Onbir ilimizde büyük bir yıkıma, onbinlerce vatandaşımızın ölümüne, yaralanmasına ve 84 milyon vatandaşımızı büyük bir acı ve üzüntüye garkeden deprem felaketinin henüz ilk haftası içinde bulunduğumuz günlerde, bu felaketi kader planı ile açıklayanlardan tutun, depremin Amerikanın olağanüstü, karşı konulamaz teknolojik üstünlüğü ile yarattığı Haarp[[1]] gibi sözüm ona deprem ve iklim silahlarıyla oluşturduğunu ısrarla iddia eden cahiller ile depremi bahane ederek Amerikanın 2002 yılında yaptığı Bin Yılın Meydan Okuması (Millenium Challenge-2002) tatbikatı ile Türkiye’yi işgal edeceğini öne süren bazı okumuşların sosyal medyadaki açıklamalarına kadar, bilinçli ve bilinçsiz yazılan, videolarda söylenen bir sürü hurafe havalarda uçuşmaktadır.
Bu tür bilim ve akıl dışı saçma sapan iddialara cevap vermek için kaleme aldığım bu yazıma başlarken arşivimde sakladığım ortaokul ve lise karnelerimde neler okuduğumuza göz attım.[[2]] Bizleri pozitif bilimlerle tanıştıran, sorgulayıcı aklımızın gelişmesinde emeği geçmiş bütün öğretmenlerimi şükranla anıyorum.
Depremlerle ilgili değerlendirmeler yapabilmek veya jeofizik, jeoloji ve deprem konularında uzmanlaşmış çok değerli bilim adamlarımızın yaptıkları açıklamaları anlayabilmek için önce üzerinde yaşadığımız dünyamızın yapısı hakkında basit bilgileri hatırlamak, bilmiyorsak öğrenmek gerekir.
Dünyanın yapısı[[3]]
Üzerinde yaşadığımız kutuplarından biraz basılmış, gövdesinin ortası hafif şişkin dünyamız, günlük yaşamımızda gördüğümüz karalar ve denizlerin ötesinde, henüz bilim tarafından tam aydınlatılamamış çok karmaşık bir yapıya sahiptir.[[4]]
Dünya’nın yapısı iki şekilde tanımlanabilir: Mekanik özelliklerle veya kimyasal olarak. Mekanik olarak litosfer, mezosfer, dış çekirdek ve iç çekirdeğe ayrılabilir. Kimyasal olarak ise Dünya; kabuk, manto (üst ve alt), dış çekirdek ve iç çekirdeğe ayrılabilir.
Kabuk
Yerkabuğunun derinliği 5-70 kilometre arasındadır ve en dıştaki tabakadır. İnce kısımlar, okyanus havzalarının (5–10 km) altında yatan ve bazalt gibi yoğun demir magnezyum silikat magmatik kayalardan oluşan okyanus kabuğudur. Daha kalın kabuk, daha az yoğun olan ve granit gibi sodyum potasyum alüminyum silikat kayalarından oluşan kıtasal kabuktur.
Kabuk ile birlikte en üstteki manto litosferi oluşturur.
Şu anda Dünya’nın kabuğunu oluşturan birçok kaya 100 milyon yıl önce oluşmuş ancak bilinen en eski mineral taneleri yaklaşık 4,4 milyar yıl yaşında olup, Dünya’nın en az 4,4 milyar yıldır sağlam bir kabuğa sahip olduğunu göstermektedir.
Manto
Manto, yer kabuğu ile çekirdek arasında yer alan, derinliğe göre değişen ısıya sahip bir yer katmanıdır. Mantonun üst kesimi yüksek sıcaklık ve basınçtan dolayı plastikimsi özellik gösterir. Alt kesimleri ise sıvı halde bulunur. Bu nedenle mantoda sürekli olarak alçalıcı-yükselici hareketler görülür. Kalınlığı 2.900 kilometreye yakındır. Dünya’nın en kalın katmanıdır. Ağır olup yoğunluğu 3,5-6 g/cm³ arasında bulunur. Sıcaklığı 1.900-3.700°C arasında değişir. Yapısında silisyum, magnezyum, nikel ve demir bulunmaktadır.[[5]]
Dünya’nın mantosu 2.890 km derinliğe kadar uzanır ve onu dünyanın en kalın tabakası yapar. Manto, geçiş bölgesi ile ayrılan üst (700 km derinliğe kadar) ve alt mantoya (700-2.900 km) bölünmüştür. Mantonun çekirdek-manto sınırının yanındaki en alt kısmı, D (belirgin dee-double-prime) katmanı olarak bilinir. Mantonun altındaki basınç ≈140 GPa’dır (1,4 Milyon atm). Manto, üstteki kabuğa göre demir ve magnezyum açısından zengin silikat kayalarından oluşur. Katı olmasına rağmen, manto içindeki yüksek sıcaklıklar silikat malzemenin çok uzun zaman aralıklarında akabileceği kadar yumuşak olmasına neden olur. Bu ısının kaynağı, gezegenin oluşumundan kalan ilkel ısı ve ayrıca Dünya’nın kabuğundaki ve mantosundaki uranyum, toryum ve potasyumun radyoaktif bozunmasıdır.
Çekirdek
Dünya’nın ortalama yoğunluğu 5,515 g/cm3‘tür. Yüzey malzemesinin ortalama yoğunluğu sadece 3,0 g/cm3 olduğu için, Dünya’nın çekirdeğinde daha yoğun malzemelerin bulunduğu sonucuna varmalıyız. Sismik ölçümler, çekirdeğin iki parçaya ayrıldığını, yarıçapı ≈1.220 km ve bunun ötesinde 3,400 km’lik bir yarıçapa uzanan sıvı bir dış çekirdek olduğunu göstermektedir. Yoğunluklar dış çekirdekte 9,9-12,2 g/m3 ve iç çekirdekte 12,6-13,0 g/m3 arasındadır.
İç çekirdeğin esas olarak demir ve bir miktar nikelden oluştuğuna inanılımaktadır. Bu konu halen aktif bir araştırma alanıdır.
Dinamo teorisine göre, dış çekirdekteki konveksiyonun Dünya’nın manyetik alanına yol açtığını öne sürülür. Katı iç çekirdek, kalıcı bir manyetik alanı tutamayacak kadar sıcaktır, ancak muhtemelen sıvı dış çekirdek tarafından üretilen manyetik alanı stabilize etmek için hareket eder. Dünya’nın dış çekirdeğindeki ortalama manyetik alan gücünün, yüzeydeki manyetik alandan 50 kat daha güçlü ve 25 Gauss (2,5 mT) olduğu tahmin edilmektedir. Ağustos 2005’te bir jeofizik ekibi Science dergisinde, tahminlerine göre Dünya’nın iç çekirdeğinin yılda yaklaşık 0,3 ila 0,5 derece döndüğünü, bunun yüzeyin dönüşüne göre daha hızlı olduğunu açıkladı. Dünyanın yapısıyla ilgili bu kısa açıklamalardan çıkarılacak en temel sonuç: Mantodaki dolaşım hareketleri (konveksiyonu), yüzeydeki tektonik plakaların hareketlerinin sebebidir ki, bu nedenle Dünyanın kabuk kısmındaki kıtalarda kırılmalara, yani “depremlere” neden olur.
Süper kıtalar[[6]]
Alt Manto sıvı, üst Manto ise yüksek sıcaklık ve basınçtan dolayı plastikimsi özellik gösterdiğinden dolayı Manto üzerinde bulunan Kabuk sabit olmayıp, Manto üzerinde adeta yüzerek, çok yavaş hareket eder. Deniz seviyesinin üzerinde karalar olarak gördüğümüz kıtalar bu hareketler nedeniyle milyonlarca yıllık dönemlerde biraraya gelip toplaşarak süper kıtalar oluşturur ve tekrar ayrışırlar. Birbirine yakın olduğunda tüm kara kütlelerini tanımlayan süper kıtaya Pangea ismi verilmiştir. Başka bir deyişle Pangea kıtaların ayılmadan önceki şekline verilen isimdir.[[7]]
Jeolojik Tarih Boyunca tanımlanmış Süper Kıtalar:
Süper Kıta Adı Yaş (Milyon Yıl) Dönem/Dönem Aralığı
Vaalbara 3,636-2,803 Eoarchean-Mesoarchean
Ur 2,803-2,408 Mesoarchean-Sederian
Kenorland 2,720-2,114 Neoarchean-Rhyacian
Arktika 2,114-1995 Rhyacian-Orosirian
Atlantik 1,991-1,124 Orosirian-Stenian
Kolombiya 1,820-1.350 Orosirian-Ectasian
Rodinia 1,130-750 Stenian-Tonian
Panotya 633-573 Ediakara
Gondwana 596-578 Ediakara
Lavrasya ve Gondwana 472-451 Ordovisyen
Pangea 336-173 Karbonifer-Jura
Süper kıtanın birleşme ve dağılma nedenleri Dünya’nın Manto konveksiyon süreçleri tarafından tahrik edildiği düşünülmektedir. Süper kıtanın dağılması sırasında yırtılan kabuk levhasının içinde mantonun püskürmesiyle tüyler oluşur. Böyle bir durumda kabuk levhası mantodan daha yoğun olduğu için bu manto tüyleri içinde batmaya başlar. Kabuk mantoya battıkça, kabuğun başka yerlerinde yeni tüyler oluşur ve buralarda manto yükselir. Örneğin günümüzde Afrika kıtası yılda 1,5-2 cm hızla kuzeye doğru hareket etmekte, Kıbrıs-Girit yayının altından Mantoya dalarak erimektedir. Bu hareketi nedeniyle Karadeniz ve Akdeniz’i kaplayan Tetris Denizi bölünerek Anadolu yarımadası ortaya çıkmış, Alp dağları, Toros Dağları, Zagros Dağ silsileleri oluşmuştur.
Pangea
Son süper kıta Pangea geç Paleozoyik ve erken Mezozoyik dönemlerde (335-175 milyon yıl önce) var olan bir süper kıta idi. Yaklaşık 335 milyon yıl önce önceki kıta birimlerinden toplandı ve yaklaşık 175 milyon yıl önce parçalanmaya başladı. Mevcut dünya ve kıta kütlesinin dağılımının aksine, Pangaea Ekvator üzerinde merkezli ve süperokyanus olan Panthalassa ile çevriliydi. Pangea var olan en son süper kıtadır ve jeologlar tarafından yapılandırılmıştır. Pangeanın parçalanmasıyla bugün üzerinde yaşadığımız dünya coğrafyası şekillenmiştir.
Yanardağların dağılımı[[8]]
Karaları meydana getiren ve aynı zamanda okyanuslun altında devam eden yer kabuğu bütün değildir. Levha adı verilen parçalara bölünmüştür. Mantoda sıcaklık ve basıncın etkisiyle oluşan konveksiyonel akıntılar vardır. Bu akıntılara bağlı olarak levhalar, üzerlerindeki kıtalarla birlikte Mantonun akıcı olan üst kısmında hareket eder.
Volkanik kuşaklar, yer kabuğunu oluşturan bu levhaların sınırlarında bulunur. Buralar, yeryüzünün zayıf ve çatlak sahaları olduğu için magma bu kesimlerde yeryüzüne ulaşır. Volkanların çoğu okyanus ortası sırtlarda ya da okyanusların kenarlarındaki dalma-batma alanlarında oluşur.
Bilindiği gibi yer kabuğundan aşağıya doğru inildikçe her 33 metrede sıcaklık ortalama 1 derece yükselmektedir. Yer kabuğunun faylarla parçalandığı alanlarda ise 1 derece sıcaklık artışı her 2-3 metrede olmaktadır. Bu alanlar, lavların yukarı çıkarak volkanizmanın aktif olması ve sıcak su kaynaklarının oluşması için oldukça uygun koşullara sahiptir.
Yeryüzünde yaklaşık 450-600 arasında aktif yanardağ yer almaktadır. Bu volkanların birçoğu denizlerin altında bulunur. Yeryüzünde yanardağların dağılışını gösteren harita incelendiğinde, yanardağların da depremler gibi uzun ve dar kuşaklar hâlinde uzandığı görülür. Yanardağların en yaygın olduğu kuşak “Pasifik Ateş Çemberi” adı verilen Büyük Okyanus çevresindeki kuşaktır. İkinci en belirgin kuşak ise Atlas okyanusunu baştan başa geçen kuşaktır. Ayrıca Akdeniz çevresi ile Doğu Afrika’da da önemli yanardağlar bulunmaktadır.
Yanardağların sınıflandırılmasında (0 ilâ 8 arasında değişen) yanardağ patlama endeksi (Volcanic Explosivity Index-VEI) kullanılır.[[9]] 0’ıncı gruptaki yanardağlar 10.000 m3’ten az malzemeyi 100 metreden az yüksekliklere püskürtürken, 8’inci sıradaki yanardağlar 1000 km3’ten çok malzemeyi 20 km’nin üzerine püskürtürler. Bu tür 8’inci grup yanardağlar arasında en bilineni M.Ö. 640.000’de patlayan ABD’deki Yellowstone yanardağıdır. Yakın tarihlerdeki patlamalarıyla dünya iklimini etkileyen iki yanardağ ise;
- 6’ncı gruptaki yanardağlar; Krakatao 1883’de ve Pinatubo 1991’de 10 km3’ten fazla malzemeyi 20 km’nin üzerine püskürtmüşlerdir.
- 7’nci gruptaki yanardağlardan Tambora 1815 yılında patlamış ve 100 km3’ten fazla malzemeyi 20 km’nin üzerine püskürtmüştür.
Tambora Dağı[[10]], Küçük Sunda Adaları’nın bir parçası olan Sumbawa adasında yer almaktadır. Endonezya takımadalarının güney zincirindeki volkanik adalar dizisi olan Sunda Yayı’nın bir parçasıdır. Patlama, 10 Nisan 1815’te doruğa ulaşmış ve bunu, altı ay ile üç yıl artan buharlama ve az miktarda freatik (yeraltı suyu) patlama izlemiştir. Patlamayla meydana gelen kül, dünya genelinde dağılmış ve sıcaklıkların düşmesine neden olmuştur. Böylece 1816’da Yaz Yaşanmayan Yıl olarak bilinen küresel bir hasat kıtlığı oluşturmuştur. Patlama, kısa bir süre önemli iklim değişikliğine neden olmuş, bu da çeşitli aşırı hava koşullarını doğurmuştur. Çeşitli iklim zorlamaları, Taş Devri’nin başlangıcından bu yana meydana gelen diğer büyük patlamalara rağmen bu patlamadan beri gözlemlenmeyen, sistematik bir şekilde çakışmış ve etkileşime girmiştir.
1815 Tambora patlaması, kaydedilen tarihte en büyük gözlemlenen patlamadır. Patlama 2600 kilometre uzaktan duyulmuş ve külleri, en az 1300 kilometre uzağa düşmüştür. Patlama kolonu, 43 km’lik bir yüksekliğe ulaşarak stratosfere kadar varmıştır. Kaba kül parçacıkları patlamalardan 1-2 hafta sonra yağmaya başlamış ancak daha ince kül parçacıkları atmosferde birkaç aydan birkaç yıla kadar 10-30 kilometre yükseklikte kalmıştır. Boylamsal rüzgarlar bu ince parçacıkları dünyaya yayarak görülebilir olaylar yaratmıştır. 28 Haziran ile 2 Temmuz 1815 ve 3 Eylül ile 7 Ekim 1815 tarihleri arasında Londra’da uzun ve parlak renkli gün batımları ve alacakaranlıklar sıklıkla görülmüştür. Alacakaranlık gökyüzünün ışıltısı tipik olarak ufukta turuncu veya kırmızı, mor veya pembe rengi almıştır.
Tahmini 41 kilometreküp, yaklaşık 10 milyar ton ağırlığında, piroklastik trakiandezit püskürmüştür. Bu, 6-7 kilometre çapında ve 600-700 metre derinlikte bir kaldera (yanardağ ağzı) meydana getirmiştir. Patlamadan önce Tambora Dağı, Endonezya takımadalarındaki en yüksek doruklardan biriydi ve yaklaşık 4300 metre yüksekliğindeydi. Patlamadan sonra önceki yüksekliğinin yaklaşık üçte ikisine yani 2.851 metrelik bir yüksekliğe düşmüştür.
Patlama sonrası iklim değişikliği ile Tambora olayı arasındaki bağlantı çeşitli bilimadamları tarafından kurulmuş olsa da ilgili süreçlerin anlaşılması tamamlanmamıştır.
Günümüze dönersek
Yaklaşık 4,6 milyar yaşında olan dünyamızın yapısı içinde yeralan Manto üzerindeki katılaşmış kayalardan oluşan Kabuk, plastik yapıdaki üst Manto üzerinde yüzerek, yüz milyonlarca yıl devam eden sürelerde biraraya gelerek süper kıtalar oluşturmakta ve tekrar yüz milyonlarca yıl sürecek dönemlerde parçalanarak, karasal yapıyı yeniden şekillendirmektedir. Bu hareketler sırasında ise kıtaların çarpışma ve ayrışma sınırlarında depremler meydana gelmekte, yanardağlar oluşmaktadır. Bu oluşum süreçlerinde denizler, okyanuslar, kutup buzlarının kalınlık ve büyüklükleri, kıtaların ısınması veya soğuması, rüzgârların şiddeti ve yönleri, denizlerdeki akıntıların sıcaklık ve yönleri değiştiğinden, havadaki karbon dioksit-CO2 miktarındaki değişmeler, iklimler üzerinde ve doğal hayatta bazı türlerin yok olması, yeni türlerin ortaya çıkması gibi sonuçlar doğurmaktadır.
Örneğin, yukarıda belirtildiği gibi Pangea süper kıtasının merkezi ekvatordadır. Kıtalar parçalanıp bugünkü şeklini aldığında, Polonya’daki kömür madenlerinde ekvatoral iklimlere ait dev bitki kalıntılarına rastlanmaktadır. Benzer şekilde, ülkemizde sadece Zonguldak’ta bulunan taşkömürü madenlerinin kayalarında yapılan paleomanyetik incelemeler göstermiştir ki, bölgedeki kayaçlar Madagaskar adası ile örtüşmektedir.
Depremlerle ilgili uydurmalar
Bazı dış kaynaklı yayınlarda, varsayımdan öteye gitmeyen ancak iddia edildiği gibi, depremlerin Güneş lekeleriyle ilgisi yoktur. Bazı istatistik çakışmalarla açıklanmaya kalkılsa da güneş lekelerinin arttığı her onbir yıllık kısa döngülerde, dünyaya düşen ışık ve enerji miktarında küçük azalmalar, iklimlerde ufak etkiler gösterse bile belirleyici bir etkisi yoktur.
Literatürde Maunder Minimum[[11]] diye anılan olgu, 1645 ile 1715 yılları arasında güneş lekelerinin aşırı derecede nadir hale geldiği bir dönemdir. Bu dönemde İngiltere ve bazı Avrupa ülkelerinde Küçük Buz Devri diye adlandırılan, hava sıcaklıklarında düşmeler görülmüştür. “2011’de yapılan bir araştırma, düşük güneş aktivitesinin jet akımı davranışıyla bağlantılı olduğunu ve bunun da bazı yerlerde (güney Avrupa ve Kanada/Grönland) ılıman kışlara ve diğerlerinde (kuzey Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri) daha soğuk kışlara neden olduğunu buldu.[[12]]”
İklimler ve karbondioksit
Bilindiği üzere, sanayi ve evsel ihtiyaçlar için gerekli elektrik üretimi, ısınma ve ulaşım amacıyla başta kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtların kullanımını sonucu atmosfere salınan karbondioksit miktarındaki artışların küresel sıcaklık artışlarına ve dolayısıyla iklim değişikliğine neden olduğu tezi günümüzde sıkça kullanılmaktadır.
İlkokul 4’üncü sınıfta okutulan Tabiat Bilgisi dersinde bile “onbin yıl önce buzul çağı yaşandığı, kuzey kutup buzulunun Avrupa’nın ortalarına kadar geldiği, Sibirya’da yaşayan mamutların güneye kaçamayıp, tundralarda donup kaldıkları” anlatılırdı. Ama iklim değişikliği konusunda sözcülük yapanlar ve bunların destekçilerinin, bu ilkokul bilgisini sorgulamak, onbin yıl önce nüfusun yaklaşık 5-10 milyon tahmin edildiği Dünyamızda; kömür, petrol, doğalgaz, otomobil, sanayi yokken yani havaya karbondioksit salacak insan kökenli yapılar yokken, havayı ısıtarak buzul çağını sona erdiren unsur neydi diye sormak akıllarına gelmemektedir.
Geçen sene 30 Haziran 2022 tarihinde İngiliz Antarktika Araştırmaları birimi (British Antarctic Survey-BAS) tarafından yayınlanan araştırma sonuçları, atmosferdeki CO2 ile sıcaklık arsındaki ilişkileri 800 binlik yıllık bir dönem için açıklayıcı bir makale yayınlamıştır.[[13]]
Bu çalışmada kullanılan materyal, Antarktika ve Grönland buzullarında yapılan sondaj çalışmaları ile buzdan karot numuneleri çıkarılıp, analiz edilmiştir. Her yıl yağan kar, havadaki bütün toz ve gazları absorbe ederek yerde birikir, yığılma yıllarca devam ettikçe buzların içinde ağaçların yaş çizgileri gibi her yıla ait buz katmanları oluşur. Bu numunelerde yapılan hassas analizlerin sonuçlarına göre;
Şekil 8: Antarktika CO2 ve sıcaklık değişimleri
Antarktika’daki hava sıcaklığında yaşanan değişimler ile havadaki karbondioksit miktarları arasında birebir ilişki olduğu net olarak görülmektedir. Havada CO2 artınca sıcaklık artmakta, azalınca sıcaklık da düşmektedir. Şimdi sorulması gereken en önemli soru şudur:
Sekizyüzbin yıldır havadaki karbondioksiti kim veya ne artırıp, azaltmaktadır? Bu sorunun sebebi insan olamayacağına göre, tek sebep yanardağlardan püsküren CO2’dir.
Daha kısa bir dönem için analiz sonuçlarına bakıldığında ise:
Şekil 9: Atmosferik CO2 ve Küresel sıcaklık
Günümüzden 20.600-15.700 yılları arasındaki buzul çağında atmosferdeki karbondioksit-CO2 190’dan 270 ppm’e[[14]] artarken ortalama küresel sıcaklık -7’den -2 oC’ye yani 5 oC artmıştır. Buna karşın, günümüzden 15.700 öncesinden başlayan ve halen devam eden sürede havadaki CO2 miktarı 270’den 280 ppm’e çıkarken küresel ortalama sıcaklık neredeyse -2 oC’den başlayarak önce hızla artmış, ancak son 7.000 yıldır hemen hemen sabit kalmıştır.
Aynı makalede, havadaki metan gazı değişimi de ppb (milyarda bir) cinsinden verilmekte olup, metan gazındaki değişim, karbondioksitin değişimiyle paraleldir. Metan gazı CH4, Manto içindeki yüksek sıcaklıklarda karbon ve hidrojen gazının tepkimesi sonucu oluşur ve özellikle depremler sırasında kırılan yer kabuğunun arasından çıkarak atmosfere karışır.
Günümüzde bazı aklı evveller, atmosfere metan salınımını azaltmak için bir milyar büyükbaş hayvanın itlaf edilmesini, insanların et yerine böcek yemesini tavsiye edecek kadar bilimsel gerçeklerden kopmuştur.
Güneş ışıması, CO2 ve iklimler[[15]]
Küresel ısınmanın en önemli sebepleri arasında sayılan karbondioksit ile güneş ışıması arasında da bir ilişki vardır. Dünyanın yörüngesindeki güneş yoğunluğu ortalama 1368 W/m2‘dir. Dünya bunun %30’unu (yaklaşık ve değişken olarak) yansıtır ve bunun küresel ortalaması 244 W/m2‘dir. Yüzey sıcaklığı ortalama 15 oC kabul edildiğinde Dünyamız, Stefan-Boltzmann radyasyon yasasına[[16]] göre atmosfere ortalama 394 W/m2 Kızılötesi (Infrared-IR) ışıma yapar. Dünya yüzeyinden atmosfere yayılan ile atmosferden uzaya yayılan enerji arasındaki 150 W/m2 (394-244) enerji atmosferde tutulur. Dünyadan yayılan kızılötesi ışınlar atmosferdeki karbondioksit, metan gibi sera gazları tarafından emilir, böylece iç enerjileri artan moleküller aynı Stefan-Boltzmann yasası gereği uzaya kızılötesi ışıma yaparak, enerjilerini boşaltırlar. Mevcut tahmine göre, atmosferdeki CO2 konsantrasyonu iki katına çıkarsa, atmosferik CO2 tarafından emilecek ilave kızılötesi ışın enerjisi miktarı 3,5 W/m2‘dir. Yani, CO2 konsantrasyonunun iki katına çıkarılması, tutulan ısıyı 150 W/m2‘den 153,5 W/m2‘ye çıkaracaktır ki bu da Şekil:9’da görüldüğü gibi ihmal edilebilir bir sıcaklık artışı yaratır.
Sonuç:
- Depremlerin tek sebebi, Dünyamız karalarının Kabuk altındaki Manto’da yüz milyonlarca yıl devam eden yüzmeleri sırasında yer kabuğunun kırılmasıdır.
- Depremlerin; Güneş Lekeleriyle, Güneş manyetik alanıyla hiçbir alâkası yoktur.
- İklimlerdeki değişiklikler yüz milyonlarca yıldır kesintisiz devam eden; kıtaların hareketleri, yanardağlardan ve deprem kırıklarından havaya püsküren karbondioksit, metan gibi gazların artışı veya azalışı ile ilgilidir.
- Depremler dünyanın birçok ülkesinde vardır ama onbinleri bulan ölümler; kader planı, akıl ve bilim sahiplerince yazılan Japonya’da, Meksika’da, ABD’de yoktur.
- Depremlerden ölümler; zemin araştırmaları yapmadan şehir planları yapan kamu yetkilileri, hırsız müteahhitler, inşaatları kontrol etmeyen mühendisler, izin veren belediye yetkilileri, imar affı çıkarmakla övünenlerin çizdiği, “kader planında” vardır.
* * *
[[1]] : Ayrıntılar için Bkz. Haluk Dural, HAARP ve deprem silahları uydurmacası https://www.academia.edu/38512962/HAARP_ve_Deprem_Silahlar%C4%B1_Uydurmacas%C4%B1
[[2]] : Ortaokulda: Türkçe, Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi, Matematik, Fizik, Kimya, Tabiat Bilgisi, İş Bilgisi, Yabancı Dil, Beden Eğitimi, Resim, Müzik, Din Dersi (seçmeli).
Lisede: Fen Kolu; Edebiyat, Kompozisyon, Felsefe Sosyoloji, Tarih, Coğrafya, Cebir, Geometri, Astronomi, Biyoloji, Jeoloji, Fizik, Kimya, Yabancı Dil, Müzik (seçmeli), Beden Eğitimi, Milli Savunma
[[3]] : https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCnya%27n%C4%B1n_yap%C4%B1s%C4%B1
[[4]] : http://bilsenbesergil.blogspot.com/p/mezosfer-mezosfer-litosferin-ve.html
[[5]] : https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCnya%27n%C4%B1n_mantosu
[[6]] : Süper kıtalar, https://tr.m.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCperk%C4%B1ta_listesi#:~:text=Modern%20tan%C4%B1mlara%20g%C3%B6re%2C%20bug%C3%BCn%C3%BCn%20d%C3%BCnyas%C4%B1nda,s%C3%BCper%20k%C4%B1ta%20olarak%20kabul%20edilmez
[[7]] : Animasyon için bakınız: https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Dosya:Pangea_animation_03.gif
[[8]] : https://doguasyavolkanlari.weebly.com/yeryuumlzuumlnde-volkanlar305n-da287305l305351305.html
[[9]] : https://en.wikipedia.org/wiki/Volcanic_explosivity_index
[[10]] : https://tr.wikipedia.org/wiki/1815_Tambora_Da%C4%9F%C4%B1_patlamas%C4%B1
[[11]] : https://en.wikipedia.org/wiki/Maunder_Minimum
[[12]] : Kaynak [9]’da verilen [23] nolu dipnot. Neson, S.; et al. (October 2011). “Solar forcing of winter climate variability in the Northern Hemisphere” (PDF). Nature Geoscience. 4 (11): 753–757. Bibcode:2011NatGe…4..753I. doi:10.1038/ngeo1282. hdl:10044/1/18859. Archived (PDF) from the original on 2022-10-09.
[[13]] : Ice cores and climate change, 30 June, 2022. https://www.bas.ac.uk/data/our-data/publication/ice-cores-and-climate-change/ BAS is a component of the Natural Environment Research Council (NERC). NERC is part of UK Research and Innovation www.ukri.org
[[14]] : ppm (parts per million) bir milyon hacımda bir hacım
[[15]] : Howard “Cork” Hayden Prof. Emeritus of Physics, UConn. (University of Connecticut), Comments on CO2, IR, and Climate, http://www.sepp.org/science_papers/Climate%20Comments.pdf
[[16]] : Stefan Boltzmann yasası bir nesnenin sıcaklığı ile yaptığı ışınım arasındaki ilişkiyi veren bir fizik yasasıdır. Sıcaklığı mutlak sıfır (0 oK = -273,4 oC) derecenin üstünde olan bütün nesneler ışınıma yaparlar. Işınım miktarı mutlak sıcaklığın dördüncü kuvveti ile orantılıdır. Buna göre sıcaklığın iki misline çıkarılması çevreye yayılan ışınımın on altı misline çıkması sonucunu doğurur.
Haluk Dural
DPT eski Uzmanı, Milli Merkez Genel Sekreteri