DİPLOMA MI? YOKSA HELVACI KÂĞIDI MI?

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Öğrenciler sınıfta sıralarına oturmuş, Gül öğretmenin konuşmasını dinliyorlardı. Karatahtanın orta yerinde büyük harflerle, beyaz tebeşirle yazılmış olan “büyüğünce ne olacaksın?” yazısı vardı.
Gül öğretmen sıraların arasında ağır adımlarla yürüyor, kimi zaman duruyor, öğrencisine karatahtada yazılmış olan soruyu soruyordu. Bir yandan dışarıda yağan yağmur, bulutlanmış gökyüzünün hali güne eşlik ediyordu.
Sümüklü Nihat sorulan soruya sinirli, elini kolunu dengesizce hareket ederken konuşmasına devam ediyordu:
“ Babam yaylada koyunlarını, iki köpeğini, bir eşeğini emrinde çalışanı olarak görürdü. Koyunlarına yön verirken “brehbreeeehhh”, eşeğinin üstündeki semerine oturduğunda, harekete geçmesi için “deh deeehhh”, köpeklerine ise “ hoooşşştuuun.” diye bağırırdı. Hayvanlar âlemini yönetirken kasılırdı. Elindeki uzun ve kalınca sopasını gelişi güzel sallar, hiçbir hayvanına vurmazdı.
Benim hedefim büyük çok büyük. İki kolu, ayakları olan, dilleri olup da birkaç cümleden fazla kurmasını beceremeyenlerin, el pençe duranların başına geçip, çocuk avuturcasına avutmaktır. Sonrasında malı götüreceğim.”
Gül öğretmen olduğu yerde donmuş bir hali vardı. Kendisine geldiğinde:
“ Hale” diye bildi.
Ayağa kalktığında etrafına gözleriyle kuşkuyla baktı:
“ Öğretmenim babamda sizin gibi bir öğretmendir. Açlıktan boğazımız kokuyor. Evimizi idare edebilmek adına kafasını yoruyor. Yorsa ne yazar? Benim boğazım kokmayacak! Randevu evleri açacağım. İşsizlere iş kapısı yaratacağım. Ekonomi vergilerimle şaha kalkacaktır.
Parayı parayla katlayacağım. Yüksek tabakanın elle gösterileni olacağım. Bu sayede dokunulmazlığım olacaktır.”
Gül öğretmeni havanın cıvıttığı bu günde ter basmıştı. İstem dışı ellerini masanın üzerine koymasıyla, kendisinden geçti. Nasıl olduysa eliyle Kel Osman’ı işaret etti. Ayağa kalkar kalkmaz ağırlığı ses tonundaydı:
“ Ey kullarım! Elime geçirmişken sizleri yolmadan bırakmak bana yakışmaz.”
Gül öğretmen konuşmaması için sanki ağzı mühürlenmişti. Kel Osman konuşmasını dayıvari biçimde devam ediyordu:
“ İki ayaklı keklikler bundan anlar. Yaptıklarımın hesabını hiçbir güç benden soramayacaktır.”
Hatice’nin teni hafiften esmerdi. Kısa saçlıydı. Erkeklerden hoşlanmazdı:
“ Müteahhitler makamıma gelecek ve hediyelerini verecekler. Boş alan kalmayacak, gökdelenleri diktirme emrini vereceğim. Daha çok hediye verene kat sayısını çoğaltacağım. İmara arazileri açacağım.”
Gül öğretmen yerine geçip sandalyesine oturdu. Rafet söz almadan kısa sarı saçlarıyla oturduğu yerden konuşmaya başladı:
“ Silah ve bomba fabrikaları kuracağım. İki, dört ayaklı canlıların ölmesi umurumda olmaz. Tohumuna paramı verdim! Yerleşim birimleri işgal edilmiş beni ilgilendirmez. Kadınların, çocukların ırzına geçilmiş; salla gitsin. Sakat kalan olmuş, evleri başlarına yıkılmış; boş ver gitsin.
Babam gibi tuhafiye dükkânında ömrümü tüketemem.”
Gül öğretmen ayağa kalkıp öğrencilerine baktı:
“ Ben ben ben…” diyebildi.
“Gül Gül Gül uyan artık… Saat onda taşeron firmasında iş görüşmesinde olacaksın!” Diye annesi seslenmişti.
Gül tarih öğretmeni olabilmek için zamanın birinde üniversite bitirmişti. Üniversite bitirmek, diplomalı olmak, torpili olmamak psikolojisini bozmuştu.
Hüseyin Habip Taşkın/29.02.2020

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
DİPLOMA MI? YOKSA HELVACI KÂĞIDI MI?