“Türk ligini dünya benim sayemde öğrendi “diyen Mourinho’ya cevap:
(Yazının Hollandacası en altta. Nederlandse versie is onderaan)
İlhan KARAÇAY’dan Mourinho’ya mektup…
Jose Mourinho’nun Eyüpspor maçının ardından yaptığı açıklamalar, Türkiye futbol kamuoyunda kısa süreli bir şaşkınlık yarattı ama ne yazık ki gereken tepkiyi doğurmadı. Ünlü teknik adam, “Benim sayemde Türk ligi dünyada tanındı” gibi son derece hadsiz ve mesnetsiz bir cümle kurarak yalnızca kendi egosunu beslemekle kalmadı, Türk futbolunun geçmişine ve emeğine gölge düşürmeye kalkıştı.
Oysa Türk futbolu, tarihine altın harflerle yazılmış başarıları, Avrupa’daki şaşırtıcı performansları ve tutkuyla dolu taraftar kültürüyle çoktan uluslararası saygınlığını kazanmıştı. Bu mektup, Mourinho’nun açıklamalarına bir yanıt niteliğinde kaleme alındı. Ama mesele yalnızca Mourinho değil: Bu çıkış karşısında suskun kalan spor camiası, medya mensupları ve meslektaşlarımız da aynı oranda eleştiriyi hak ediyor.
Şimdi söz, mektubun kendisinde…
Jose Mourinho’ya Açık Mektup:
Eyüpspor maçından sonra yaptığınız açıklama, sadece kibirli değil, aynı zamanda hadsiz ve gerçeklerden tamamen kopuktu. “Benim sayemde Türk ligi dünyada tanındı” gibi bir cümleyi sarf etmek, en hafif tabirle saçmalıktır. Siz bir teknik direktörsünüz, bir sihirbaz ya da futbol peygamberi değil. Türk futbolunun siz gelmeden önce dünya tarafından tanınmadığını iddia etmek, ya büyük bir cehaletin ya da narsisizmin ürünüdür.
Size hatırlatmak isterim:
– Türk futbolu, siz daha Bobby Robson’un çantasını taşırken UEFA Kupası’nı kazanmış bir ülkedir. – Galatasaray 2000’de Avrupa’yı dize getirdi. – Fenerbahçe 2008’de Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline adını yazdırdı. – Beşiktaş, Avrupa’da Liverpool’dan Ajax’a kadar nice devleri yenerek Türk futbolunun saygınlığını artırdı. Yani bu lig, sizin Instagram etkileşimlerinize veya YouTube’daki basın toplantılarınıza muhtaç değil.
Sizin geçmişiniz mi? Evet, şampiyonluklarınız var, kimse inkâr etmiyor. Ancak arkanızda bıraktığınız enkazlar da az değil: – Real Madrid’de takım içi kavgalardan dolayı soyunma odasını zehirlediniz. – Chelsea’de ikinci gelişinizde ligin dibine demir attınız. – Tottenham’da tek bir kupa kazanamadan gönderildiniz. – Roma’da finalde kaybettiğinizde, başarısızlığın faturasını hakeme kesip, kulübü utanç verici bir pozisyona düşürdünüz. – Bugün hâlâ UEFA’dan aldığınız ceza yüzünden Fenerbahçe’nin başında Avrupa maçına çıkamıyorsunuz. Bu nasıl bir “başarı mirası”?
Ve şimdi gelip, onmilyonlarca taraftarı olan, onlarca yıl Avrupa’da başarılar elde etmiş, köklü bir futbol ülkesine kendi gölgenizi pazarlıyorsunuz. Kusura bakmayın ama burası sizin reklam kampanyanızın sahnesi değil. Burada emek var, tarih var, mücadele var. Ve en önemlisi, sizin magazin şovlarınıza pabuç bırakmayacak bir futbol aklı var.
Mourinho Efendi, bu lig sizinle tanınmadı. Bu lig, sizin üzerinizden utanacak bir geçmişe de sahip değil. Siz gidince bu lig çökmeyecek, ama siz Türk futboluna saygı göstermediğiniz sürece, biz sizi ciddiye almayacağız.
Dünya sizi izliyor olabilir, ama burada milyonlarca insan her hafta tribünleri dolduruyor. 3’üncü Lig’deki bir Anadolu maçına 5 bin kişinin gittiği ülkemizdeki futbol tutkusu, sizin PR cümlelerinize bağlı değildir. Kendi gölgenizi büyütmek uğruna, buradaki emeği küçümsemeniz; sadece sizi küçük düşürür.
Kibirle değil, saygıyla konuşursanız daha çok şey kazanırsınız. Ama siz bu kibirden besleniyorsunuz. Ne yazık ki artık kimse bu oyunu yemiyor.
İlhan Karaçay
Sessiz Kalanlar ve Gözünü Kaçıranlar
Ne ilginçtir ki, yukarıdaki mektupta ifade edilen saçmalıklara, spor dünyamızdan tek bir ciddi tepki gelmemesi oldukça düşündürücü. Ne futbol otoriteleri ne de medya mensupları Mourinho’nun bu hadsizliğine karşı bir duruş sergileyebildi. Oysa işin içinde sadece bir teknik direktörün kibri değil, tüm bir futbol tarihimize yönelik bir küçümseme vardı.
Bu durum, biz gazeteciler için de bir ayna niteliğinde. 6 Dünya Kupası, 6 Avrupa Şampiyonası ve sayısız Dünya ve Avrupa finalini izlemiş bir gazeteci olarak, mesleğimizin içine düştüğü bu sessizlik hali beni derinden yaralıyor. Haber peşinde koşması gereken, gerçeğin yanında durması gereken meslektaşlarımız, ya ilgisiz kaldı ya da tepki vermekten çekindi. Bu, gazeteciliğin en temel görevini inkâr etmek demektir.
Daha da vahimi, Mourinho ile röportaj yapan muhabirin, bu çarpık açıklamalara tek bir sorgulayıcı soru bile yöneltmemesi. Peki neden? Belki de onun da korktuğu patronları vardı. Belki de “büyük hoca”nın gölgesinde ezilmek istemedi. Ama unutmamalıyız ki, gazetecilik; cesur sorularla, doğru yerde durmakla ve gerektiğinde en güçlü isimlere karşı bile gerçeği savunmakla anlam kazanır.
Bugün sessiz kalan herkes, yarın bu tür hadsiz çıkışların zeminini hazırlamış olur. Ve biz susarsak, bu oyunu gerçekten seven milyonlara ihanet etmiş oluruz. Çünkü futbol, sadece sahada değil; mikrofon başında da onurla savunulması gereken bir emektir.
*****************
MOURİNHO DİE RESPECT VERWACHT, MOET EERST LEREN RESPECT TE TONEN.
Antwoord op Mourinho die zegt “De wereld kent de Turkse competitie dankzij mij”: Voetbal wordt op het veld gewonnen, niet achter de microfoon
Een brief van İlhan KARAÇAY aan Mourinho…
De uitspraken van José Mourinho na de wedstrijd tegen Eyüpspor veroorzaakten korte verbazing in de Turkse voetbalwereld, maar helaas bleef de noodzakelijke reactie uit. De beroemde coach zei iets als: “Dankzij mij is de Turkse competitie bekend geworden in de wereld.” Met deze ongepaste en ongefundeerde uitspraak voedde hij niet alleen zijn eigen ego, maar probeerde hij ook de geschiedenis en inspanningen van het Turkse voetbal te ondermijnen.
Toch heeft het Turkse voetbal zijn internationale erkenning allang verdiend, met successen die met gouden letters in de geschiedenisboeken zijn geschreven, indrukwekkende prestaties in Europa en een fanatieke supporterscultuur. Deze brief is geschreven als een antwoord op Mourinho’s uitspraken. Maar het probleem is niet alleen Mourinho: ook de sportwereld, journalisten en collega’s die zwijgen tegenover deze arrogantie, verdienen kritiek.
Hier is de brief zelf:
Open brief aan José Mourinho:
De verklaring die u na de Eyüpspor-wedstrijd gaf, was niet alleen arrogant, maar ook ongegrond en los van de realiteit. De uitspraak “Dankzij mij is de Turkse competitie wereldwijd bekend geworden” is op zijn zachtst gezegd onzin. U bent een coach, geen tovenaar of voetbalprofeet. Te beweren dat de wereld het Turkse voetbal pas na uw komst kent, is een teken van ofwel enorme onwetendheid, ofwel pure narcisme.
Laat mij u eraan herinneren:
– Turkije won de UEFA Cup toen u nog de tas van Bobby Robson droeg. – Galatasaray versloeg heel Europa in 2000. – Fenerbahçe bereikte in 2008 de kwartfinale van de Champions League. – Beşiktaş versloeg reuzen als Liverpool en Ajax en verhoogde zo het aanzien van het Turkse voetbal.
Deze competitie heeft uw Instagram-views of persconferenties op YouTube niet nodig.
Uw verleden? Ja, u heeft titels gewonnen, dat ontkent niemand. Maar de schade die u achterliet is ook niet gering:
– U vergiftigde de kleedkamer bij Real Madrid met interne conflicten. – Bij uw tweede termijn bij Chelsea zakte het team naar de onderste regionen. – Bij Tottenham werd u ontslagen zonder ook maar één prijs te winnen. – Bij Roma gaf u de schuld van het verlies in de finale aan de scheidsrechter, waarmee u de club te schande maakte. – En nu mag u door een UEFA-schorsing niet eens aan de zijlijn staan bij Europese wedstrijden van Fenerbahçe. Wat voor “erfenis van succes” is dat?
En nu probeert u uw schaduw te verkopen aan een voetbalnatie met miljoenen fans en decennia aan Europese successen. Sorry, maar dit land is niet het decor van uw PR-show.
Hier is arbeid, geschiedenis, strijd. En bovenal, een voetbalintelligentie die zich niet laat intimideren door uw mediashow.
Meneer Mourinho, deze competitie werd niet dankzij u bekend. En deze competitie heeft geen verleden om zich voor u te schamen. Als u vertrekt, stort deze competitie niet in. Maar zolang u geen respect toont voor het Turkse voetbal, nemen wij u niet serieus.
Misschien kijkt de wereld naar u, maar hier vullen miljoenen mensen elke week de tribunes.
In een land waar zelfs 5.000 mensen naar een derde divisiewedstrijd gaan, hangt de passie voor voetbal niet af van uw PR-zinnetjes. Door de inspanningen hier te kleineren om uw eigen imago te vergroten, maakt u alleen uzelf belachelijk.
Met respect praten levert meer op dan met arrogantie. Maar helaas voedt u zich met arrogantie. En niemand trapt daar nog in.
İlhan Karaçay
Zij die zwijgen en wegkijken
Wat opmerkelijk is: niemand uit onze sportwereld heeft serieus gereageerd op de onzin die hierboven is beschreven. Geen voetbalautoriteiten, geen journalisten, niemand durfde op te staan tegen de brutaliteit van Mourinho. En dat terwijl het hier niet slechts gaat om de arrogantie van een coach, maar om een minachting van onze hele voetbalgeschiedenis.
Dit is ook een spiegel voor ons, de journalisten.
Als journalist die zes Wereldbekers, zes Europese kampioenschappen en talloze finales heeft bijgewoond, doet de stilte in ons vak pijn. Collega’s die het nieuws zouden moeten najagen, zich aan de waarheid zouden moeten vasthouden, bleven onverschillig of durfden niet te reageren. Dat is het verloochenen van de basis van journalistiek.
Erger nog: de journalist die Mourinho interviewde, stelde niet één kritische vraag bij deze absurde uitspraken.
Waarom? Misschien was hij ook bang voor zijn bazen. Misschien wilde hij niet verpletterd worden door de schaduw van de “grote coach”. Maar we mogen nooit vergeten: journalistiek krijgt betekenis door moedige vragen, het kiezen van de juiste kant, en het verdedigen van de waarheid – zelfs tegen de machtigen.
Iedereen die nu zwijgt, maakt morgen ruimte voor nieuwe arrogantie. En als wij zwijgen, verraden wij de miljoenen mensen die echt van dit spel houden. Want voetbal moet niet alleen op het veld, maar ook achter de microfoon met eer verdedigd worden.