LİDL ve KAUFHOF’ta alışveriş yapan gurbetçiyi aşağılayan aristokrat (!) yazar…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Gurbetçileri, ‘defolu don satın alan ucuzcu’ ve ‘Oto mezarlığı müdavimi’ diye suçlayan yazarın kendisi, ucuz sigara almak için İstanbul’dan Kapıkule’ye kadar direksiyon sallamıştı.
Okurlar tarafından ağır protestolara maruz kalan bu yazar hakkında, meslektaşları da ağır eleştirilerde bulunmuşlardı.

Kim mi bu yazar? Altta okuyunuz.

İlhan KARAÇAY yazdı:

Değerli okurlarım, bugün eşim ile çarşıda dolaşırken, ucuzluğu ile meşhur olan market zinciri LİDL’a da uğradık. Kalitede, diğer marketlerden fazla bir farklılık olmamasına rağmen, fiyatlar gerçekten çok daha ucuzdu.

Bugünkü konumuz ne alış-veriş, ne de ucuzluk değil.

LİDL adını görünce, aklıma hemen yine ucuzculukta önde giden zincirlerden Alman KAUFHOF adı geldi.
Tam 18 yıl önceydi. 4 Eylül 2004 günü Avrupa DÜNYA gazetesinde ‘Aristokrat (!) yazar’ başlıklı bir haber yayınlamıştım. Bu haberi 18 yıl sonra sizlere yeniden hatırlatırken, şimdi nerelerde olduğunu bilmediğim o yazarın adını anmaktan imtina edeceğim. Hoş, o yazarın kimliğini aşağıda gerek kendi yazısından ve gerekse gelen reaksiyonlardan öğrenmiş olacaksınız ama, ben yine de kendisinden ‘Aristokrat’ diye söz edeceğim. Zira, 18 yıl sonra bir polemiğe yol açacak bir gelişmeyi tekrarlarken, o ‘Aristokrat’a saldırmış olmak istemiyorum.

O zamanlar Hürriyet’te yazarlık yapan bu ‘Aristokrat’, yazdığı bir yorumunda, KAUFHOF’tan ucuz alış veriş yapan yurttaşlarımızı yerden yere vurmuş ve aşağılamıştı. Gurbetçileri, ‘Türkiye’deki eşe dosta ve akrabalara defolu ucuz hediye götürmekle’ suçlayan ‘Aristokrat’, aynı yazısında, kendisinin ucuz sigara almak için İstanbul’dan Kapıkule’ye kadar direksiyon salladığını belirtirken, kendi cimriliğini hiç dikkate almamıştı.

Ben de bu yazıya karşılık Avrupa DÜNYA’da bir yorum yayınlamış ve bir hafta sonra da okurlarımızdan bu ‘Aristokrat’ için gelen protesto mesajlarını sıralamıştım.

‘Aristokrat’, kırmış olduğu pot üzerine başlattığım yayınlardan o kadar rahatsız olmuştu ki, rahatsızlığını, gazetemizin sahibi rahmetli Nezih Demirkent’e kadar götürmüştü.

Rahmetli Demirkent beni telefonla aramış ve, “Tamam İlhan, bu aristokrat konusunu bitir artık” demişti.
Şimdi size önce o ‘Aristokrat’ın yazmış olduğu nefret yaratan yazıyı, arkasından da gelen reaksiyonları tekrarlayayım ve o zaman Hürriyet’in Genel Yayın Müdürü olan Ertuğrul Özkök’ün, nasıl bir ‘yazar’ yaratan adam olduğunu anlatayım. Öyle ya, ‘yazar’ yaratmakta ünlü olan Özkök, nasıl ki Brüksel muhabiri olan ‘Aristokrat’ı ‘yazar’ yaptıysa, 1975’te Hollanda’da şantöz-dansöz olarak izlediğimiz Pakize Suda’yı da ‘yazar’ olarak yutturmuştu.

Önce ‘Aristokrat’ın nefret yaratan yazısı:

Gurbetin kapısı

EN feráh Sinan kubbesinin sükûnetini aramaya, geçende Edirne’ye gitmiştim.

Tiryákisi olduğum cigaralar bittiğinden de, belki ‘free shop’larda vardır umuduyla, hazır oraya kadar gelmişken bir de Kapıkule’ye uzanayım dedim.

Bulamadım ama, TIR kamyonları hariç sınırın bomboş olmasına sevindim.


SEVİNDİM, zira sanmıştım ki, Balkan arbedesinden beri E-5’i terk edip ayaklarını uçağa alıştıran ‘gurbetçiler’, savaş bitince tekrar eski göçebe adetine döndüler.

Sanmıştım ki, izin vakti geldi miydi, Fransa Lyon’undan veya Felemenk Utrecht’inden çelik kuşa kurulup, üç saat sonra ‘anavatan’a inmek ‘lüks’ünü kanıksadılar.

Sanmıştım ki, o üç saat yerine üç gün boyunca hem bizzat kendilerini yollarda helák etmek, hem de aynı yollarda başkalarını ‘fitil etmek’ rezaletini artık unuttular.

Sanmıştım ki, ‘araba sevdası’ndan bir türlü vazgeçemiyorlarsa, İtalya’dan feribota binip, güvertenin püfür püfür Akdeniz havası ve kamaranın mışıl mışıl ‘sıla rüyası’, Çeşme’ye, İzmir’e, İstanbul’a böyle rahat bir yolculuk ertesinde ulaşıyorlar.

Yani sanmıştım ki ve sevinmiştim ki, ‘Alamancı’lar artık ‘Alamancı’ değildir.


YANILMIŞIM ve de hevesim kursağımda kaldı.

Demek ben hududa gittiğimde henüz Ağustos’un ‘avdet vakti’ gelmemişti ki, aradan birkaç gün geçti, gazetelerde çarşaf çarşaf haberler çıkmaya başladı.

‘Kapıkule’de izdihamdan geçilmiyor?’

‘Türkiye’den Avrupa’ya dönen gurbetçiler’ sınırda saatlerce bekliyor.’

Bu arada da, aynı ‘gurbetçiler’in ağzından ‘orada ‘yabancı’ diye, burada ise ‘Alamancı’ diye dışlanıyoruz’ türünden ‘serzeniş’ röportajları yayınlanıyor.

Dobra dobra söyleyeyim, vız gelir, tırıs geçer ve kendi düşen ağlamaz.

‘Gurbetçi’ler, nam-ı diğer ‘Alamancı’lar karayolundaki sınır kalabalığından ve ‘anavatan’daki Türklerin ‘küçümsemesi’nden yakınıyorlarsa, umurumda değil.


BAŞTA belirttim, uçağa binsinler. Olmadı, feribot aktarmalı gidip gelsinler.
Kimse onları üç bin kilometre yolu kelle koltukta; üstelik, başkalarının kellesini de götüren bir ‘şoför performansı’yla, aynı anda ‘kavimler göçü’ne zorlamıyor.

Hadi, eskiden ‘yeni Alamancı’ydılar ve de Türkiye’nin ‘kıtlık dönemiydi’.

Dolayısıyla, Avrupa oto mezarlıklarındaki bilumum hurda minibüsleri toplayıp içine balık istifi doluşmalarını; ‘köylüme hediye’ diye de, üçüncü sınıf ‘Kaufhof’ donu denklerini tavana yüklemelerini, sonra, güzergáhtaki cenaze levazımatçılarını zengin ede ede ‘gurbet, sıla, gurbet’ yoluna dökülmelerini anladık diyelim.

Ama, artık o devirler çoktan bitti.


EVET bitti ve kendileri acenteden gıcır otomobil çekecek kadar zenginleştiler.
Türkiye’de ise şimdi yok, yok. Hele hele, defolu don hediyeye hiç ihtiyaç yok.

O halde, kabin tuvaletine ‘tünememek’ ve dönüş bagajında tarhana çuvalını bağlamak kaydıyla, kurulun uçağa ve paşa paşa seyahat edin yahu. Daha da ucuz…

Ama eğer mutlaka vasıta istiyorsanız,‘anavatan’ın en ücra havaalanlarında bile kredi kartıyla emrinize amade gelen otomobilleri kiralayın. Biraz paraya kıyıverin.

Sen sağ, ben selámet, başka bir yazıda enine boyuna irdeleyeceğim o ilkel ve o köhne ‘gurbetçilik’ten bir nebze kurtulabilmek için, bu, zorunlu bir ‘başlangıç’tır.

Orada ve burada dışlanan ‘Alamancılık’tan sıyırtabilmenin ‘ilk’ aşamasıdır.

Bol ticari TIR ve bol sınır otosu hariç, ‘anavatan’ tenha Kapıkule’yle sevinir.

Aristokrat’ın gurbetçiye tepeden bakan yukarıdaki yazısının devamı da gelecekti.

(Hoş, ikinci yazısı gelmedi ‘Aristokrat’ın. Aksine, rahmetli Demirkent araya girmeseydi, DÜNYA’da yayınlayacağım tepkiler ile daha da rahatsızlanacaktı).

Dilerim bundan sonraki yazılarında, gurbetçilerin dostlarına aldığı hediyelere
‘yırtık don’ (defolu don) deme aristokratlığından da vazgeçmiş olacaktır.

‘Aristokrat’ için o zaman yazdıklarıma bugün yeniden bakınca ve Google’de bir arama yapınca neler gördüm neler.

Benim yazdıklarımdan sonra pek çok meslektaşımız bu aristokrat hakkında çok kötü şeyler yazmışlardı. Bu yazılanları da sizlere aktarmaktan imtina edeceğim ama, o zamanki görüşümü yineleyeceğim.

Benim yazdıklarım :

Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni dostumuz Ertuğrul Özkök, yazar yaratmakla ünlü bir yöneticidir. Nasıl ki, sahnelerde çıplaklığıyla yer alan ve bizlerin de 1975’te Hollanda’da şantöz-dansöz olarak izlediğimiz Pakize Suda’yı, ünlü bir ‘yazar’(!) yaptıysa, göreve geldiği ilk yılda, Brüksel’de muhabirlik yapan ‘Aristokrat’ı da ‘yazar’ yapmıştı. Özkök’ün Türkiye’deki yazar kadrosunu zenginleştirmesi tabii ki olumlu bir gelişmeydi. Brüksel’de haber peşinde koşan bir arkadaşımızın Hürriyet’e yazar olması tabii ki hepimiz için sevindiriciydi.

(İlhan Karaçay)

Haber Giriş: Rümeysa Şahin

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
LİDL ve KAUFHOF’ta alışveriş yapan gurbetçiyi aşağılayan aristokrat (!) yazar…