(Eskilerden bir anı)
2011 yılı Renan Özer adlı arkadaşımın ağabeyi vefat etmişti. Ölen Amerikan Delta Hava Yolları Türkiye Genel müdürüydü. Aile cenazeyi Zincirlikuyu mezarlığına defnetmek istiyor, fakat orada yer bulamıyordu. Son çare olarak Renan’ın aklına ben gelmiştim. Telefon açıp; benden yardım istedi. Zincirlikuyu mezarlığında müdüriyetle görüşmeden yeni çıkmıştı.
“Biraz bekle orada, sakın ayrılma” dedim.
Beş dakika içinde hem ölü, hem de sağ olan eşi için gömülecek yer aradım;”gir içeri müdürle görüş” dedim.
Sonuçta, çok mutlu oldular.
Cenaze kaldırıldı.
Ve ertesi gün Renan ve ailesi beni teşekkür için Bostancı Buhara restauranta yemeğe davet etti. Masada Renan, ölenin oğlu, ve enişteleri (Çapa Dişçilik Fakültesinde profesör) vardı. Ben masaya en son katılmıştım. Aslında erkek erkeğe masalarda oturmayı pek sevmezdim. Restaurant tamamen doluydu. Ve her masada kadınlı erkekli gruplar oturuyordu. Tek maganda masası bizimki sayılırdı. Alkol masalarında sohbet konusunun merkezinde hep ben olmuşumdur. Nedenini de bilem. Ama tahminen benim anlatacağım malzemenin çokluğundadır.
Renan masadakilere beni tanıştırırken; “mezar yerini ayarlayan arkadaşım, Erdal” dedi. Ve mesleğimi vs anlattı. Sonra sohbet başladı.
Genelde sorular bana soruluyor. Ben yanıtlıyordum. Profesör ağır rollerde takılıyor. Fazla konuşmuyordu. Bence konuşacak fazla bir şeyi de yoktu. “Ömrü ders kitabı okumakla geçmiş biridir” diye tahmin ediyordum. Hiç te umursamıyordum. İçten içe; bir pozisyonunu bulsam da, şuna bir gol atsam diye plan yapıyordum.
Sonra alkolün etkisi ile; konu erkek masalarında kadınlara geleceğinden. Renan benim için büyük kazanova, don juan vs ballandıra ballandıra anlatıyordu. Şöyle zampara böyle zampara.
Aslında doğru değildi anlattıkları.
Eniştenin kaşları çatıldı. Belli ki; çok kızmıştı çünkü profesör olarak özel ilgi bekliyordu. Benim masanın yıldızı olmam onu rahatsız etmişti.
Sonuçta koskoca profesördü.
Bana hitaben; “ hastalanınca sidik torbanı, serumunu kim taşıyacak? Hastanede evde sana kim bakacak? tarzında tek eşliliği savunan sözler söylemeye başladı.
Ben sakince; “beyefendi, sizinle farklılığımız sözlerinizden zaten anlaşılıyor. Siz kadınları, bir köle, hasta bakıcı, hizmetçi olarak görüyorsunuz. Oysa ben onları bir melek, dost, arkadaş, aşık ve prenses olarak görüyorum” deyince; bir anda restaurantta bir uğultu ve alkış yükseldi.
“Bravo” diye bağıranlar bile vardı.
Tüm restaurant meğerse bizim masayı; dolayısı ile beni dinliyormuş.
Verdiğim yanıt özellikle kadın müşterilerin çok hoşuna gitmişti. Alkışlar epeyi uzun sürünce; ayağa kalkıp tüm restaurantı başımla ve ellerimle selamlayarak, teşekkür ettim.
O anda profesörü görmeliydiniz. Yüzü mosmor olmuştu. Ezildiğinin farkına vararak, bana yavaş yavaş sorular sormaya başladı.
“Ne iş yapıyorsunuz, nerelisiniz” tarzından?.
Kısa soğuk bir iki yanıt verdim. Sonra ona yan dönerek, diğerleri ile sohbete devam ettim.
Kısacası kadınlar bizim bakıcımız değildir.
Evliliği çoğu erkek yaşlanınca kendisine bakacak bir kadınla yapılan nikah olarak görmektedir. Uyumsuz, zevksiz, mutsuz evliliklerin nedeni bu kötü anlayıştır!
Erdal Bıçakcı yazıyor