Yüz yıllardır köyümüzde atalarımız ormanla, toprakla, dereyle zor koşullar altında yüzgöz olmuşlardı. Doğayı tahrip etmeden domateslerini, salatalıklarını, biberlerini sayısız mahsullerini ekmişlerdi. Erik, armut, zeytin ve diğer ağaçlara gözleri gibi bakmışlardı. Vay vay!”
Erdinç amca gergindi. Ya köylüler? Dereye doğru baktı. Çocukken, gençken, şimdi de bu derede bazen yalnız, bazen arkadaşlarıyla sayısız kez yüzmüştü. Dere köyün can simidiydi. Başını soldaki kavak ağaçlarına çevirdi. İlk önce konuştuklarını hiç kimse anlamadı:
“Ürünlerini paraya çevirmek için hayvanın her iki tarafına yükledikleri büyükçe torbaları katırlarıyla, eşekleriyle en yakın kasabaya patika yollardan, düz arazilerden giderek ne zorlukla satmışlardı. O yılların koşulları böyleymiş. Koşullar değişse de ne olmuş? Biz aynı köyde aynı kalmışız.”
Abidin gençliğin vermiş olduğu girişkenliğiyle devam etti:
“Ölenleri köyün yanı başındaki hafiften meyilli arazide bulunan çam ağaçlarının arasına gömmüşlerdi. Baş ile ayak kısmına gelişigüzel irice ya da ince uzun taşlar dikmişlerdi. Buraya bakınca eskilere ait mezarlık olduğu belli oluyordu Yeni mezarlıklarda çimento ve kum daha yenilerindeyse mermer kullanılmıştı. Mezarlıkta yatan eski, yeni kim varsa köylülerimiz kendi adları gibi hepsini biliyordu. Bilenler arasında ben de varım. Şehre, kasabaya gidip orada yerleşik düzenini kuranların çoğunun cenazesi köye getirilmemişti. Köydekiler gönül koysa da bağırlarına ‘taş basıp’ susmuşlardı.”
Konuşması bitince gözlerin kendisine çevrildiğini gördü Abidin. Yanındaki Mahir orta yaşlarındaydı, daha evlenmeyi düşünmüyordu ama köyün yaşlıları evlen diye hep nasihat ederlerdi. Mahir etrafına son kez bakıyormuşçasına:
“Birlikte aldığımız kararı yaşama geçirdiğimiz için şaşkınım. Bugüne kadar devlet kapısıyla herhangi bir işimiz olmadı. Devletinde bu köyle bir işi olmadı.”
Oysa şimdi durum değişmişti. Altın için birçok ağaç, dere, hayvanlar yok olacağı gibi temiz hava da olmayacaktı. İşin içine siyanürle ayrıştırma da girince her yer zehirlenecekti. Bu yüzden kendi köyleri ve civardaki yerleşimlerin dokularının bozulmaması için direnmenin şart olduğunun bilincine varmışlardı.
Köylüler, jandarmanın karşılarına dikilmesine farklı yorumlarda bulunuyorlardı. Hikmet dede başında eskimiş siyah yünden şapkasını düzeltirken:
“Ben askere gittim. Oğlum ve torunlarım gitti. Köydekiler gitti. Görevimizi yaptık. Şu hale bak! Doğanın canına okuyacakları koruyorlar.”
Emine ninenin başında çağla beyaz renginde tülbendi, üzerinde solmuş, yeşilimsi, uzun kollu kazağı ile çok renkli şalvarı vardı. Elinde ince uzun sopasıyla gözlerini ormana çevirdi. Kuş seslerini dinledi. Dalıp gitmesi uzun sürmedi. Acaba nelere dalmıştı? Yüzünü jandarmalara çevirdiğinde aşağıdan gelen kadınlı, erkekli grubu gördü. Kalabalık hep bir ağızdan coşkuyla haykırıyordu:
“Siyanürlü altına hayır!”
Köylüler de gelenleri selamlıyormuşçasına:
“Siyanürlü altına hayır!” diye karşılık verdi.
Birlikte aynı cümleleri tekrarladılar. Komutan emir verince jandarmalar yolun ortasına ikişerli sıra halinde dizildiler. Emine ninenin sesi duyuldu:
“Sizler benim yavrularımsınız. Siz askerlik yaptınız da benim adamım da yaptı. Çocuklarım ve torunlarım da yaptı. Bizler düşman değiliz. Düşman arıyorsanız, ormanımızı öldürmeye gelenlere bir bakın! Düşman kim? Dost kim?”
Komutan küçümseyerek Emine nineye baktı:
“Askerlik yaptıysalar ben de yapıyorum.”
Köylüler ve onları desteklemeye gelenler, jandarmalarla aralarında bir adım kala durdular. Komutan ne yapacağını şaşırdı, jandarmalar da aynı durumdaydılar. Komutan yutkundu, nasıl olduysa:
“Hepiniz suç işliyorsunuz. Devlete karşı gelmekten hepinizi gözaltına alırım. Dağılın dağı…”
Jandarmaların aralarından geçen köylüler, desteklemeye gelenlerle kucaklaştılar. Jandarmalar yolun kenarına geçmiş olanları izliyordu. Komutan çaresizlikten küplere binmişti. Jandarma eri Cem olanlara donuk gözleriyle bakıyordu. Aklına köyü geldi. Ormanlığın içine tepeye kurulmuştu köyü. Dağın her iki tarafından coşarak akan deresi tüm canlılara, cansızlara renk katıyordu. Derelere HES kurulacağının haberini almıştı babasından. Köylüleri, haklarını aramak için bir hafta önce birçok kez jandarmayla karşı karşıya gelmişlerdi. Jandarma çok sert davranmıştı. Yine de köylüleri geri adım atmamışlardı. Aklına burada köylülere yaptıkları geldi. O an hepten canı sıkıldı, mırıldandı:
“Şimdi köyümde de jandarma daha kötüsünü yapıyor olmasın?”
Hüseyin Habip Taşkın yazıyor
 
 

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Cesaret…
Yorum Yap