İlhan Karaçay, objektif gazetecilik ilkesiyle soruyor:
Lale Gül’e desteğe okey, acı çeken ebeveynler ne olacak?
Lale Gül’e desteğe okey, acı çeken ebeveynler ne olacak?
*Doğrudur, bir genç kız, tanrının kendisine bahşettiği hayatı hür iradesiyle yaşamalı ve baskılara maruz kalmamalı.
*Peki buna karşın, yaşananlar nedeniyle ele güne bakamaz duruma gelen ebeveynlerin çektikleri acılar ne olacak?
*Izdırabını kitap yazarak anlatan ve destek bulan Lale Gül amacına ulaştı ve özlediği hür yaşama kavuştu.
*Peki, ‘İrinli hamam böceği ve faşist islam despotu’ suçlaması ile anne, ‘sadece döllendiren’ olarak suçlanan baba ne olacak?
Değerli Okurlarım,
28 Şubat 2021 günü alttaki başlıklar ile bir haber yayınlamıştım:
HOLLANDA’DA YENİ BİR BİLİMKURGU
*Ailesine ‘roman yazıyorum’ dedi ama laf furyası ile ebeveynlerini yerden yere vurdu…
*23 yaşındaki Lale Gül, Türk ve islam geleneklerini sertçe eleştiren kitabının yayınlanmasından sonra evinden çıkamaz oldu.
*Televizyonlarda ve gazetelerde günün konusu olan genç kız, babası için ‘döllendiren’ annesi için de ‘irinli hamam böceği ve faşist islam despotu’ yakıştırmasını yaptı.
*Din ve geleneklerine bağlı olan Türk kesiminden ölüm tehditleri alan genç kız ‘yazarlığa tövbe’ dedi ama gelen cazip teklifler de kafasını karıştırıyor.
Yukarıdaki başlıklar ile yayınladığım haber, ana akım gazetelerinde, haber portallarında ve sosyal medyada yayınlandıktan sonra, büyük bir çalkalanma oldu. Genç kızımızı destekleyen görüşlerin yanında, az da olsa adet ve geleneklerden söz eden görüşler de vardı.
Üç beş gün süren bu çalkalanmadan sonra ortalık sessizliğe büründü.
Ne var ki, aradan 15 gün geçtikten sonra akılları başlarına gelen (!) bazı siyasetçiler ve kurumlar, bu konuyu yeniden gündeme getirerek, kendilerine bir paye kazandırmaya çalışmaya başladılar. Paye kazanmaya çalışan bu kişiler arasında benim dostlarım da var.
Lale Gül’ün ebeveynlerinin, utançlarından hâlâ sokağa çıkamadıklarını göz ardı eden bu kişi ve kuruluşlar, bu durumun ehemmiyetine değinmezken, tehdit edilmekte olan Lale Gül’e, arşivlerdeki en edebi sloganları sıralayarak sahip çıkıyorlar.
Aslında ben de, Lale Gül’ü savunan bu sloganları destekliyorum. Ama madalyonun diğer tarafına da bakılmasını istiyorum.
Hollanda’da yazarlık yapan erkek cinsiyetinde bir Türk, önceki gün kendisyle yapılan ve
‘de Volkskrant’ta yayınlanan bir röportajda, ‘Ben 15 yaşında iken geneleve gittim. Ama buna karşın kız kardeşim okul seyahatine bile gidemedi’ benzetmesi ile Lale Gül’e destek oluyordu.
Ama nedense, bu demokrat ve özgürlükçü gazeteci, Lale Gül’ün annesi ve babası ile tüm ailesinin çektikleri ızdırap için tek kelime etmediği gibi, dinine ve geleneğine bağlı olan insanların aydınlatılması için bir öneride bulunmuyordu.
Çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir bayan politikacı, şu andaki görevi ile hiç bağdaşmadığı halde, Lale Gül hakkında bir bildiri yayınlıyor ve Lale Gül’e yapılan tehditleri şiddetle kınıyor.
Bu politikacımız da nedense, Lale Gül’ün annesi ve babası ile tüm ailesinin çektikleri ızdırap için tek kelime etmediği gibi, dinine ve geleneğine bağlı olan insanların aydınlatılması için bir öneride bulunmuyordu.
Özgürlükçülüğü ile tanınan bir Türk örgütü de dün bir açıklama yaptı ve Lale Gül’e yapılan tehditleri şiddetle kınadı.
Ama nedense, bu demokrat ve özgürlükçü örgüt de, Lale Gül’ün annesi ve babası ile tüm ailesinin çektikleri ızdırap için tek kelime etmediği gibi, dinine ve geleneğine bağlı olan insanların aydınlatılması için bir öneride bulunmuyordu.
Lale Gül’e destek açıklamaları yapanların yanında, tehdit iddiaları ile yıpratılan Kuzey Hollanda Milli Görüş Yönetimi de, Amsterdam Belediye Başkanı Bayan Femke Halsema’ya göndermiş olduğu mektubu yayınladı.
Milli Görüş Yönetimi’nin, Belediye Başkanı Halsema’ya gönderdiği mektubun bir kısmının orijinal fotoğrafı ve Türkçe tercümesi altta:
Amsterdam, 15.03.2021
Konu: ‘Ik ga leven’ isimli yayını nedeniyle Lale Gül’e karşı tehditler
Belediye Başkanı Sayın Halsema,
Kuzey Hollanda Milli Görüş olarak Lale Gül hanıma karşı yapılan tehditleri kayıtsız șartsız reddediyor ve kendisinin güvenliği için alacağınız her türlü önlemi destekliyoruz.
Bir eleştiri eylemi hiçbir zaman tehditlere yol açmamalıdır. Bir an önce bu meselenin netliğe kavuşmasını ve Lale Gül hanımın tekrar normal günlük hayatına devam etmesini temenni ediyoruz. Bir kişinin İslam dinini kabul edişinde, yaşayışında veya reddedişinde hiçbir tehdit veya zorunluluk söz konusu olmamalıdır. Dolayısıyla Lale hanımın kararına saygı duyarak yapılan tehditleri kınıyoruz.
Çeşitli medya kanallarının iddialarının aksine yönetimimiz hiçbir şekilde Lale hanımın ailesi ile iletişime geçmemiş ve kendisi tarafımızdan hiçbir şekilde bir tehdide maruz kalmamıştır. Söz konusu medya ilgisinin bir sonucu olarak teşkilatımız maalesef haksız yere itham edilmiş ve medyada olumsuz bir şekilde yer almıştır.
Geçtiğimiz günlerde ‘Volkskrant’ gazetesi tarafından bir düzeltme yayınlanmış, Milli Görüş teşkilatının bu meselede, ne ebeveynler ile bir irtibatta ne de bir mahkeme tehdidinde bulunduğu belirtilmiştir. Gül ailesine bu zor zamanlarında kolaylıklar ve bir an evvel sükunete kavuşmalarını diliyoruz.
Saygılarımızla,
Kuzey Hollanda Milli Görüş Yönetimi
Son aldığım bir habere göre, Hollanda’daki pek çok sanatçı, siyasetçi ve hatta birkaç imam,
Lale Gül için imzaya açılan bir dilekçeye destek vermişler.
Bu haberin yer aldığı sayfaya, Jan Beerenhout (1933 yılında Atatürk ve Kraliçe Wilhelmina tarafından kurulan Hollanda-Türk Dostluk Cemiyeti eski sekreteri ve müslüman olmuş bir değer) şu satırları yazmış:
Kur’an:2:256 ‘Dini inançta zorlama olmaz’
Hz. Muhammed: ‘Sizin inancınız sizindir, benim inancım ise benimdir’.
‘Lale Gül ile dayanışma içinde olduklarını açıklayan müslümanların mevcudiyeti tuhaf değildir. Ama O’na saldıran ve tehdit edenler de muhtemelen müslüman değildir.’
İşte, kendisi de 60 yıl önce müslüman olmuş bir Hollandalı’nın görüşü yukarıdaki gibi.
Müslümanlığın, şamatacı ve yalancı politikacı Geerd Wilders’in saçmaladığı gibi bir din olmadığını, Kur’an-ı Kerim’i inceleyen her insanoğlu anlayabilir.
Jan Beerenhout’un yukarıda verdiği örnekte olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim’de ‘Dini inançta zorlama olmaz’ başlıklı ayete inanmayanlar müslüman olamazlar.
Şimdi gelelim yeniden boynu bükülen Gül aile fertlerinin yaşamakta oldukları acılara…
Hollanda TV’sine çalışan Bülent Moran kardeşimiz bugün sosyal medya üzerinden bir duyuru yaptı. Lale Gül konusunda konuşmak isteyen Türk aileleri arıyormuş. Dilerim ki Moran kardeşimiz konuşacak aileleri bulur ve bu aileler de, Gül ailesinin çektikleri ızdıraba merhem olurlar.
Ben şahsen soz söz olarak şunu söyleyebilirim: Gurbette yaşayan Türk kökenlilerin birinci kuşağının tükenmekte olduğu yıllar içindeyiz. Birinci kuşaktakilerin büyük bir çoğunluğu dini vecibelerine, kültür ve geleneklerine sıkıca bağlı insanlardır. Hoş, ikinci kuşak gurbetçilerimiz, evde öğrendikleri doğrultusunda aynı hassasiyete bağlı kalmışlardır.
Üçüncü ve şimdilerde henüz bebek olan dördüncü kuşak Türkler’in, ilk kuşaktakiler gibi, aynı konularda çok hassas ve bağnaz olmayacakları malumdur.
Ama her şeye rağmen, henüz yaşamakta olan birinci ve ikinci nesil yurttaşlarımıza, göç edip geldikleri ülkelerde, yaşam tarzının şekilleri ve şartları öğretilmelidir.
Her konuda aşırı düşünen insanlar olduğu gibi, din, adet ve gelenek hakkında da aşırı düşünen insanlar vardır. Makul ve sağlıklı düşünen insanlarımız çoğunlukta olduğuna göre, yaşam şartları konusunda kendilerini geliştirememiş insanlarımız için eğitici toplantılar yapmak doğru olmaz mı?
Bu eğitici toplantıları veya kursları, vergi ödediğimiz devletin kurumları üstlenmelidir. Ama kendi devletimiz de bu konuda girişimlerde bulunma hakına sahip olmalıdır.
‘Ankara’nın uzun kolu’ safsatası bir kenara itilerek, en az 30-40 yıl daha sürecek olan bu gelişmemişliğe son vermenin tek çaresi budur.
Yukarıdaki konuyu daha önceden okumamış olanlarınız vardır. Bu nedenle, 28 şubat günü yayınlamış olduğum yazıyı aşağıda yineliyorum.
HOLLANDA’DA YENİ BİR BİLİMKURGU
*Ailesine ‘roman yazıyorum’ dedi ama laf furyası ile ebeveynlerini yerden yere vurdu…
*23 yaşındaki Lale Gül, Türk ve islam geleneklerini sertçe eleştiren kitabının yayınlanmasından sonra evinden çıkamaz oldu.
*Televizyonlarda ve gazetelerde günün konusu olan genç kız, babası için ‘döllendiren’ annesi için de ‘irinli hamam böceği ve faşist islam despotu’ yakıştırmasını yaptı.
*Din ve geleneklerine bağlı olan Türk kesiminden ölüm tehditleri alan genç kız ‘yazarlığa tövbe’ dedi ama gelen cazip teklifler de kafasını karıştırıyor.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Bir Pazar gününüzü zehir etmek istemiyordum ama, Hollanda’da nelerin yaşandığını güncel olarak bilme hakkınız olduğu için bekletemedim. Ama söz, sizlere yarın iç açıcı bir yazı servis edeceğim. Yazının başlığını şimdiden müjdeleyim: Türkler Avrupalı mı?
Şimdi dönelim bugünkü konumuza…
Hollanda’da yeni bir ‘scienne fiction’ bilimkurgu filmi dönmeye başladı. Bu fimin başrol oyuncusu bu kez 23 yaşında Lale Gül adlı bir genç kızımız.
Ailesine ‘Roman yazıyorum’ diyen, ama roman yerine kendi hayatını yazarken Türk ve islam geleneklerini yerden yere vuran genç kızımız, gerek ailesinden ve gerekse din ve geleneklerine bağlı olan Türk kesiminden gördüğü tepkiler ve tehditler üzerine, hayata küserek dışarı çıkamaz hale geldi.
Kendi ifadesiyle, çeşitli çevreler tarafından lanet okunan genç kız, ‘Beni yuvasına pisleyen’ olarak anıyorlar diye dert yanarken, kalemini bir kenara attığını ve artık yazmayacağını belirtti.
Lale Gül’ün bir ilk olan kitabının adı ‘Ik ga leven’, yani ‘Yaşayacağım’. Ama öyle görülüyor ki, kitabında kullandığı hiciv, taşlama ve laf salatası nedeniyle hayatını zindana soktu. Kitapta kullandığı yazı dili, kendi deyimi ile yapısı olmayan, sokak dili ile yazılmış kaotik bir hikâye. Ama buna rağmen, kitapçılara sipariş verme yarışında ilk 10’na girmeyi başarmış.
Bakınız Lale Gül Hollanda medyasında nasıl değerlendirildi:
Lale Gül, kitabının yayınlanmasından iki hafta sonra çok naif davrandığını ve budalalık yaptığını kabul etti. Amacı, kendini örnek göstererek, Amsterdam’da yaşayan bir genç kızın, aşırı islam toplumu içindeki boğuşmalı yaşamını anlatmaktı. Yazacaklarından ötürü evde zorluk çekeceğini hiç hesaba katmamıştı. Sonuçta anne ve babası kırık Hollandacaları ile bir şeyin farkına varmayacaklardı ve sonunda da, ‘Amaaan, kulaktan dolma sözlerle yazılmış bir roman’ diyecekti.
Ama bu düşünce ne yazık ki suya düştü. Kitabın yayınlanmasından iki hafta sonra çıktığı Televizyon programından sonra, Gül ailesinin telefonları kilitlenmişti. Aile bireyleri, tanıdıklar ve tanımadıkları hesap sormaya başlamışlardı. Kitap, Türk toplumu içinde utanç yaratıcıydı.
Lale anlatıyor: ‘Babam, titreyen elleri ile tuttuğu telefondan herkese cevap vermeye çalışıyordu. Zira ben kendilerine bir aşk hikâyesi yazdığımı söylemiştim. Ama babam her gelen telefondan anladıklarıyla, benim neler yazdığımı öğrenmişti. O sırada babam bana ‘Kızım, ne yaptın sen, aile yaşamımızı sokağa döktün.’ diye feryat etti.’
‘Yaşayacağım’ adlı kitapta başrolü oynarken laf salatası yaptığını unutmuştu. Evde müzik dinlemek, öpüşme sahnesi olan film seyretmek ebeveyler tarafından yasaklanmıştı. Makyaj, ziynet ve selfi fotoğraf çekmek yasaktı. Doğum günü kutlamak ve dışarı çıkmak yasaktı. Okul gezisine gitmek, tatile bir erkek aile bireyi olmadan gitmek yasaktı. Erkek arkadaş edinmek, hele hele sevgili edinmek kesinlikle yasaktı.
Ama başrol oyuncusu yasakların olmadığı bir yaşam istiyordu. Kitabında da soruyordu: ‘Ne yani, bir ev bitkisi olarak mı yaşayacaktım? Evleneceğim, gülme yoksunu, Kur’an yutmuş bir uyuşuk erkeği seçecek olan beni döllendirenler, yaşamam gereken seksüel ilişkinin nasıl olması gerektiğini de mi anlatacaklar? Bunun için mi yaşayacağım? Allah benim bu trajedime sevinecek mi?’
Lale Gül kitabında, annesi ile arasındaki geçimsizliği, bir erkek arkadaşıyla ilişkisi nedeniyle çektiği zorlukları anlatırken, babasından ‘Beni döllendiren’, annesinden de ‘irinli hamam böceği ve faşit islam despotu’ diye söz ediyor.
‘Amacım, zehirleyici dil kullanmak değildi’ diyor Lale Gül ve ekliyor: ‘Amacım, yaşadığım gerçekleri yazmak ve kararı okuyuculara bırakmaktı. Ama yazım sırasında ebeveynlerime kızdım ve kızgınlığımı okuyucuların da bilmesini istedim.’
Lale Gül’ün anne ve babası, 1990’lı yıllarda Hollanda’ya göç etmişlerdi. Amsterdam’ın bir mahallesinde ikamet ediyorlardı. Annesi, üç çocuğa bakan bir ev kadınıydı. Babası ise postacı ve tren temizliği işleri yapmıştı. Lale, o günleri şöyle anlatıyor: ‘Amsterdam’da ikamet ediyorlardı ama, geldikleri köyü hiç terk etmemiş gibiydiler. Türk televizyonlarını izliyorlar ve kendi geleneksel norm ve değerlerinden kopamıyorlardı. Benim kot pantolon giyinmemden bile rahatsız oluyorlardı. Ne de olsa komuşulardan çekiniyorlardı. Sofu müslüman olarak cennet ve cehenneme inanıyorlar. Çocuklarının ahirette cayır cayır yanmasını istemiyorlardı. Bu nedenle bize bazı kısıtlamalar koymuşlardı. Annem, benim günahlarımın kendisine kaydolacağına inanıyordu. Allah’ın ona, ‘Kızın şeytanın peşine takıldığı zaman sen ne yaptın’ diye soracağına inanıyordu.
Lale’ye göre, müslüman kızların çoğu aynı baskı ve kurallar içinde yaşıyordu. Ama çoğunluğun da bu baskı ve kurallara uymadığını görüyordu. ‘Amsterdam Üniversitesi’nde, yüksek eğitimli müslüman kızlar ile konuşurken, onların da evden dışarı çıkamadıklarını ve arkadaş edinemediklerini duyuyordum. Ama onlar bu duruma isyan etmiyorlardı. Okula geldikleri zaman başörtülerini çıkarıyorlar ve gizlice arkadaşları ile buluşuyorlardı. Ama toplum içinde bununla mücadeleden kaçınıyorlardı.’ diyor Lale.
Lale’nin bu konudaki serüveni Kur’an okulunda başlamıştı. (Gazete Kur’an okulunun bağlı olduğu kuruluşun adını yazmış ama ben bundan imtina ediyorum.)
6 yaşından 17 yaşına kadar her Cumartesi ve Pazar günleri, Kur’anı ezbere öğreniyordu. Öğrenciler islam norm ve değerleri çerçevesinde öğrenim görüyorlardı. Lale’nin tuhafına giden, kendi görüş ve düşüncelerinin ne olduğunun sorulmaması idi. Kaldı ki gittiği ilkokulda buna imkân veriliyordu. Ama hafta sonları buna şansı yoktu ve kendi düşüncelerini yutmak zorundaydı. Kur’an hocasına ‘Neden biz başımızı örtüyoruz ama erkeklere hiçbir kural yok’ diye sormuş. Aldığı cevap şu olmuş:’Bu soruyu senin kulağına şeytan üfürdü.’
Lale Gül kitabında, Batılı görüşler ile peygamber öğretisini barıştırmak istiyordu. Şöyle diyor Lale: ’16 yaşında iken YouTube’de solcu Türkler’in filmlerini izliyordum. Onlara göre dini kurallara körü körüne bağlanmak yerine, günün şartlarına göre hareket etmek mübahtır. O zaman memnun olmuştum ve bundan böyle kimlerle özdeşleşeceğimi öğrenmiştim.’
Lale şöyle devam ediyor: ‘Bir hafta sonra sınıfta, eşcinselliğin bir hastalık olduğunu söylediğim zaman doçentimiz çok kızmış ve bunun hipokrit (münafık-riyakâr) bir düşünce olduğunu, hipokritlerin de çoğu zaman ateistlerden (inançsızlardan) daha kötü olduklarını belirtmişti’
18’inci yaşından itibaren kendisinin ‘islamofoob’ (islam korkusu) olduğunu belirten Lale Gül şöyle diyor: ‘O zaman dini inancın, insan yaşamındaki etkisinden endişe duymaya başlamıştım. Eşcinsel veya feminist kadınların yaşayabileceği hiçbir islam ülkesi yoktur. Kadın imam veya bir eşcinselin camiye girmesi gibi, islamı modernleştirme girişimleri hep baltalanmıştır. Yayınlanan dini tekstlerdeki yorumlar, peygamber öğretisini zayıflatınca, Hollanda-Türk toplumu içindeki tutuculuk SGP ( Dini Parti) oryantallığına dönüşüyor.’
Lale Gül, kitap yazımından çok önce, 2019’da görüşlerini sosyal medyada duyurmaya başladığı zaman, sağ görüşlü twitter kullanıcıları tarafından baştacı edildi. Bir anda kendisini De Telegraaf yazarı Wierd Duk, Forum Demokrasi Partisi lideri Thierry Baudet ve TV programcısı Fidan Ekiz öğle yemeğine davet ettiler. Bu buluşmalardan çok memnun olmuştu. Zira bu cesur görüşlerini destekliyorlardı. Baudet, kendisini parti propagandası toplantılarına davet etti. Ama 23 yaşındaki Lale, bu davete icabet etmediği için de memnun oldu. ‘Öyle umut ediyordum ki Baudet, bu yapısal konulara değinecekti. Ama öyle olmadı.’ diyor Lale.
Lale Gül, kitabının yayınlanmasından sonra da ilgi odağı oldu. Kendi pozisyonunda olan pek çok genç kadından aldığı mektuplarda tavsiyeleri soruldu. Okuyucular da onun kültüre bakış açısını tebrik ettiler. O da bir yazar olan Franca Treur’den aldığı mektupta, aynı konulara değinilecek olan bir kitap yayınlayacağını öğrendi.
Lale, islam karşıtları tarafından takdir ediliyordu ama evdeki durum bambaşkaydı.
Kitabın yayınlanmasından iki hafta sonra katıldığı televizyon tartışma programından sonra, ‘verem ol’ tehditleri başladı. Kitapta adından bahsettiği (Açık ismi yazmıyorum) dini kuruluşun başkanının telefon ederek kendisini mahkmeye vereceğini belirten Lale, ‘Amcalarımdan biri evime geldi ve bana ‘pis fahişe kızı’ dedi ve ağzımdaki dişlerin hepsini kıracağını söyledi. Annem de bana, ‘Amcana hak vermeden edemeyeceğim. Zira sen yazdığın kitapla bunu hak ettin’ dedi.’
Lale, artık sokakta tanınıyor ve tehdit ediliyordu. Bunun için savcılığa şikâyette bulundu. Evden dışarı çıkamaz oldu. Babası da, komşuların hesap sormasından korktuğu için dışarı çıkamaz oldu. Kitabın yayınlanmasından sonra camiye de gitmez oldu. Ama, postacılık işi için yine de sokaklara çıkma mecburiyetinde kalıyordu..
Lale anlatıyor: ‘Babam mahallede mektup dağıtırken, kendisine ‘Senin kızın da ikinci Ebru Umar oldu. ( O da yazdıkları nedeniyle Türkiye’den Hollanda’ya sınır dışı edilmişti) Neden kızına engel olamadın?’ diye soruyorlar. Babam da onlara ‘Ne yapayım, boğazını mı keseyim, söyleyin’ diye cevap veriyor. Babam eve gelince, ‘İnsanlarımızın nasıl olduğunu biliyordun, bunu hesaba katamaz mıydın’ diye azarlamaya devam ediyor.’
Dışarıdan gelen tehditlere karşı babası, 20 yaşındaki erkek kardeşi ve 22 yaşındaki yeğeni tarafından korunduğunu belirten Lale ekliyor: ‘Kardeşim insanları uyarıyor. Kardeşim ‘kim kız kardeşime dokunursa benden çekeceği var’ diyor. Onun desteği olmasaydı şimdiye çoktan tokatlanmıştım.’
Lale, diğer aile fertlerinden de destek bekliyordu. Ama onlar kendisine sırtlarını çevirdiler. Bu da çok zoruna gidiyor ve ekliyor: ‘Bana yuva pisleten diyorlar. Ama ben kendi hayatım diye yazdım. Kendi hikâyemi anlatmak hakkım yok mu? Bunu tekrarlamaya devam edeceğim. Ama birbirimizi anlayamıyoruz.’
Lale, aynı zamanda kendisini suçlu buluyor ve devam ediyor: ‘Öncelikle, kötü bir düşüncem yoktu, Sadece hikâyemi dökmek istiyordum. Ama pratikte bu böyle olmadı. Ebeveynlerimin bu yüzden hastalandıklarını görüyorum. Annem iki haftadır yatakta kıvarıp duruyor. Annem kız kardeşime şöyle diyor.’Bana felç inerse veya kendimi öldürürsem, bu Lale’nin kabahatidir.’ Bu da kardeşimi çok üzüyor. Dün kardeşim bana, ‘Bunu bir daha yapmayacağına dair söz ver. Annemin başına bunların gelmesini istemiyorum’ diyerek ağlamaya başladı.’
‘Olanları Hollandalı arkadaşlarıma anlattığım zaman bana, ‘Bu olağan durum karşısında kendini suçlu bulma’ diyorlar. Ama ben bunların hepsini hesaba katmadan hareket ettim.’ diyen Lale’ye diğer aile fertleri sırt çevirmişti ama kendi anne ve babası sırt çevirmemişti. Lale şöyle devam ediyor: ‘Bu durum en çok anne ve babamı zor durumda bıraktı. Annem ve babam bana yine de teklifte bulundular ve şöyle dediler:’Öyle sanıyoruz ki, şimdi pişmanlık duyuyorsun. Kitabın için seni af ediyoruz. Ama bir daha hiçbir tartışma ortamına girmeyeceksin.’
Lale bu durumdan çok memnun olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: ‘Yazdığım kitap ile görüşlerimi tüm dünyaya duyurdum. Hollanda, Türk toplumunun içinde bulunduğu durumu öğrenmiş oldular. Böylece amacıma ulaştım sayılır. Şimdi kepengi indirdim. Annem ve babam ile bağdaşmak için yazmaya ‘stop’ diyorum’
Ama bu alınması çok zor bir karardı. Bunu da şöyle yorumluyor Lale: ‘İçimi kemiren bir his var. Benim için iyi bir yetenek diyorlar. Geçen hafta çok sayıda telefon geldi. Aylık dergi Elle’ye yorum yazmam istendi. Katıldığım Televizyon programı için sürekli katılım teklifi geldi. Türkiye cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında konuşmam istendi. Bu nedenle kariyerli ve kamuoyu oluşturan bir yazar olma rüyaları görüyorum. Ama bunları yapmamam lâzım. Böylece yarayı deşmekten başka bir şey yapmış olmam. Aksi takdirde, bir daha asla düzelmez.’
Yıllarca çırpındıktan sonra elde etmek istediği serbestliğe ulaşmıştı Lale.
‘Baş örtüsü kullanmaya mecburiyetim yok, makyaj yaparak da dolaşabilirim. Yaz gelince kumsalda da uzanabilirim. Türk-Hollandalı pek çok kadının bunları nasıl elde ettikleri hakkında çok şeyler okudum. Tiyatrocu Nazmiye Oral ve televşzyon yapımcısı Fidan Ekiz’in, evlerine Türk olmayan erkeklerle gittiklerini de okudum. Bu gelişmeler bana hep umut veriyor. Demek ki bir gün bana da bu yol açılabilir diye düşünüyorum hep.’ diyor.
Lale anlatmaya devam ediyor: ‘Biliyorum, Nazmiye ve Fidan bu konuda tabii ki birer istisnadır. Ben bir Hollandalı erkekle eve gidemem ve artık yayın da yapamam. Kendimi buna alıştırmaya çalışacağım. Bunlar ebeveynlerimin bana sunacakları en iyi toleranstır. Ben anne ve babam ile vedalaşmak istemiyorum. Erkek ve kız kardeşim ile gizlice anlaşmak da istemiyorum. Çocuklarım olduğu zaman, anne anne ve dede diyebilmelerini istiyorum.’
Son olarak şunu söyleyebiliriz: Lale, şimdilerde anne ve babasının bilgisi dışında son mülakatlarını yapıyor. 23 yaşındaki yazarın kariyeri başlamadan bitiyor. Üniversitedeki eğitimine devam edecek. İleride evleneceği ve mutlu bir evlilik süreceği bir Türk erkek bulacak. Çok ileride belki yine kalemi eline alacak ve yazacak. Ama bunu şimdi hiç düşünmeyecek. Romanının filme çekilmesi için ciddi teklifler alan Lale, bunun gerçekleşmesi halinde, başına gelecekleri şimdiden bildiği için, bu teklifi de geri çevirdi.
Kendisiyle yaptığım bu görüşme bir umutsuzluk görüşmesi miydi acaba?
Lale, gülerek cevap veriyor: ‘Sana başka bir hikâye anlatmak isterdim. Zira benim yaşamım bir masal değildir.’
AYAAN HİRSİ ALİ VE EBRU UMAR
Lale Gül, yayınlamış olduğu kitap ile, islamı yeren yazarlar zincirine katılmış oldu.
Bu yazarlardan biri de Somalili Ayaan Hirsi Ali idi. 2004 yılında Theo van Gogh ile birlikte, islam karşıtı Submission filmini yapmıştı. Bu nedenle van Gogh öldürülmüş, Ayaan Hirsi Ali de, hayatından endişe edildiği için ABD’ye sürgüne gönderilmişti.
Ne ilginçtir ki, solcu görüşlerle sivrilen Ayaan Hirsi Ali, ABD’de konservatif (tutucu) görüşlü bir Düşünce Kuruluşu olan Hoover Instituut’te çalışıyor.
Ama Lale Gül, Hirsi Ali ile kıyaslanmasını da doğru bulmuyor ve ‘O bir şahane insandır. O benim ancak ustam olabilir’ diye övgü yağdırmayı da ihmal etmiyor.
EBRU UMAR
Babası patoloji doktoru, annesi göz doktoru olan Ebru Umar, 2004 yılında öldürülen Theo van Gogh ile birlikte çalıştı. Çeşitli gazetelere yazdığı yorumlarda, müslümanların ve Türkler’in gözüne battı. Tehditler aldığı için savcılığa başvuruda bulundu.
23 Nisan 2016 günü, Kuşadası’nda polis tarafından tutuklandı. Suçu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret suçuydu. Bu tutuklama iki ülke arasında siyasi krize yol açtı. Daha sonra Hollanda Dışişleri’nin baskısı sonucunda sınır dışı edildi.
Sevgili Okurlarım,
Bugünkü yazım iç açıcı değildi. Hoş, dünyanın neresine giderseniz gidin, göçmenler için yazılacaklar arasında bu gibi konular yer alır.
Kanada’ya, Yeni Zelanda ve Avustralya’ya göç etmiş olan Hollanda toplumları içinde de gelişmemişliklere rast gelebilirsiniz. Bu, göçün bir kaderidir. Burnumuzun dibindeki Paris yakınlarında koloni halinde yaşayan Hollandalılar içinde de bunlar yaşanmaktadır. Mesele, dışa açılamamak ve kendi içlerinde boğulma meselesidir.
İlhan Karaçay yazıyor
İlhan Karaçay yazıyor