MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Bayram tatilinde Ankara’dan gelen sarayda da iyi kaynakları olan bir dostumla beraberdik. İki gün kaldı İstanbul’da hayli uzun iki sohbet yaptık. Siyasetten elbette çok şey konuştuk. Saray kaynaklı duyduğum bazı şeylere çok şaşırdım. Önümüzdeki günlerde yeri geldikçe sizlerle de paylaşırım elbette. Bugün Ankaralı dostumun ekonomi ile ilgili söylediklerini sizlere aktarmak istiyorum. Duyduklarım hiç hoş değil hatta öyle ki; “Ne hallere düşmüşüz buradan nasıl çıkacağız?” dedirtecek cinsten şeyler bunlar. Dostum “Türkiye’yi sonunda tefecilerin de eline düşürdüler” dedi. İşin özeti şu: Sistem çok sıkıştı. Borç ödeme konusunda çok büyük zorluklar çekiliyor. Borçlanmayı ise artık beceremiyoruz. Bu nedenle uluslararası tefeciler devreye girdi. Kimdir bu tefeciler bunlardan ne kadar para alıyoruz? Dostumun anlattığına göre merkezi Londra’da olan büyük sermaye sahipleri Türkiye’nin anlık finansmanını sağlamak üzere çok yüksek faizler uygulamaya başlamışlar. İktidar başka çaresi kalmadığı için bu çok yüksek faizli ve aynı oranda kısa vadeli paraları almaya başlamış. Ağustos ayının kurtarılması şu an mümkün görünüyormuş ama eylül-ekim aylarında Türkiye’yi bir facianın beklediği söyleniyormuş. . Ankaralı dostum “Kasım ayı korkunç gelebilir iktidarın kasımı aşmasını bile zor gören çevreler var” dedi. Dış borçlanma genellikle bankalar üzerinden yapılıyor. Ancak şu sıralar bankaların da devreden çıktığı ekonomi ile ilgili resmi birimlerin “yüksek faizli” borç için masalarda olduğu söyleniyor. Çok yakın ve güvenilir dostum da olsa anlattıklarına inanmak (ki yazamadığım bazı şeyler çok korkunç) içimden pek gelmiyor. Çünkü sonuçta bu iktidarın değil hepimizin felaketi. Ancak uyarı görevimizi de yapmalıyız. Bu nedenle muhalefetin de işlemesi amacıyla bazı sorular yöneltmek istiyorum. İlk sorum “Gerçekten tefecilerin eline düştük mü?” Bu sorunun cevabı ne olursa olsun iktidar şu sorulara da cevap vermeli;
–;Kimden borç alıyoruz?
–;Şu andaki toplam borcumuz ne kadar?
–;Dış borçlanmamızdaki vade ortalaması nedir?
–;Dış borcumuzun ortalama faizi ne kadar?
–;Piyasalarda dolaşan “Son zamanlarda çok yüksek faizli kısa vadeli borç alınıyor” iddiaları doğru mu?
–;Zaman zaman ortaya atılan “kaynağı belirsiz döviz girişi” ne anlama geliyor?
–;Bu kaynağı belirsiz paralar kimlerindir bu paralara faiz ödeniyor mu geri ödemeleri hangi şekilde yapılıyor?
Bu tür soruların cevabını bu ülkenin her vatandaşının öğrenmeye hakkı var. Bizler uyarı görevi yaparak bu soruları ortaya atabiliriz ama izlemek ve gerçeği ortaya çıkarmak siyasi partilerin işidir. Muhalefet bu konudaki görevini hakkıyla yerine getirmelidir.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
İnanmayacaksınız ama hâlâ duyduğuma inanmak istemiyorum. Turizmin başına bakan olarak getirilen otel sahibi bu bayram tatilinin uzatılmasına karşı olduğunu söylerken “Zaten oteller de doldu” demişti. O zaman da yazıp hafiften dalga geçmiştim ama yine de “Olmaz böyle şey” demekten kendimi alamıyorum. Ama ne yazık ki Türkiye bir çadır devleti gibi yönetildiği için bu beyan doğru. Zaten kulaklarımızla da duyduk yeni Türkiye dedikleri yer böyle bir şey oldu. Muhtemelen bu bakan kendi otel müdürlerine “Benim otellerde doluluk durumu nedir?” diye sorduktan sonra “Efendim maşallah sayenizde hiç boş yerimiz yok” cevabını alınca bütün otellerin dolu olduğunu düşündü. Eh oteller dolu olduğuna göre tatile ne gerek var değil mi? Aynı bakanın kiraladığı Yunan gemisine müşteri bulmak için “Yunan adalarına vizesiz yolculuk” diye bas bas bağıran reklamları da devam ediyor. Şu AKP içinde bir Allah’ın kulu da çıkıp “Yahu bu bakan ülkeleri karıştırdı galiba Türkiye’nin turizmini geliştirmek zorunda” demiyor. Böylelikle tarihimizde ilk kez ülkemizin Turizm Bakanı olarak atanan kişisi komşu bir ülkenin turizmine katkı sağlamak için çırpınıyor. Yunanistan bu bakana maaş veya komisyon verse yeridir yani.
BUNU YAZMAK GEREK
Turizme bakan kişi “otellerin dolu olmasından” büyük memnuniyet duyuyor. Orası güzel de dolu olan oteller müşterilerine nasıl hizmet verdi ona da bakmak gerekmiyor mu? Almanya’dan tatil için gelen bir gurbetçinin anlattıklarını ibretle dinledim. Adı bende saklı gurbetçi “Almanya’dan rezervasyon yaptırıp geldik. Beş yıldızlı otel dediler bir de ne görelim meğer üç yıldızmış” diyor. Hesapta her şey dahil ama yiyebilirsen ye. Gurbetçi “Otel ucuz olunca et yemeği hiç yok gibi dayanmışlar tavuğa” dedikten sonra devam ediyor; “Avrupalı turist kaçmış yerini eski Sovyet ülkelerinden gelenler sarmış bir de Araplar. Her şey dahil sistemi ile süt ayran peynir tereyağı hakiki bal bulunmaz hale gelmiş. Barlarda ise ne idüğü belirsiz içkiler duruyor. ” Tatili burnundan gelen gurbetçinin anlattıkları bitmiyor. Diyor ki “Bir şişe suyu bile 10 liraya satıyorlar otellerin dışında. Soruyorsun; ‘Abi hepsi iki buçuk ay iş yapıyoruz sonra bunu yiyoruz’ diyorlar. Ayrıca esnaf otelinden çıkan turisti de rahat bırakmıyor. Rusça Arapça çığırtkanlar sarmış pazar yerlerini. ” Gurbetçi vatandaş “En çok da farklı fiyat uygulanması rahatsız ediyor” dedikten sonra şöyle devam ediyor; “Türkiye’ye bir Alman aileyi de davet etmiştik. Ama onların yanımızda olması çok sorun çıkardı. Çünkü her yerde bize ayrı onlara ayrı fiyat uygulamaya kalktılar. ” Örneğin Tekirova’da teleferik gezisine katılmak istemişler. Bizim gurbetçiden adam başı 130 lira istenmiş ama Alman aileden kişi başı 400 lira talep etmişler. Bu gurbetçi kültür turizmine de merak olduğunu belirterek müzeleri de gezmek istediklerini kendisine müze kartı alabildiği halde Alman uyruklu eşine bu karttan verilmediğini bu nedenle eşinin müzelere daha pahalı girebildiğini söylüyor. Son olarak gurbetçimizin fiyat tespitlerine de göz atalım; Şişe Su (simit arabalarında); Aksaray metrosu çıkışı 1 lira Laleli civarı 1.5 lira Sultanahmet 2 lira Topkapı Sarayı içindeki tablacıda 6 lira. Simit normalde 1 lira havaalanında 9 lira. Taksi havaalanından gideceğin otele taş çatlasa 150 lira iken yabancıya gurbetçiye 50 Euro. Bilmem turizme bakanlar bu gurbetçinin şikayetlerine kulak verirler mi?
Bİ SORALIM BAKALIM
Bayramla birlikte siyasetçilerin de demeç yarışı vardı. Şimdi sizlere AKP’nin üç önemli isminden hepsi birkaç gün içinde söylenmiş sözlerinden aldığım cümleleri sunmak istiyorum. AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal şöyle dedi; “Türbülanstan çıktık şahlanma dönemine giriyoruz. ” Sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Başkanı Mustafa Şentop konuştu; “Yeni kurulacak dünyanın belirleyici aktörü Türkiye olacaktır. ” Ardından Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’dan şu sözleri duyduk; “Türkiye yeni bir şahlanış dönemine geçti. ” Üçünün ortak noktası şu; Türkiye fena halde çamura batmış durumdaydı. Ancak şimdi durum değişti ve Türkiye tekrar kendini buldu artık önümüz açık ve ferah. Gerçekten öyle mi? Bu zihniyetin halktan utanması da yok. Çünkü düne kadar Türkiye’nin durumunun kötüye gittiğini hiç söylemiyorlardı. Ekonomi çok iyi. İhracat harika. Üretimde rekor kırılıyor. Yabancı yatırımcı Türkiye’ye gelmek için birbirini çiğniyor. Tüm bunların dışında bir de şu var ki “Tüm dünya Türkiye’deki Erdoğan iktidarını devirmek için çabalıyor hepsi bizi kıskanıyor. ” Halka anlatılan bu değil mi? O halde nereden çıkıyor bu “Türbülanstan çıkmak yeniden şaha kalkmak dünyanın yeniden kurulması?” Kandır kandır da nereye kadar? Hatırlatayım vatandaş artık eskisi gibi değil ne olup bittiğinin farkında.
Yazar: Can Ataklı