Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Genel Başkanı Abdullah Resul Demir ve duayen gazeteci Coşkun Aral konuşmacı olarak yer aldı.
Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa, Çin’in uyguladığı sistematik zulümlerin, can ve mal güvenliklerini hiçe saydığını belirtti.
Mülteci, Sığınmacı, İlticacı ve Göçmen terimlerinin kafa karıştıran anlamları.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Her önemli hareketin ve kişiliğin ‘Günü’ olduğu gibi‚‘Mülteciler Günü’ de var.
Dünya Mülteciler Günü, her yıl 20 Haziran’da, mültecilerin durumunu insanlara anlatabilmek için kutlanır. İşte bu günü unutmayanlardan Saadet Partisi Hollanda Teşkilatı, tarafından anıldı.
Saadet Avrupa Tanıtma Başkanı Murat Gürbüz’ün moderatörlüğünde, online ortamda geniş katılımlı panel program olarak yapılan etkinlikte, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Kaya, Saadet Partisi GİK üyesi Dr. Bekir Gündoğmuş, Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa, duayen gazeteci Coşkun Aral ve Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Genel Başkanı Abdullah Resul Demir konuşmacı olarak yer aldı.
Programda ilk söz alan, Doğu Türkistan’da Uygurların maruz kaldığı işkence ve zulümlere değinen, Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa, mülteci olmanın ne anlama geldiğini bizzat kendi hayatlarında tecrübe ettiklerine dikkat çekti. Çin’in uyguladığı sistematik zulümler karşısında iltica etmenin, bir kurtuluş haline geldiğini vurgulayan Dolkun İsa, mülteci olarak verdikleri mücadele nedeniyle ailelerinin can ve mal güvenliğinin tehdit altında olduğunu da belirtti: Dolkun İsa, ‘Annemin de babamın da vefatını gazetelerden öğrendim. Kendi kardeşime müebbet hapis cezası verdiler. Tek suçu, Doğu Türkistan mücadelesini sürdüren bir ailenin üyesi olmaktı. Benim yurt dışında olmamdan ötürü aileme zarar vererek bizi engellemeye çalışıyorlar. Ama biz mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz.’ diye devam etti.
Dünya genelinde savaş muhabirliği alanındaki yetkin isimlerden olan duayen gazeteci Coşkun Aral da, mültecilerin yaşam mücadelesinin iyi anlaşılması gerektiğine dikkat çekti. Mesleki tecrübelerinden bilgiler de aktaran Aral, ayrıca mülteciliğin sanki başkalarının başına gelecek bir şeymiş gibi algılandığını hatırlatarak katılımcılara “Bir gün sabah kalktığınızda mülteci olarak uyandığınızı düşünerek hareket etmeniz gerekir” uyarısında bulundu.
Göç alanında akademik çalışmaları bulunan Saadet Partisi GİK üyesi Dr. Bekir Gündoğmuş ise, mültecilerin sayısının dünya genelinde neredeyse 30 milyona ulaştığına vurgu yaparak, konunun küresel bir problem olarak ele alınması gerektiğini belirtti. Bu nedenle mülteciliği ortaya çıkaran sebeplere odaklanılmasının bir zorunluluk olduğunu belirten Gündoğmuş “Göçmenlerle ilgili söylenilenlerin önemli kısmı algısaldır. Örneğin göçmenlerin işsizliği ve suç oranlarını artırdığı söylenir sıklıkla. Halbuki bizim yaptığımız bir araştırmada da başka araştırmalarda da göç ile işsizlik arasında doğrudan bir ilişkiye rastlanılmamaktadır. Suç oranları ise oldukça düşük seviyede ve genelde de kendi aralarında yaşanmaktadır. Hiç kimse durduk yere mülteci olmuyor. Demek ki, mülteci konusunu ele alırken aynı zamanda sorumluları ve nedenleri de gündeme getirmeliyiz. Yani mazlumu konuşuyorsak zalimi de konuşmalıyız.” dedi.
Mültecilik konusuyla ilgili hukuki bilgiler veren Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Genel Başkanı Abdullah Resul Demir de, mültecilere yönelik yaptıkları çalışmaları aktardı. Gönüllülük esası üzerine çalıştıklarını vurgulayan Demir, son yıllarda kitlesel iltica hareketliliğine maruz kalan Türkiye açısından, konunun önemine dikkat çekti. Mültecilerin zorla yerinden edilmiş kimseler olduğunu belirten Demir, mültecilerin bulundukları ülkelerde kalıcı kişiler olarak algılanmasının, doğru politikalar belirlenmesi açısından önemine vurgu yaptı. Özellikle yerel yönetimlerde birbirine taban tabana zıt politikaların uygulandığını hatırlatan Demir, zaten sürecin mağduru olan mültecilerin bu yüzden bir kez daha mağduriyet yaşadığını ifade etti.
Programın son konuşmasını ise Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Kaya yaptı. Mevcut dünya düzeninin mülteciliği tetiklediğini ifade eden Kaya, Suriye, Irak, Afganistan, Yemen, Doğu Türkistan ve Rohingya gibi ülkelerde çıkartılan huzursuzluk ve çatışmaların insanların zorla yerinden edilmesine neden olduğunu belirtti. Uluslararası kuruluşların bu sorunları çözmede başarısız olduğunu vurgulayan Kaya, çözümün sömürü ve tahakküm yerine hak ve adaleti merkezine alan yeni bir dünyanın kurulmasından geçtiğini söyledi.
MÜLTECİ KİMDİR?
Bakınız, Prof. Dr. Nezih Orhon mülteciliği nasıl anlatıyor:
1951 Sözleşmesi’nin 1A maddesinin Mültecilerin Statüsüne istinaden, mülteci: “Irkı, dini, uyruğu, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve o ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen; yahut uyruğu yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu zulüm korkusu nedeniyle dönmek istemeyen kişilerdir.”
Hükümetler normalde temel insan haklarını ve vatandaşların fiziksel güvenliğini garanti altına alır. Hükümetler bunu yapamadığında veya yapmak istemediğinde, bireylerin insan haklarının ihlali gibi ciddi sorunlar ortaya çıkabilir ve bireyler başka bir ülkede güvenlik bulmak için evlerini, çevrelerini ve ailelerini bırakmak zorunda kalırlar. Tanımı gereği mültecilerin hükümetleri tarafından korunmadığı durumlarda, uluslararası topluluk bu bireylerin haklarını ve fiziksel güvenliğini sağlamak için adımlar atar.
Mülteciler ile ilgili farklı birçok kaynak ve tartışmada vurgulanan ilk nokta insanların hareketliliğinin insanlık tarihi kadar eski olduğudur. Mülteciler ile bugün tartışılagelen konular ve kavramlar yeni boyutlar kazansa da çok daha geniş ve tarihsel bir temele dayanmaktadır. İnsanların göçü sadece bugüne ilişkin bir kavram olmamakla beraber belki de hiç olmadığı kadar medya ve yeni iletişim teknolojileri sayesinde görünürlüğü ve üzerine tartışılırlığı çok daha artmış bir kavramdır. Mülteciler üzerine çok farklı ve boyutlu tartışmaların olması olumsuz bir durum değildir. Mülteciler adına medyanın gündem belirlemesi ve kamuoyunun şekillenmesi anlamında sahip olduğu rol son derece kıymetlidir. Burada önemli olan medyanın mültecilere ilişkin tartışmaların yer aldığı bir platform olarak kavramların bulanıklaşması durumunda yarardan çok zarar üretebileceği gerçeğidir. Herkesin üzerine rahatça söz söyleyebileceği bir alan haline gelmesiyle beraber medyanın mülteciler adına sorumluluğu ve beraberinde uzmanlaşabilmesi de çok daha önemli hale gelmiştir. Mülteciler ile ilgili tartışmalar soyutlaşmaya başlayan bir ‘mülteci’ kelimesinden ya da arzulanmasa da onun sıfatlaşmasından ibaret değildir. Mülteciler tüm zorlukların ve kötülüklerin içinden çıkmış insanlardır. Evet, insanlardır. Bunu ısrarla vurgulamak gerekir. Medyanın görevi insanın değerini tanımak ve korumaktır. Bu yüzden de mültecileri tanımak, anlamak ve onları anlatmaya çalışmak mülteciliği anlatmanın yanında insanlığı da anlatmaktır. Medyanın mültecilerin varlığını ve iyilik içinde olabilmeleri konusundaki her türlü girişim ile çabayı desteklemesi mesleki bir sorumluluğun ötesinde etik, ahlaki ve insani bir sorumluluktur. Mültecilerin korunabilmesi ve içinde bulundukları ev sahibi toplum ile olumlu bir birliktelik içerisinde yer alabilmelerinde elbette bireylerin ve devletlerin görevleri ile sorumlulukları vardır ama medya gibi önemli etkilere sahip güç noktalarının da en az onlar kadar bu sorumluluklara sahip olduğunu hatırlamalıyız. İnsan onurunun esas olduğu her noktada medyaya da görev düştüğünü bilmeliyiz. İnsan onurunun ve değerinin toplumda daha da derinleşebilmesi ve özellikle de mülteciler açısından da işlenebilmesi adına medya önemli bir role sahiptir. İşte yukarıda paylaşılan düşünceler ışığında medyanın mülteciler için ortaya koyduğu bir çok olumlu çalışmaya bir nebze destek olabilmek amacıyla bu çalışma hazırlandı. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO tarafından yürütülen “Hayata Fırsat” projesi kapsamında bir dizi farkındalık semineri düzenledik ve medya mensupları, iletişim fakültesi öğrencileri, sivil toplum temsilcileri ve diğer katılımcılar ile biraraya geldik. Onlarla önemli bir deneyim oluşturma fırsatını yakaladık. Buradaki birikimleri de, daha geniş bir kitleye ulaşabilmesi için bu kitaba aktarmanın önemli olduğunu düşündük. Bu el kitabının hazırlanmasına vesile olan ILO’ya, projenin donörü Avrupa Birliği’ne ve genel koordinasyonunu yürüten Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü’ne teşekkür ediyorum. Dilerim, mültecilere daha güzel bir geleceğin sunulabilmesi konusunda çabalarımız artar ve geniş kitleler ile buluşabilir.
Mülteci, Sığınmacı, İlticacı ve Göçmen terimlerinin kafa karıştıran anlamları.
Bakınız, Sinem Özdemir bu konuda neler diyor:
Kamuoyunda “göçmen”, “sığınmacı”, “ilticacı” veya “mülteci” ayrımı çoğunlukla doğru yapılamıyor. Bu durum bir kavram karmaşasına neden oluyor. Sık karıştırılan bazı iltica terimlerini derledik.
Türkiye’den Yunanistan’ın Midilli Adası’na geçen sığınmacılar
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en ağır mülteci krizinin yaşandığı günümüzde, o yıllarda vatandaşları şiddet ve çatışmalardan kaçıp diğer ülkelere sığınan Avrupa ülkeleri bu kez kendileri ev sahibi konumunda. 2011’de başlayan iç savaşla birlikte Suriye’den kitleler Avrupa’ya akın etti. En fazla Suriyeliyi ağırlayan ise komşu ülke Türkiye oldu.
Mülteci krizi; Avrupa Birliği’ni ve Türkiye gibi, “transit” ülke konumundan hızla ev sahibi ülke konumuna evrilen ülkeleri hazırlıksız yakaladı. İzlenecek ortak mülteci politikası konusunda Birlik içindeki tartışmalar hâlâ devam ediyor. Göç ve iltica terminolojisinde uluslararası anlaşmalarda düzenlenmiş kimi kavramların ülkeler özelinde yeniden yorumlanması da bir anlam karmaşasına ve tartışmaların büyümesine neden oldu.
Yaşanan bu kavram karmaşasının basında yer alan haberlere de yansıdığı görüldü. Türk basınında olduğu kadar Avrupa basınında da ülkelerinden kitleler hâlinde ayrılmak zorunda kalanlar kimi zaman sığınmacı, kimi zaman mülteci, bazen göçmen; hatta bazen de “kaçak göçmen” olarak nitelendirildi.
Peki, bu kavram kargaşasına neden olan ne? Türkiye’de uluslararası hukukta kabul görmüş anlamlarıyla mültecilerden ve sığınmacılardan bahsetmek mümkün mü?
Göçmen, sığınmacı, mülteci tanımları ve sıkça karıştırılanlar
Mülteci: 28 Temmuz 1951’de Cenevre’de imzalanan ve iltica terminolojisinin temelini oluşturan Birleşmiş Milletler (BM) Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşme’ye göre mülteci; “Irkı, dini, milliyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan, bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişidir.”
Hukuki statü olarak da bu şartları sağlayan ve “mülteci” olarak tanınmış kişileri ifade eder. Mülteciler, gönüllü olmadığı takdirde ülkelerine geri gönderilemezler.
Sığınmacı: Uluslararası koruma arayan, başvuruda bulunduğu ülkede yetkili makamlarca başvurusu henüz sonuçlandırılmamış, yani henüz resmi olarak mülteci statüsü verilmemiş kişileri ifade eder. Her sığınmacı mülteci olarak tanınmaz, ancak her mülteci iltica sürecinin başında sığınmacıdır.
Yunanistan-Makedonya sınırındaki İdomeni’de sığınmacılar
Göçmen: BM’ye göre, uluslararası göçmenin resmi bir tanımı bulunmamakta. Ancak uzmanların çoğu, “göçün nedeni ve hukuki statüsünden bağımsız olarak ikamet ettiği ülkeden ayrılarak başka bir ülkeye giden kişi” tanımı üzerinde hemfikir. Burada, “göçün sebebinden ve göçmenin statüsünden bağımsız” vurgusu önemli. Örneğin Uluslararası Göç Örgütü (IOM) mültecileri de göçmen kategorisine alıyor. Ancak örgüte göre, “her mülteci göçmen sayılsa da her göçmen mülteci değil.”
Düzensiz Göçmen: Düzensiz göçmenin de uluslararası kabul görmüş bir tanımı bulunmuyor. Avrupa Komisyonu’na göre; “göç alan ülkeler” göç düzenlemelerinin gerektirdiği izin ve belgelere sahip olmaksızın ülkeye giriş yapan, buraya yerleşen ya da burada çalışanları “düzensiz göçmen” olarak tanımlıyor. Göç veren ülke için ise “düzensizlik” genellikle geçerli bir pasaportu ya da seyahat belgesi olmaksızın uluslararası bir sınırı geçen ya da ülkeyi terk edebilmesi için gereken idari yükümlülükleri yerine getirmeyenleri ifade ediyor.
Kaçak göç ve göçmen: İnsani yardım ve mülteci örgütlerine göre “kaçak göçmen” tabiri, suç işleme eylemiyle özdeşleştirildiğinden kaçınılması gereken bir kavram. Çünkü düzensiz göçmenlerin çoğu bir suç işlemiş olmuyor. Birçok ülkede ilgili belgeleri haiz olmaksızın bulunmak bir idari ihlal sayılıyor, ancak suç teşkil etmiyor. Bu hassasiyete atıfla BM, “düzensiz” ya da “belgelenmemiş” göç terimlerini kullanırken, Avrupa Komisyonu uzun bir süre “kaçak göç” teriminin kullanılmasından yanaydı. Kısa süre önce Avrupa Komisyonu da düzensiz göç kavramını kullanmaya başladı. Bununla birlikte Komisyon, göç ve göçmen arasında bir ayrım gözetiyor: Bir durum ya da süreci ifade etmek üzere “yasa dışı” kavramı hâlâ tercih edilebilirken, göçmenler söz konusu olduğunda “düzensiz” kavramını kullanıyor.
Coğrafi sınırlama (çekince) nedir?
İlk imzalandığında “1951 yılı ve öncesi Avrupa’da meydana gelen olaylar nedeniyle mültecileri korumaya yönelik” ifadelerinin yer aldığı BM Mülteciler Sözleşmesi, 1967 Protokolü ile yeniden düzenlendi. Bu düzenlemeylezaman sınırlaması ve coğrafi şart kaldırıldı. Ancak daha önce coğrafi sınırlama beyanı ile anlaşmaya taraf olan ülkelere bu koşulu sürdürme hakkı tanındı.
Türkiye’de mülteci ve sığınmacılar
Türkiye,1967 Protokolü’ne “coğrafi sınırlama” şerhinin devamı ile taraf olan tek Avrupa Konseyi ülkesi. Yani, Türkiye yalnızca Avrupa ülkelerinden gelen sığınmacıları mülteci olarak kabul ederken, diğer ülkelerden gelenlere mülteci statüsü tanımıyor.
Türkiye’nin sürdürmekte ısrarcı olduğu “coğrafi sınırlama” şartı aralarında Uluslarası Af Örgütü’nün de bulunduğu birçok insani yardım örgütü tarafından eleştiriliyor. Bu örgütler, Türkiye’nin coğrafi ayrım yapmaksızın etkin bir uluslararası koruma imkanı sunmasını talep ediyor.
Geçici koruma, şartlı mülteci, ikincil koruma
Peki, Avrupa dışından gelenlerin Türkiye’deki statüsü ne oluyor?
Uluslararası iltica sistemi standartlarına yönelik yapılandırma çalışmalarının sürdüğü Türkiye’de, 11 Nisan 2014’te yürürlüğe giren “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” ülkedeki sığınma sistemine ilişkin başlıca düzenlemeleri içeriyor.
Buna göre Türkiye, Avrupa dışı ülkelerden gelen ve uluslararası koruma başvuruları olumlu sonuçlanmış kişilere üçüncü ülkelere yerleştirilinceye dek “geçici koruma” sağlıyor ve bu sığınmacıları “şartlı mülteci” olarak kabul ediyor.
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne göre, mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menşe ülkesine ya da ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde ölüm, şiddet ya da başka bir tehditle karşı karşıya kalacak olan yabancı ya da vatansız kişiye ise statü belirleme işlemleri sonrasında “ikincil koruma” statüsü veriliyor.
Suruç’ta bir mülteci kampı, 2014
Suriyelilerin durumu
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre, Türkiye’de Ağustos ayı itibariyla yaklaşık 3 milyon 500 bin kayıtlı Suriyeli sığınmacı bulunuyor. Ancak coğrafi sınırlama Suriyeliler için de geçerli olduğundan, hukuki statü olarak mülteci sayılmıyorlar.
Türkiye, Suriyelileri Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda düzenlenen “geçici koruma” kapsamına alıyor ve “şartlı mülteci” kabul ediyor.
Güvenli ülke
İltica terminolojisinde en tartışmalı kavramlardan biri de “güvenli ülke.”
BM’ye göre, güvenli ülke kavramı ikiye ayrılıyor: Birinci kategori, mülteciliğe sebebiyet veren şartların oluşmadığı varsayılan güvenli menşe ülkeleri (Safe Country of Origin); ikincisi ise iltica arayışında olanların sığınabilecekleri güvenli ülkeleri (Safe Country of Asylum) ifade ediyor.