Güneş parçalı bulutların arasından varla yok arasında sırıtıyordu. Taşeron işçisi İsa dolmuşa binmedi. Evine gitmek için uzun yolu yürümeye karar verdi. Yolun solundaki kaldırımdan gidiyordu. Asgari ücret düşüncesi kendisini etkisi altına aldığının farkında değildi.
Arabaların, kamyonların, otobüslerin, dolmuşların geçişi, ara sıra korna seslerinin duyulması, köpeklerin havlama sesleri bir işe yaramamıştı. Geçim derdi herkesi gerdiği gibi İsa’yı da geriyordu. İstemese de aklına nerede olursa olsun geliyordu. Bağrışma sesleriyle etrafına bakındı. Sol tarafı boş araziydi. Aşağıda mandalina ağaçları gözüküyordu. Ön kısıma doğru tek tük zeytin, çağla, erik ağaçları vardı. Sesin geldiği sağ tarafta tek katlı, bahçeli evler yol üzerinde ve arkaya doğru uzanıp gidiyordu. Bu evlerin dış kısmı yıllar önce beyaza boyanmış, eskiyen boya farklı bir beyaz rengi almıştı.
Yılların Partisi’nin bayrakları insancıkların elinde öteye beriye sallanıyordu. Yüz kişiye yakın olan grupta yaş ortalaması ne orta yaş nede üstü vardı. Bu şenliğin nedeni; kasabada Belediye Başkanlığı seçiminin olmasıydı. Kıran kırana mücadele sokakta kendisini gösteriyordu. Cebi şiş ve kasası dolu olanların bu yarışta cömertliği tutardı. Paraların su gibi aktığı, kendilerinin hep öne çıkartıldığı, Şakşakçılarıyla, ağamsın, paşamsın diyenlerinde, dağıtılan ufak tefek hediyelerin, öylesi böylesi umutların yer aldığı bir yarıştı. Bu yarışta cebi delik olanlar hiç bir zaman Belediye Başkanlığını oynamadı. İsa’ya el sallayan parti başkanı, el işaretiyle yanına gelmesini istedi. Ardından sesini yükselterek:
“Yanıma gelsene, seninle konuşmak istiyorum.”
Adımlarını isteksizce attı. Yüz yüzegeldiklerinde İsa:
“Partinin kadrolarını gençlerden oluşturmuşsunuz. Yıllardır kaşarlılar kilit noktadaydı. Aferin size. Sıradüzeni değiştirmeye mi geldi?”
Cingöz Ali’nin gözleri irileşti. Neredeyse yerlerinden firar edeceklerdi:
“Yok yahu! Gençler bizim partinin umut olduğunu biliyor.”
İsa yanaklarını, dudaklarını istem dışı oynattı:
“Acaba öyle mi?”
“Belediye seçimi havada karada bizimdir. Bizimle çalış, seçimden sonra işin garantidir.”
İsa bir anlık gençlere baktı. Yüz yüze baktıklarında:
“İşe girmem için partini mi desteklemem gerekiyor?”
Evet, anlamında kaytan bıyığıyla, ince ve uzun boyuyla başını salladı. İsa bir daha gençlere baktı. Yüreğinde işsizler ordusunun acısını hissetti:
“Buradaki gençleri belediyenin ne tarafına sokacaksınız? İş sözü verilerek umutlarını çalmışsınız. Aynı gemide yolculuk yapamam.”
Morali alt üst olarak yürümeye başladı. Her seçimde onun bunun çocuğuna iş sözü verilen verilene… Asıl iş sözü verilen cengâver müteahhitlerdi. Müteahhitlerin Belediye Başkan adayına, adaylarına el altından verilen cömertçe paracıkların karşılığında yapılan danışıklı işler. Bu kişilerde işçilerine hiç cömert değillerdi.
Partilerde fırıldaklar vardı. Ha bire aday adaylarının arasında Mevlâna olmasa da fırfır dönerlerdi. Belediye Başkan adayından bize kemik suyu düşer hesabında olanda vardı. Umduğunu bulamayan başka partiye geçiş yapardı. Adı üstünde fırıldak, dönmeye devam ederdi. Her seçimde klasikleşmiş hareketler yer alırdı. Belediye Başkan Adayları kasabayı, insanlarını birden sevme tutkusuna bürünürdü. Seçim başlangıcında başlayan ve seçimin sonuna kadar olan yerde insancıklarla yapılan tango dansıydı. İş yerinde, sokakta, evde çiçeği burnunda Belediye Başkan adayları hünerlerini ortaya koyarlardı. Seçmenini etkilemeye çalışırdı. İlk önce kırk yıllık dostmuşçasına el ense hareketiyle başlar ve konuşurdu. Konuşulanı dinlerdi. Ya da dinler gibi yapardı:
“Ah ah! Öyle mi? Vah vah! Hallederiz. Biz geliyoruz! Oyunu ver…”
Böylelikle iyilikseverliğini kanıtlamış oluyorlardı. Bundan önceki seçimlerde kazanan kişi telefon numarasını değiştirirdi. Makamının Kapısını kapalı tutardı. Odasında olsa da sekreteri işini bilendi:
“Adınızı soyadınızı ve telefon numaranızı verin, biz sizi ararız.”
Acaba acaba? İsa rotasını şaşırmış olarak evine geldi. Annesinin hazırlamış olduğu yemeği soluksuz yedi. Yemekten sonra divana oturdu. Yorgunluğa rağmen düşünceye daldı. Hastanenin taşeronunda temizlik işçisi olarak çalışması için nasıl torpil aradığı bir filmi izlercesine o günleri yaşadı. Yatağına yatar yatmaz uyudu. Yatakta bir oyana bir buyana dönüp durdu. Sanki yatakla boğuşuyordu. Düzen ise kendi insancıklarına seçimlerde bile hayali umut pompalamaya, kadercilik anlayışını işlemeye devam ediyordu.
Sabahleyin kahvaltısını yapan İsa dolmuşa binmeyerek aldığı aylıktan para artırmaya, evin ufak tefek giderlerini karşılamayı hesaplıyordu. Hesabı çarşıya hiçbir zaman uymadı. Cebi delik İsa bu halde ne yapabilirdi? Morali bozuk olsa da olmasa da Rektörü, Başhekimi, Müdürü, Müdür Yardımcıları, Şefleri, Birim şefi, sorumlusu altında kendisi pestile dönmüştü. Onu kim anlayabilirdi?
Belediye seçimleri işyerinde de konuşuluyordu. Dinlenme vaktinde kare şeklinde, duvarları beyaza boyanmış daracık odada üç kişi taburelerin üzerinde çaylarını yudumluyorlardı. Tarık’ın saçlarında tek tük aklar düşmüştü. İnce yapısıyla bir altmış boyundaydı. Konuşma sırası kendisine geldiğinde: “Başa gelen geleceğini garantiliyor. Belki de ailenin birkaç kuşağın garantisini sağlamış oluyor. Yakınına ihale derken zenginler arasına giriyor.
Dürüst Belediye Başkanı parmakla gösterilecek kadar azdır. Düzenin işleyişi parayla yolunu buluyor.”
Suzan sarı saçıyla, dolgun yanağıyla, mavimsi iş elbisesiyle konuşmanın bitiminde hafiften gülümsemeyle:
“Eski Belediye Başkanına oy verelim. Az yer. Yenisi gelirse koltuğa oturur oturmaz çok yer.”
İsa eliyle gözünü ovuşturdu:
“Hepsi aynı düzenin işleyişinden çıkmadır. Rant olayı burada da döner.”
Suzan’ın suratı hafiften allaşır:
“Fazla derinlere daldık; boğuluruz. Bu işleri konuşmak bize düşmez.”
İsa Suzan’a baktı:
“Konuşmalıyız. Yaşanacak bir kasaba istemek hepimizin hakkıdır.”
Cumartesi günleri çalışma saati ikiye kadardı. Son paspaslar atıldı. Çöp kovalarında naylon poşetteki çöpler alını pyerine yenileri koyuldu. İsa iş bitiminde her zamanki gibi uzun yolu kullanarak yürümeye başladı. Elektrik direklerinde Belediye Başkan adaylarının afişleri birbirinin üzeri kapatılarak yapıştırılıyordu. Belediye Başkanı esnaf gezisinde, sokaktaki insanla, ev gezilerinde verilen sözler, kırk yıllık
arkadaşmışçasına sarılmalar, yanaktan öpmeler. Fotoğraf çekilmeler. Samimiyetten uzaktı.
Yukarıya çıkan ana caddede oyun havaları çalıyordu. İsa karşısında Yerim Partisi’nin Belediye Başkan adayı Niyazi Yetim Hakkıyemez vardı. Kendisi pamuk tüccarıdır. Seveni olmasa da sıcak parasını seveni çoktu. Kamyonun kasasında müziğe mi eşlik ediyordu? Yoksa sarhoş muydu? Belli değildi. Sağındaki solundaki dev cüsseli apartmanların balkonundan bakan izleyicilerine, yoldan geçenlere, esnafa el mi sallıyor? Ya da seçimden sonra görürsünüz şeyinizi dercesine hareket mi çekiyordu? Eh işte parayı veren düdüğünü öttürüyordu.
Kamyondan sayısızca pamuk tüccarı Niyazi Yetim Hakkı yemez’in resimli broşürleri havada uçtuuçtu. Asfaltta, kaldırımlara gelişi güzel saçıldı. Sonrasında broşürler ayaklar altında çiğnendi. Yukarıya giden seçim kamyonuna baktı. Partilerini destekleyen, desteklemeyen insancıklar… Gülmeler, el sallamalar bir oyundan ibaretti. Oyunun adı yapmacıktı. Beyaz apartmanın kapısının önünde durup sesli konuşmaya başladı:
“Yalandan ölen var mı? Yalana inanan birçok sürü var. Ey sürü gözünü aç ve söylenenlere kanma.”
Nasıl olduysa başını apartmana çevirdi. Kapının içinde Aydını gördü. Suçluya benzer bir hali vardı. İsa dayanamadı:
“Dolmuş beklemediğine göre burada ne arıyorsun? Kaleci değilsin geriden niye bakıyorsun?”
“Buraya gel yakalatacaksın beni.”
Kapı girişinin karşılıklı duvarlarının üst kısmı bordoya ve aşağı kısmı sarıya boyanmıştı. Yürüyerek Aydın’ın yanına geldi, birlikte dışarıya bakıyorlardı.
“Aydın bu halin ne?”
Aydın kapıya doğru yanaştı. Camın arkasından bakınıyordu:
“İkinci partide geçti. Yılların Partisi önden geçti.”
“İyide sen neden buradasın? Kimden kaçıyorsun?”
Davul, zurna ve bağrışma seslerini duydular. Şimdide düğün alayı mı geçecek? İsa kısık sesle:
“Affetmem Partisi geliyor?”
Aydın geriye döner dönmez eski durduğu yeregeldi. Yüzünü kapıya çevirdi:
“Sen izle” dedi.
Aşağıdan gelen kamyonun üzerinde davulcular, zurnacılar ve aralarında beyaz giysileriyle assoliste benzeyen Belediye Başkan adayı dikkatleri çekiyordu. Önlerinden geçip yukarıya doğru gittiler. Böylelikle seçim şamatası bitmişti. Yerlerde her türlü çöpe rastlamak mümkündü. Nede olsa Belediye Başkan adayları seçimini biz böyle yaparız. Var mı bize yan bakan imajını vermişlerdi. Söylemlerinde temiz kasaba, yeşil doğadan söz etmişlerdi. İsa Aydın’ın üzerine gitmeye devam ediyordu:
“Bir şey söylemeyecek misin?”
Yutkundu, elinin tersiyle alnında oluşan boncuk boncuk ter tanelerini sildi. Kendisini fazla tutamadı: “Aaahhhaaahh ulan be! Benim kız üniversiteyi bitirdi. Bankadan o günlerde kredi çekmiştim okuması için. Daha borcu bitmedi. Okuduğu bölümün işi ile ilgili bir yer bulamadık. Kapasite doluymuş! Ulan benim kızımı boşuna mı okuttunuz? Başka iş için çalınmadık kapı kalmadı. Torpilin ayağı kısaymış senin anlayacağın. Kelli felliler gerekiyormuş.
Kızım ikinci üniversiteyi dışarıdan bitirdi. Annesiyle birlikte umutlandık. Bu iş şimdi tamam dedik. Çalmadığım kapı, yapmadığım şaklabanlık kalmadı. Ben partilerin çoğuna üyeyim. Eşim Yılların Partisinde. Hangisiyle yürüsem işim bomboktur. Bok çukuruna düşmüşüm. Böyle işin anasını avradını…”
İsa elektrik şoku almışçasına her tarafı ağrıyordu. Yılların yorgunluğu, kendisinin ve başkalarının sorununu çözemediği olaylar zincirinde takılı kaldı. Kendisine gelmeye başladığında, işsiz olduğu günlerde nasıl torpil aradığını, kimleri araya koyabilirimleri düşündükçe psikolojisi dalgalanmıştı.
Apartmandan gözyaşlarıyla çıktı. Cadde üzerinde montunu çıkarıp, eliyle havada birkaç kez sallayıp bıraktığında dükkânın kapısından içeriye girdi. Kazağı asfaltın üzerine düştü. Sırasıyla geri kalanını çıkarıp bir kenara fırlattı. Çırılçıplak koşmaya başladı. Ne kasabanede dünya umurundaydı İsa’nın. Bir yandan bağırıyordu: “Ey torpil! Ey torpil!” Aydın kendi derdini unutmuş İsa’nın arkasından bakıyordu. Sonrasında:
“Oğlum sen bekârsın, kafayı sıyıracak olan benim. Sana ne oldu?”
28.11.2020
Hüseyin Habip Taşkın yazıyor