Denizin yok olmasını hiç mi önemsemiyorsunuz?
Hiç birinizin olayın ciddiyetini kavradığını da sanmıyorum.
Sedat Peker’in açıklamaları, hükümetin düşürülmesi bundan daha mı önemli?
Bin tane hükümet kurulup yıkılsa hiç önemi yok.
Varsın krallık gelsin.
Rejim düzelir, deniz düzelmez. Ama deniz yaşasın, doğa korunsun.
Marmara denizi artık enkaz oldu, düzelmez.
Bu ülke insanı onu yaşatamaz.
Çünkü öyle bir bilinç ve irade yok.
Gerek iktidar, gerekse muhalefet konunun çok uzağında, bu felaketten bile siyasi rant elde etme derdindeler.
Denizin kirlenmesi 1950 DP iktidarı ile başladı, 70 yılda bu duruma gelindi. Ülke sanayisinin ve nüfusunun yüzde 50’si Marmara bölgesinde. Deniz bu yoğunluktaki kuruluş ve insanın pisliğini kaldıramazdı, ve öyle oldu. Film bitti. Önce akıntının olmadığı İzmit ve Gemlik körfezleri kirlendi. Kimseden ses çıkmadı. İzmit şehrin göbeğine kurulan Seka kağıt fabrikası çevreye pis kokular yaymaya başladı. Petkim, Tüpraş ve devamında kurulan fabrikalar, aşırı nüfusun etrafa yerleşmesi ile geri dönülmez yola girildi. Denize temiz akan tek bir dere kalmadı. Küçük ve Büyük Çekmece gölleri İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan göllerdi. Etrafına yerleşen milyonlarca insan ikisini de berbat etti. Siyasi iktidarlar kaçak yapılaşmayı oy uğruna görmezden geldi. Haliç yani yabancıların Altın Boynuz’u etrafına kurulan fabrikalarla imha edildi. Denize akan dereler sanayi kuruluşlarının atık servis aracı haline geldi. Arıtma pahalı işti. Ver dereye pis suları, gitsin denize. Trakya’da sulama yapılamaz oldu. Deniz çevresinden geçirilen yollar, otobanlar kirliliğin artmasına katkı yaptı. İzmit, Yalova, Gemlik, Mudanya, Bandırma, Erdek, Silivri, Tekirdağ, Şarköy, Mürefte sahilleri kıyıdan 20 m. Uzaklıktan başlayarak yazlık, kışlık ev ve iş yerleri ile dolduruldu. Tüm bu oluşumların kanalizasyonları ve atıkları Denize aktı. Değişim yıllarca sürdü.
Kimse önemsemedi.
Sağcısı, solcusu, dindarı, yobazı ile birlikte denizi yok ettik.
Çöpleri, sigara izmaritlerini, atıkları çekinmeden Denize attık. Kimseden ses çıkmadı.
Ülkedeki bir avuç çevre koruma derneği iyi niyetli olmasına rağmen insanları eğitemedi.
Dikkatleri doğa katliamlarına çekemedi.
Yıllarca birbirimizi kandırdık.
Kadere iman ettik.
Sonunda bir denizi içindekilerle birlikte yok ettik. Aslında geleceğimizi yok ediyorduk, ama farkında değildik. Palamut, lüfer, uskumru sürüleri artık Ege’den Marmara’ya, oradan da Karadeniz’e göç edemeyecek. Temiz mavi sularda tekneler gezemeyecek. Denize iğrenilerek bakılacak. Hiç kimse mavi sularda yüzemeyecek.
Haber programlarına bakıyorum da; bilim adamları araştırma yapıyor, siyasiler demeç veriyor.
Kısacası dostlar alış verişte görsün çalışmaları yapılıyor.
Bu saatten sonra tedbir hiç bir işe yaramayacağını herkes biliyor.
Benim tek bir umudum var.
O da büyük Marmara depremi.
Şayet deprem büyük bir şiddetle olur, jeolojik değişikliklere neden olursa; deniz kendini kurtarabilir.
Tabi nüfusun 3/4’nün de yok olması şartı ile. Başka yolu yok.
Farkındayım, çok kötü senaryo yazıyorum ama başka bir çaresi yok.
Hükümetimiz; deniz etrafındaki yapılaşma ve nüfusun azaltılmasını sağlar mı?
Sanayi kuruluşlarını uzak bölgelere taşır mı?
Dereleri temizler mi?
Gölleri koruma altına alıp etrafındaki yapılaşmayı kaldırır mı?
Yapılaşmayı denizden çok gerilere taşır mı?
Kanal sevdasından vazgeçer mi?
Evet bunları yapacak iktidar var mı?
Varsa deniz kurtulur.
Ama yok.
Bunu biz yapamayız.
Biraz konuşur, yazar, çizer, bir müddet sonra da yeni şartlara alışırız.
Bundan böyle deniz manzaralı evleriniz para etmeyecek.
Çünkü deniz önce kokmaya sonra salgın hastalıklar yayılmaya başlayacaktır.
Doğa intikamını mutlaka alacaktır.
Biz bu ülkeyi hak etmiyoruz.
Okumuşu, okumamışı ile birlikte hepimiz cahiliz.
Dünyanın çok gerisindeyiz.
Asla dünya insanı olamayız.
Kurtuluşun yolunu gösteren büyük Atatürk’ü de halkın belleğinden silerek cehenneme doğru hızla yol alıyoruz.
Erdal Bıçakcı yazıyor
Marmara Denizi’nin içine böyle ettik!?