Diyarbakırlı bir arkadaşım Kanal İstanbul projesini destekleyip, muhalefeti eleştiren hata dolu bir paylaşım yapmış.
Okuyunca çok şaşırdım.
Yılda bir veya iki kez İstanbul’a; ya gelir, ya gelmez. Türk halkı tuhaftır. Şehrine sahip çıkmayıp, 1500 km uzaklıktaki bir kanala niçin sahip çıkarlar, anlamam.
Hayatında bir kez bile geçmeyeceği kanalı savunmak bile bence trajikomik bir durum. Arkadaşımın kanal etrafından arazi kapatabilecek bir gücü olduğunu da sanmıyorum. Şahsen İstanbul’da yaşayan biri olarak; iki yıldır hizmet verdiği söylenen üçüncü köprüden iki kere geçtim. O da meraktan.
Ülkenin doğusunda otursam, şahsen iktidarı eleştirir, yaşadığım şehre hizmet edilmesini isterdim.
“Türkiye İstanbul’dan ibaret değildir” derdim.
İktidar tüm projelerini İstanbul üzerinden gerçekleştirmeye çalışıyor. Çünkü rant buradadır. Biz şehirde yaşayanlara hiç bir şey sorulmuyor.
Ama Bingöllü, Diyarbakırlı, Vanlı İstanbul ile övünmekte, kendi şehri için hiç bir şey istememektedir. Biz ise mahrumiyet bölgelerine hizmet gitmesi için yıllardır yırtınıyoruz.
Aslında bırakalım sürünsünler!.
Dostunu lüks içinde yaşatan ve bununla övünen, ama kendi sürünen hayat kadını gibi olsunlar. Daha beter olsunlar diyeceğim ama diyemiyorum.
Ucu bize dokunuyor.
Doğal hayata yapılan her müdahale; milyonlarca canlının, içme suyu kaynaklarının ve ormanların yok olmasına neden olmaktadır.
Betonlaşmanın artması ile iklim tamamen değişecektir. Zaten kar yağarken şehrin ısısı ile gökyüzünde erimektedir. Dünya küresel ısınma dönemine girmiştir.
Bundan böyle en kıymetli şeyler; temiz su, hava ve topraktır.
Bunlar kanal ile yok edilecek, gelecek kuşaklara bırakacak hiç bir şeyimiz kalmayacaktır.
Çok yakın gelecekte kuraklığın etkisi ile betonlar, para da etmeyecek, Ortadoğu ve Türkiye de hayat bitecektir.
Bilim yalan söylemez.
Kaderci toplumlar, düşünmeyen toplumlardır.
Rant için her şeyi yaparlar.
Ve bunu başarı ile dine bağlarlar.
Benim saf, temiz Anadolu insanım da bunların peşinden gidip, destekler. Ülkenin sorunları çoktur.
Ama kanal sorunumuz yoktur.
Erdal Bıçakçı yazıyor