Türkiye Cumhuriyeti İstiklal Marşı, 100. Yılında…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İSTİKLAL MARŞINI MİLLETİNİN KALBİNE GÖMMÜŞ MEHMET AKİF ERSOY’UN HAYAT FELSEFESİ

Hatira Guliyeva Azerbaycandan yazıyor
18. yüzyılın ilk on yılında Avrupa’da ortaya çıkan, 1920’lerde tüm dünyaya yayılan ve son aşamasını 20. yüzyılın ilk on yıllarında güçlü dinamikler ve tam içerikle tamamlayan aydınlanma hareketinin tarihe girdiği biliniyor. istihbarat, ilerleme ve milli kültür aşaması olarak.

Sosyo-politik, sosyo-ekonomik bir niteliğe sahip olan aydınlanma, sanatsal yaratım fikrinin gücüne, bilimsel ve teorik düşünceye dayanıyordu ve felsefi ve etik fikrini, amacını ve noktasını meşrulaştırıyordu. Aydınlanmanın beşiği Fransa’da, Fransız edebiyatının, hareketin önde gelen Fransız yazarlarının tarihsel, devrimci edebi çalışmalarına dayanan bir Aydınlanma klasiği olarak görülmesi tesadüf değildir. “Aydınlanma dönemi” teriminin Fransız oyun yazarı M. Voltaire tarafından tarihe verildiği de tarihsel bir gerçektir.

Özellikle, Voltaire’in din adına kiliseyle mücadelesi, anayasal hukuk toplumunu aydınlatmasından kaynaklanıyordu. İngiltere’de de bu aydınlanmış felsefi ve ahlaki temele dayanan aydınlatıcılar, dinsel batıl inancı kişiliğin oluşumunun önünde ciddi bir engel olarak gördüler ve eleştirdiler. Genel olarak, tüm Avrupalı ​​eğitimciler, dini bir dereceye kadar eleştirerek, bu konuda aynı ilkeli tutumu ifade etmişlerdir.

Güçlü bir fikir yeniliği ve eskinin eleştirel tavırlarıyla bir bilinç olgusu olan aydınlanma, tüm karakteriyle Türk insanının gelecekteki gelişimi için meşru bir süreç haline gelmiştir.

Örneğin, Türkiye’de aydınlanma 19. yüzyılın 50’li ve 70’li yıllarında oluştu ve 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun derin çöküşüne denk geldi.

Tüm dünyanın aydınlatıcıları gibi Türk aydınlanma sanatçıları da eserlerinde anayasal yönetim, sosyal adalet, özgürlük, eşitlik, din eleştirisi ve batıl inanç duygularını yansıtarak yeni yaşam fikirleri yaydılar.

Bu açıdan bakıldığında edebi eserleri ve faaliyetleriyle Türk aydınlanmasına özverili bir şekilde hizmet eden ünlü Türk aydını Mehmet Akif Ersoy’un hayatı ve eserleri bilimsel araştırmalar açısından büyük önem taşımaktadır.

Türk milletine kahramanlık ruhu veren Türk İstiklal Marşı, dünyanın en seçkin ve unutulmaz marşıdır. Elbette her marşı unutulmaz kılan bir şiir. Milli marşların sözlerine kimlik de denilebilir. Bu açıdan şairin kişiliği, dünya görüşü, milliyet anlayışı, yaşam felsefesi esastır.

Bu düşünceyle 100 yıldır aynı sıcaklıkla yürekleri ısıtan, devlet bağımsızlığını ve kahramanlığı teşvik eden ve bir bütün olarak Mehmet Akif Ersoy’un zengin mirasını taşıyan Türk İstiklal Marşı, dünya görüşünü incelemek ve takdir etmek için zengin bir kaynaktır. ve yaşam felsefesi.

Öncelikle Mehmet Akif Ersoy dönemi, içinde büyüdüğü ortam, eğitimi ve emek faaliyeti onu İstiklal Marşı yazmaya hazırladı diyebiliriz.

Anavatanının gerçek vatandaşı olanların hayatlarında her zaman bir kader vardır: anayurdunu bir umut yeri yapan yoksulluk, yetimlik, çeşitli yoksunluklar ve yoksunluklar. Mehmet Akif Ersoy’un da böylesine acı bir yazısı ve hayatının pek çok üniversitesi vardı.

Çocukluğundan Arapça ve Farsça bilen Mehmet Akif Ersoyun Kuran’ı okuması, hatta Kuran hafızı olması dönemi için de ve büyüdüğü çevreye göre de karakterikdir. Bununla birlikte, onun dini dünya görüşünde, İslam anlayışı ve kutsal kitabımız hakkında düşüncelerinde bazı yanlış anlamalar vardır. Dolayısıyla Mehmet Akif Ersoy’un felsefi görüşlerinde en çok tartışılan konu din bakış acısıdır. Bu, Türk bilim adamları ve genel olarak Türk toplumu tarafından periyodik olarak hatırlatılmaktadır. Mehmet Akif Ersoy’un “eleştirisi”, esas olarak Mısırlı bir dini çevrede olması, zamanının ünlü Arap aydınlarının – Türk asıllı İslam alimleri Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abdun’un etkisi altında olması ve bu nedenle yabancı eğilimleri takip etmesinden, Kuran’ın ayetlerininTürkçe’ye çevrilmesi işindeki bir olaydan kaynaklanmaktadır.

Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abdoh’un da zamanın aydınlanmış aydınları olduğu unutulmamalıdır. Tüm aydınlatıcılar gibi onlar da İslami reformu desteklediler. Dönem, tüm eski fikirleri ortadan kaldırmalarını ve devrim niteliğinde yenilikler yapmalarını gerektirdi. Arap aydınlarının hukuk, felsefe, din ve genel olarak toplumdaki fikirlerinin İslam ve onun kutsal kitabı Kuran tarafından tanımlanmış olması ve dönemin dini görüşlerinin batıl inançla o kadar bağlı olması tesadüf değildir. ve batıl inanç karışıktı. Bu açıdan Mehmet Akif Ersoy’un büyük usta dediği Mohammad Abdohlar, Mısır’da, Azerbaycan’da MFAhundzade, İran’da İbrahimbey Zeynalabdin Maraghai, Hindistan’da Robindranath Tagore, Mohandas Karamchand Gandhi’de kesin ilerleme kaydetti.

Mısrın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh

Konuşurken neye dairse Cemaleddin’le
Der ki tilmizine efganlı -Muhammed dinle
İnkilap istiyorum, başka değil, hem çabuk,
Öne bizler düşüp İslâm’ı da kaldırmazsak,
Çıkarıp gönderelim hâsılı şeyhim yer yer,
Oradan âlem-i İslama Cemaleddinler.
İnkılab istiyorum ben de, fakat Abduh gibi…

Akif Ersoy bu ayetlerde mezarlıklarda Kuran okunmasını ve falın açılmasını eleştirir. Aydınlanmış şairin, Kuran’ın “hakkıyla” ciddi bir bilginin öğretilmesi, ilerleme için ve yaşayanların yararına olduğu fikrini ortaya koyduğu açıktır. Ayrıca batıl inancı da eleştiriyor.:

İnmemiştir hele Kur’an hakıyla bilin

Ne mezarlıkta okunmak nede fal bakmak için.

Yaxud da Məhmət Akifin bu misraları:

Doğrudan Doğruya Kur’an’dan Alıp İlhamı,
Asrın İdrakine Söyletmeliyiz İslamı’
.

Akif Ərsoyun “Yarəb, bu uğursuz gecənin yoxmu sabahı” şeri də radikal konservator tənqidçilərinə meydan açan, əslində saf maarifçi düşüncələrini poetik şəkildə ifadə edir:

Ya rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?

Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!”.

Bu şair küfri deyil, adi insan duasıdır. Allahdan imdad diləyən bəndələrin yaradanla bu cür dialoq nümunələrini ifadə etmiş minlərlə ədəbiyyat vardır.

  Əksinə, bu dialoqdan, şairin Allaha vermiş olduğu sualların mənasından Allaha və İslama hörmət hissi ucalır.

İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?

Ya Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?

***

Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;

Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık.

Veya Akif Ersoy’un anlaşılmaz ve tartışılan bu satırları:

İnmemiştir hele Kur’an hakıyla bilin

Ne mezarlıkta okunmak nede fal bakmak için.

Bu ayetler kayıtsız şartsız büyük Türk aydınının toplumu iyileştirme ve zenginleştirme amacına işaret eder ve eleştirilmemek yerine övülmelidir.

Genel olarak, o zamanlar tüm dünyanın aydınlatıcıları Tanrı’ya görünüşte hoş olmayan konuşmalar yaptılar. “Bütün dinleri saçma ve efsane olarak görüyorum” (M.F. Akhundov) gibi tatminsizliklerinin amacı, Tanrı’yı ​​ve dini inkar edenlerin zihninde insanın gücünü tesis etmekti. Böylece, tüm İran-Turan dünyası da dahil olmak üzere Avrupa’da, bu bilinç devrimi fikri kolay anlaşılamadı ve hoş karşılanmadı çünkü bu yeni, modern bir sosyal programdı ve büyük ulusal aydınlatıcılar kitleler tarafından zulüm gördü ve eleştirildi.

Bu açıdan bakıldığında, Akif Ersoy’un ve vaaz ettiği İslami aydınların anlayış eksikliği, dünya aydınlanmasının karakteristik bir özelliğidir.

Mehmet Akif Ersoy’un biyografisi, Kuran ayetlerinin hazırlanması için Dayanışma Bakanlığı ile bir anlaşma imzaladığını belirtiyor. Kuran’ı tercüme edebilen tek kişi olarak, “1908’den beri ona Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi konusunda ısrar edilyordu. Tercümeye başlamayacağı belli olunca kendisine Kuran ayetlerini yazması teklif edildi ve kesinlikle kabul etti.

Aslında Akif Ersoy’un Kuran’ın çevirisini kategorik olarak reddetmesi, Kuran’a duyduğu saygının ve derin mantığının bir kanıtıdır.

Bu, Akif Ersoy’un hayatı ve dini görüşleriyle ilgili resmi bir olaydır: Akif Ersoy’un en ünlü eseri Safahat 1924’te Türkiye’de yayınlandı. İlkbahar ve kış aylarında birkaç yılını Mısır’da İstanbul’da geçiren Mehmet Akif, 1926 kışından sonra Mısır’dan dönmedi. Kahire yakınlarındaki Khilwan’a yerleşti. Burada Kuran ayetleri üzerinde çoğunlukla yalnızlık içinde çalıştı. Ancak ülkedeki milli din projesinin (Türkçe ezan) uygulanmasını öğrendiğinde, 1932’de işinin bu projede kullanılacağın düşünüp sözleşmeyi feshetti. Dayanışma İşleri Müdürlüğü, Elmal’dan Hamdi Efendi’ye hem yazılı hem de sözlü çeviri yaptı. Akif, yazılarını arkadaşı Yozgatlı İhsan Efendi’ye (Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası) devretti ve ölür ve bir daha dönmezse bu el yazmalarını yakması gerektiğini miras bıraktı ”.

Konuya nesnellik açısından bakarsak, Akif Ersoy’un İslam’a, Kuran’a ve Hz.Muhammed (sav) ‘e ciddi ve saf kasıtlı yaklaşımını anlamak kolaydır. Bu nedenle Mehmet Akif, Kuran’ı çok iyi bilen muhafazakar bir İslamcı olarak ezan ve ibadete çağrıyı Türkçe söylemeyi uygun görmedi. Hatta Kuran ayetlerinin genel olarak ve halkın kullanımına zarar verebileceği gerekçesiyle Kuran’ın ayetlerini tercüme etme ve yorumlama projesini bile terk etti. Bu yüzden Türk toplumunda Kuran’ı anlamanın ya da bilimsel bir kaynak olarak tercüme etmenin yeterli olduğunu düşündü. Akif Ersoy hatta finansal olarak kendisi için uygun olan bir sözleşmeyi bile bozdusa bu, Kuran’a olan takdirinin mantıklı bir örneğidir..

Akif Ersoy’un hayatıyla ilgili kaynaklar şunu gösteriyor: “Akifin damadı Ömer Rıza, “meali” İhsan Efəndidən almaq üçün çox çalışır, amma ala bilmir. Bu meali İhsan Efəndidən almaq üçün dövlət qatından Efendi’den almak için devlet katından hatırhörmətli adamlar araya girir, İhsan Efəndi “yandırıldı” deyərək mövzunu bağlayır. Yalnız İhsan Efəndi ölüm yatağındaykən oğlu Ekmeleddini çağırır əl yazmanı ona təhvil verib yandırmasını vəsiyyət edir. … Ekmeleddin İhsanoğlu, Abdülhamid Han devri şeyhülislamlarından Mustafa Sabri əfendinin oğlu Prof İbrahim Sabri ve üç nəfər Misirdə bir evdə görüşərəkmetal bir tas içində əlyazmanın cildini sökərək səhifələri tək-tək yandırırlar”.

Bu bilgideki “yandırılma bitincə prof. İbrahim Sabri Bəyin oxuduğu dördlük dünya durduqça mealdən din öğrenmeye qalxanların surətinə şamar kimi enecektir”, – ilginç bir nokta. Bu düşünce ciddi ve mantıklı bir bilinç üzerine kuruludur.

Ancak maalesef dünyaca ünlü pek çok yazar ve şairin sırları gibi bu konu da henüz somut bilimsel değerlendirmelerle çözülmemiştir.

Bu nedenle, büyük Türk aydınlarının dini görüşlerini bilinmeyen düşünceler temelinde gölgelemek ve genel olarak gerçek yaratıcı insanların şiirsel hayal gücünü çerçevelemek doğru değildir.

Mesela Mehmed Akif en değerli eserlerinden biri “Çanakkale Şehitlerine” şiirinde şehitlerin kutsallığına vurgu yaparak, son noktalarının Peygamberimizin koynuzu olduğunu vurgulayarak

takdir eder:

Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif, “Ordu Duası” şiirinde de şiirsel olanaklarla Peygamberimize duyduğu saygıyı şöyle ifade etmektedir:

Yılmam ölümden, yaradan, askerim;
Orduma, «gâzî» dedi Peygamberim.
Bir dileğim var, ölürüm isterim:
Yurduma tek düşman ayak basmasın.
Âmin! desin hep birden yiğitler,
«Allâhu ekber! » gökten şehidler.
Âmin! Âmin! Allâhu ekber!
Türk eriyiz, silsilemiz kahraman…
Müslümanız, Hakk’a tapan müslüman.

Mehmet Akif Ersoy’un Türk devletine, vatanına, insanına yaptığı hizmetler, ilim ve edebiyatının gelişmesine yaptığı hizmetlerin tamamı, tüm bu yanlış anlamaları ortadan kaldırır. Sadece dini bilgiler değil, Türk edebiyatı ve veterinerlik mesleğini de öğretti. O sadece bir öğretmen değil, aynı zamanda bir okul müdürüydü ve dünya aydınlanmasının ana alanı olan yayıncılık ile de ciddi bir şekilde uğraşıyordu.

Yüksek düzeyde Fransızca ve diğer Avrupa dillerini bilen Mehmet Akif, Türk aydınlanmasının yanı sıra devletine de hizmet etti. Mehmet Akif Ersoy’un biyografisinde derin izler bırakan sosyo-politik faaliyeti, onu mükemmel bir entelektüel, kapsamlı bir yurttaş-entelektüel olarak tanıtıyor.

Bu açıdan 1916 Çanakkale Savaşı, büyük aydın Mehmet Akif Ersoy’un hayatında ve eserinde büyük önem taşımaktadır. Türk milletinin gönlüne kazınan ünlü İstiklal marşının kaynağı olan “Çanakkale Destanı” ve “Kahraman ordumuz” şiirine tüm Turan İnsanının manifestosu da denilebilir.

Dünya aydınlatıcılar gibi Akif Ersoy’un yaşam felsefesi de “İnsan kahramandır, kahraman insandır” (Lessing) fikrine dayanmaktadır. Şairin dünya görüşüne göre “Çanakkale Şehitlerine” şiiri böyle bir devrim ruhuna sahip bir eserdir. Şair, vatanını, vatan için şehit düşen askerleri kutsal saydığını şöyle tarif eder:

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.

Böylelikle şair, vatan için ölen “Çanakkale şehitleri” nin yurttaşlarını göklerle, ayla, geceyle, gündüzle ve en kutsal varlıklarla, hatta Kâbe ile karşılaştırır, ancak yine de sözün şehitleri anlatmak için güçsüz olduğunu söyler.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, (4)
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Elbette Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı “İstiklal Marşı” Türk aydınlanmasının en değerli eseridir. “İstiklal Marşı” nın nasıl ortaya çıktığı da ilginç. Böylelikle aralarında Kazım Karabağ, Hüseyn Suat Yalçın, Isak Ferrara, Muhittin Baha Pars, Kamaladdin Kamu gibi ünlü isimlerin de yer aldığı 724 yazar, İstiklal Marşı’nın Şiir Yarışması’nda yer aldı, ancak kimse güçlü bir galibiyet alamadı. Yarışmanın mali tarafı nedeniyle yarışmaya katılmak istemeyen Mehmet Akif Ersoy, yarışma boşuna bittiğinde şiir yazmaya ve sunmaya karar verdi. Ayrıca, Türk Ordusunun bağımsızlığa ve vatan sevgisine olan inancını yansıtan “İstiklal Marşı” şiiri önce askerlere okunmuş ve derin sempatilerini kazanmıştır. Daha sonra gazetelerde yayınlanmıştır.

Yarışmada dikkat çeken 7 şiir 12 Mart 1921’de Türk devletinin büyük kurucusu, efsanevi milli önder Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yapılan tartışmada Mehmet Akif Ersoy’un “İstiklal Marşı” büyük bir coşkuyla karşılanmış ve kabul edilmiştir.

Çünkü bu şiir – Mehmet Akif’in İstiklal Marşı, Türk devlet kurma tarihinin, savaşan Türk Ordusu’nun mücadelesinin ve yenilmez Türk halkının bağımsızlık mücadelesinin bir manifestosudur.

Büyük Türk şairi Mehmet Akif Ersoy, “İstiklal Marşı” – “Kahraman ordumuz” şiiriyle ilgili olarak böyle söylemişdir: “Çünkü ben onu milletimin kalbine gömdüm”.

Böyük türk aydını Mehmet Akif Ersoyun bu tek cümlelik düşüncesinin anlamı derindir ve hikaye tarihle yüklüdür. Bize göre Mehmet Akif Ersoy, Kur’an-ı Kerim’i tercüme etme teklifine şiddetle karşı çıktığı gibi, ciddi tercümeler ve açıklamalar yakılması talimatı verdiği gibi, “İstiklal Marşı” nı çok ciltli “Safahat”a eklemeyince de dinini ve devletini yüksek tuttuğunu belirtmiştir.

Şiirin bu ayetleri, 80 milyon Türk halkının atalarının torunlarına bir hatırlatma olarak çok değerlidir.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;

Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.

Garb’ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

”Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Bu şiir aynı zamanda Mehmet Akif Ersoy’un halkına öylesine değerli bir vasiyetidir ki, 100 yıl sonra bile yıpranmaz, değerini her zaman korur:

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;

Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.

Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri ”toprak!” diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Böylece, Mehmet Akif Ersoy, “Kurtuluş Marşı” şiiriyle kutsal vatan yolunda Türk halkına vatanseverlik ve fedakarlık duygusu aşılamaktadır:

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!

Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli:

Değmesin ma’bedimin göğsüne na-mahrem eli;

Bu ezanlar — ki şehadetleri dinin temeli —

Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli.

Bu yıl Mehmet Akif’in “Kahraman Ordumuz” şiirinin dev Türk devletinin resmi marşı olarak kabul edilmesinin 100. yıldönümü. Ama şiirin içeriği, dili ve ruhu o kadar modern ki bugün yazılmış gibi. İstiklal Marşı ile birlikte şair Mehmet Akif Ersoy’un da bir çağdaşı olarak anılması tesadüf değildir.

Ayrıca şair, bu muhteşem dizelerle bugün vatan yolunda, Türk Devleti’nin bağımsızlığı için şehit düşen kahramanları, hemçinin de yenilmez Turan halklarının istek ve arzularını şöyle anlatıyor:

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.

Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:

Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal.

Mehmet Akif Ersoy, adalet ve insan özgürlüğü için verdiği mücadeleyi doğrulayan şiirlerine yansıyan Türk Aydınlanması’nın tanınmış bir temsilcisidir. Mesela Mehmet Akif Ersoy’un “Zulmü Alqışlayamam ” şiiri buna bir örnektir.

Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

Akif Ersoy, siyasi figürlerden, milletvekili, diplomat, kısacası milli bir devlet adamı olarak tanınan bir yurttaş şairdi, aynı zamanda Türk aydınlanma döneminin bir aydınıydı. Onun biyografisinde, yeni kurulan devlete gerçek yurttaşlık hizmetleri bunu doğrulamaktadır.

Bu kısa yazının sonunda, büyük Türk aydını Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklal Marşı ile büyüyen Türk milleti çocuklarının öğrenci, öğretmen, asker, doktor, bilim adamı ve tanınmış insanlar olduklarını vurgulamak istiyoruz. Ama değişmeyen Türkçülük ve 3 düşünce – Türk Bayrağı, Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Bağımsızlık Marşı.

Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nde her okulda ve her okulda her sınıfta Yenilmez Türk Bayrağı, dünyanın en ünlü ve efsanevi lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün ve büyük Türk aydını Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklal Marşı 100 yıldır yer almaqda ve bu tablonun derin menası ile Türk Bayrağı, Atatürk ve İstiklal Marşı’nı yazan Mehmet Akif Ersoy’un adı hafızalarda silinmez izler bırakıyor:

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Türk halkının gönlüne kazınan “İstiklal Marşı” şiirini yaratan Mehmet Akif Ersoy, çok çeşitli etkinlikleri ve zengin yaratıcılığı ile büyük bir aydınlanma okulu. Mehmet Akif Ersoy’un dünya görüşü, yaşam ve sanat felsefesi hem yaşamı boyunca hem de sonraki 85 yıl boyunca döneme, zamana, pozisyona göre değerlendirildi.

Biz de bu yazıda, büyük Türk aydınının dünya görüşü, yaşam felsefesi ve devrimci fikirlerine ilişkin kısa analizimizi paylaştık.

Ancak bizce Mehmet Akif Ersoy’un dünya görüşü, zengin edebi mirası ve on yıllardır yıpranmayan, Türk dünyasının kalbine kazınmış, her seste tazelenen Türk İstiklal Marşı, bir bütün olarak büyük Türk aydınlanmasında yeri ve rolü, yaşam felsefesi bir henüz tam olarak anlaşılmamıştır. Dolayısıyla bu felsefe, onu derin, şeffaf bir konumdan inceleyecek ve değerlendirecek araştırmacıları beklemektedir.

Hatira Guliyeva
Felsefe Bilimler Doktoru

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Türkiye Cumhuriyeti İstiklal Marşı, 100. Yılında…