2015 Mart ayında Kanada’ya gidip, sevgili arkadaşım Sedat beye Toronto’da misafir olmuştum.
Sedat oturduğu iki katlı müstakil evi yıkıp yenisini yapmak istiyordu. Ev eskimişti. Bunun için tüm hazırlıklarını yasal ölçülerde yapıp, ruhsat almak için belediyeye başvuru yapmıştı. Projesi belediye tarafından kabul görmesine rağmen onaylanmadı. Ona “şimdi gidip sokağındaki komşularınla toplantı yapacaksın. Projelerini onların onayına sunacaksın. Renk konusunda dahi onaylarını resmi olarak aldıktan sonra gelmeniz gerekiyor” dendi.
Şimdi bizim ülkemize bakıyorum.
Toplumu ilgilendiren büyük projelerin detayından halkın haberi yok. Bir sokağa giriyorsunuz; sıvasız boyasız içinde yıllarca oturulan iğrenç binalar.
Hiç kimseyi görsel olarak rahatsız etmiyor.
Hizaları ve kat yükseklikleri farklı kötü görünüşlü evler.
Resmi daire binalarının içlerine ve dışlarına bir bakın. Her tarafları dökülüyor. Yollar ise köstebek yuvası gibi. Büyük şehirlerde tüm asfalt yollar, çeşit çeşit, farklı yüksekliklerde yamalarla dolu.
İmar iskan bakan ve belediyeler ne amaçla seçilir?
Bu birimleri yönetenler, neden aday oluyorlar?
Lâfa gelince gönül belediyeciliği deniyor.
Uygulamaya gelince sefalet belediyeciliği.
Binlerce belediye başkan ve meclis üyesi yıllardır görgü ve bilgileri artsın diye yurt dışı gezilerine götürülüyor.
Tüm giderlerini bu fakir halk ödüyor.
Bu arkadaşlar oraları görünce hayran oluyorlar.
Anlata anlata bitiremiyorlar.
Ama dönünce gördüklerini unutup, alıştığımız ucubeleri yapıyorlar.
Devamlı savunduğum bir fikir vardır.
Bizim ülkeye yabancı futbolcu yerine, yabancı emekli Avrupalı belediyeci transfer etmemiz şart.
Ve onların işine kesinlikle karışılmamalı.
Bizim yaptıklarımızdaki hilelere girmek istemiyorum.
Çünkü uzun vade dayanan sağlam hiç bir şeyimiz yok.
Hesap soran veya veren de yok!.
Kısacası bu iş; eğitim ve kültür işi.
O da bizde yok!.