Ağacın altında saçları pamuk tarlası gibi bembeyaz olan iki kişi toprağın üzerinde oturuyorlardı. Alınları kırış kırıştı. Yüz hatlarının her biri yaşadıklarının çizgileriydi sanki. Yüzleri tarlaya dönük, donuk bakışlarla yolculuğa çıkmışlardı.
Tepelerindeki güneşin sıcaklığı her dakikada otomatik olarak artıyordu, ama ağacın dalları, yaprakları güneşi engelliyordu. Gölgenin bitiminde güneşin yakıcı etkisi vardı. Karşılarındaki kocaman gövdeli dağın üzerlerinde sık ağaçların olduğu yerde kuşların ötüşü duyulmuyor, ağaçların üzerlerinde uçuşan kuşlar gözükmüyordu.
Tarlaya ekin ekilmeyeli yıllar olmuştu. Tarlanın sahipleri de yıllardır sürdükleri bereketli topraklarının sonunun böyle olmasına, çaresizliklerine isyan ediyorlardı. Yazı kışı fark etmezdi. Fırsat buldukça bereketli topraklarına yüreklerinden bir parçaları gitmişçesine gelirlerdi. Bir zamanlar karpuzların, kavunların, havuçların, pırasaların, patateslerin eksik olmadığı tarlalarda insanların yüzü gülerdi.
Suskun oturduğu yerden hafiften bedenini oynattı. Şamatacı’ya bakındı:
“Her gelişimizde öldürülen topraklara bakıyoruz. Bir yandan topraktan kopamıyoruz.”
Şamatacı gözlerini kırpıştırdı. Suskun’a baktı:
“Düşündüğüm çok şey vardı. Bir gün toprağa hiçbir mahsul ekemeyeceğim aklıma gelmezdi. Toprağı biz küstürmedik. Hor davranmadık toprağımıza. Canlı kalabilmesi için nadasa bıraktığımız yıllar da oldu.”
Suskun’un gülümsemesinde öfkeyle karışık isyan vardı. İki kişi oldukları yerde isyan sönük kalıyordu. Kendileri söylüyor ve dinliyorlardı.
“Tohumlarımız vardı. Bizim emeğimiz, alın terimizdi. Birileri çıktı, ‘hokus pokus’ dedi. Ürettiğimiz tohumlar birden yok oldu. Elimize başka ülkeden gelen tohum verdiler.”
Şamatacı başını eğdi:
“Gelen tohum biz çiftçilerin sonunu getirdi. Yabancı ilaçları dayadılar, alın kullanın dediler. Tarlalarımız zehirlendi. Bizler zehirlendik.”
Birlikte tarlalarına bakmaya devam ediyorlardı. Suskun dayanamadı başladı konuşmaya:
“Köyümüzdeki ve civar köylerdeki tarlalara talip olanlar var. Köylülerin bir kısmı toprak işe yaramıyor diye elindeki tarlayı satıyor.”
Şamatacı öfkeyle sesini yükseltti:
“Ata toprağıdır. Bizler burada büyüdük. Toprakla harmanlandık, birbirimizin dilini anladık, konuştuk. Toprak verimsizleşti diye gitmek olur mu?”
Suskun doğrulup dizleri üzerinde durdu:
“İyide elimizde avucumuzda yok. Birikmiş paralarımızı tüketiyoruz. Bankadan aldığımız krediyi ödeyemedik. Haciz işlemleri başlamış diyorlar. Traktörlerine haciz yoluyla el konulanlar varmış.”
“Traktörü alsınlar uygun yerlerine soksunlar.”
Suskun ilk defa Şamatacı’nın ağzını bozduğunu gördü. Köylüler borçlandırılmışlardı. Fırsat bu fırsat diye tepelerine çullanan çullananaydı.
Şamatacı neredeyse ağlayacaktı. Kendisini zor tuttu:
“Bizi yönetenler kendi adamlarına sahip çıkıyorlar. Şirket borçlarını şıp diye siliyorlar. Elinizdeki toprakları alıp maden çıkartacaklar. Buralarda altın var. Benim üniversitede okuyan torun aha böyle söyledi. Anladığım şudur. Bizler altının üzerinde oturuyoruz. Biz köylüleri paketleyip, kaymaklı, kadayıflı devranlarını döndürecekler. Ben direneceğim.” Suskun gülümseyerek:
“Doğayı sevenler varmış. Yarından sonra bizim köye de gelip konuşacaklarmış. Gözümüzü açacaklarmış.”
“Çok şükür benim gözlerim dürbün gibidir.”
“Öyle değil! Dipsiz kuyularda uyuyanlar varmış. Uyandırmak için bilgilendireceklermiş bizleri. Aha bunu da benim torun söyledi.”
Suskun ile Şakacı birbirine bakıp kahkahayı koyuverdiler. Şakacı neşe içinde:
“Bizim torunlar bizden uyanık yetişiyorlar. Neyin ne olduğunu şıp diye çözüyorlar. Köyümüze gelen politikacıların tümü yalan rüzgârlarına bizleri alet ettiler. Oylarını aldıktan sonra kapımıza gelen olmadı.”
Suskun karşı dağa bakınmaya devam ediyordu:
“Misafire saygı diye diye… İşte atamızdan gördük… İyi görmemişiz demek ki, tatlı dilleriyle, köylü şiveleriyle konuşmalarına inandık. Sonumuzda budur işte.”
Şakacı ayağa kalkıp, eliyle kalk işareti yaptı:
“Laaannn torunlar gibi olamayacak mıyız? Bu topraklar ekenin, yani bizim. Çakallara yem ettirmeyeceğiz. Yarın gelecekleri karşılayalım. Işığımızı çoğaltalım.”
İki arkadaş güneşe aldırmadan köylerinin yolunu tuttu.
Hüseyin Habip Taşkın/01.07.2021