Usta Gazeteci, Yazar Yusuf Cinal,Tuncer Kalaycı’nın sorularını yanıtladı:

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Gazeteci Yusuf Cinal’ın yaşamını konu alan ‘Hakikatin Peşinde Bir Ömür” adlı kitap, kısa bir süre önce raflarda yer aldı. Fahri Tuna’nın hazırladığı kitap Cinal’ın Akyazı’daki gazetecilik öncesi yıllarını, Sakarya’da ofset tekniğiyle basılan ilk gazete Sakarya’nın kuruluş yılları ve göç ettiği Belçika’da geçen 36 yılını anlatıyor. Kendisiyle kitabın Sakarya basınıyla ilgili bölümü ve Sakarya basınının bugünkü durumu üzerine söyleştik. Dışarıdan bakan bir göz olarak önemli tespitleri ve eleştirileri oldu. Bir şeylerin değişeceğine inancı pek yok, sadece tarihe not düştü.
Tuncer Kalaycı
-Öncelikle kutlarım. Bütününü değil de gazeteciliğe geçiş dönemini ele alırsak, Sakarya basınının ofset tekniğe geçiş döneminin bir belgeseli olmuş. Akyazı yıllarını okuduğumda çok mutlu bir Yusuf Cinal buldum. Akyazı’da futbol oynuyor ve takımının etkin bir ismi. Öğretmen ve görev yaptığı okulun Müdür Yardımcısı-Vekili. Mutlu bir evliliği var ilçede popüler birisi. Tüm bunları geride bırakıp neden illa ki gazetecilik?

Çok haklısın! O yıllarda Sakarya genelinde kültür olgusu tam manasıyla gelişmemiş… Ünlü yazar, çizerlerimiz var ama onlarda İstanbul’a, başka yerlere göç etmiş… Sakarya’da bir avuç kültür kahramanı var. Yokluk ve yoksulluk içinde gazete çıkarıyorlar. Halkın bilgilendirilmesi, haberdar edilmesi, sadece okulların işi değil.. Genç neslin temsilcileri olarak bu konuda bizim de elimizi taşın altına koymamız gerek. Annem okul görmemiş, kardeşlerimin çoğu okula gidememiş. Yeni köy okulları açılıyor. Akyazı’da lise bile yok. Lise yıllarında çıkardığımız okul duvar gazeteleri ve okul gazetesinde görev almam gazetecilik, habercilik konusunda iştahımı kabarttı. Bu işte para olmadığını bildiğim halde gazetecilik konusunda hiç tereddüt etmedim. O dönemin yazarları Hasan Pulur, Abdi İpekçi, Ahmet Kabaklı, Uğur Mumcu, Tarık Buğra, Rauf Tamer kadar Cumhuriyet dönemi yazar ve romancılar da beni çok etkiledi..

-Adapazarı’ndaki yeni yaşamın sadece 3 yıl sürüyor. Bu süreçte hedeflerine ulaşamadığın belli ama ideallerinin ne kadarını gerçekleştirebildin? Türkiye’den ayrılırken birçok şey eksik kalmış gibi hissetmedin mi?
-Maalesef Adapazarı’ndaki gazetecilik çalışmaları yarım bırakıp, ailemin geleceği ve mesleğimin devamı için bir karar almam gerekiyordu. Nasıl bana sevgili merhum Semih Köprülü ilk “gazetecilik” teklifini yaptığı günde olduğu gibi bir karar vermem gerekiyordu.. Zor oldu tabii… Adapazarı’na ne hayallerle, ne umutlarla gelmiştim. Öğretmenlikten, gazeteciliğe adım atmakta hiç tereddüt etmedim.. Zira bir öğretmenin bir sınıf, bilemedin okulda öğrencileri var. Bir gazetecinin ise daha büyük bir öğrenci, yani okur kitlesi var. Her iki mekanda da insanımızı bilgilendirmek, haberdar etmek, kuralları hatırlatmak esas… Birliktelik yaptığım arkadaşlarım bende büyük hayal kırıklığı yarattı. Birliktelik yaptığımız arkadaşımız sevgili merhum Hüseyin Komite’nin gazeteden ayrılması, küstürülmesi beni çok üzdü. Böyle bir durum yaşanmaması gerekiyordu. Ama üzerine çok gidilmesi, onun gazeteden ayrılmasına neden oldu. Oysa kader birliği yapmıştık, söz kesmiştik.. Bu manada bu ayrılış gazetede  ilk kırılmaları yarattı. Bu kırılma noktası bende gelecek için umutsuzluklar oluşturmaya başladı.. Ama buna rağmen, genç liseliler ile ve daha sonra alaylı gazeteci arkadaşlarımız ile güzel çalışmalar yaptık. İlçelere uzandık, köylere, ailelere elimiz, sesimiz ulaştı.. Sakarya ile bir ofset gazete olarak bütünleşmiştik.. Yeni yüzler, yeni siyasiler, yeni iş adamları ile olduğu kadar vali, kaymakam  ve diğer erkan ile tanışmamız, Sakarya için koşturmamız artı güzelliklerdi.. Ben idealist biriyim. Hep hakikatin peşinde oldum.. Düşünebiliyor musunuz? Akyazı gibi yere matbaa kuruyorum, o devrin en önemli dizgi makinesi Entertip makinesini kuruyorum ve bir gazete çıkarıyorum.. Kısacası ben Adapazarı’na salt bir öğretmen, bir sporcu olarak gelmedim. Kaldı ki, Akyazı’da Akajans, Tercüman gazetelerine haber gönderiyorum. Bir ara Anadolu Ajansı muhabiri olarak da görev yaptım. Evet, Türkiye’den ayrılırken, birçok şey eksik kalmıştı. Ama umutlarım vardı gelecek için… O umutları alıp, başka diyara, bir göçmen kuşu gibi uçup gitmem zor oldu.

-Sakarya Gazetesi’nden ayrılma kararını yol arkadaşlarının arasındaki huzursuzluk ve gazetenin satılmasının gündeme gelmesi nedeniyle aldığını söylüyorsun. Bu satış o günlerde değil, 6 yıl sonra gerçekleşti. Necdet Güngörsün ile Hüseyin Komite arasındaki çekişme gerçekten o kadar basit miydi? Ya da şöyle sorayım, niçin ‘Sıra bana mı geliyor’ diye düşündünüz?
-Biz gazete yönetiminde dört arkadaş olarak yola çıkmıştık. Bize müessese müdür olarak Muzaffer Bosnalı ve onursal Başkan olarak Dündar Çiğit de eklendi. Bu süreçte arkadaşlar olarak kararlar aldık. Özellikle gazete işlerini, sorunlarını eve taşımayalım dedik ama bazı arkadaşlar bu sorunları mahalleye, kente taşıdı. Alttan alta kendi geleceği için hesaplar yapmaya başladı.. Ben tereddütsüz öğretmenlikten istifa ederken, bir başka arkadaşım altı ay sonra meslekten istifa edip bize resmen katıldı. Elbette zor karar aldığımız günlerdi.. Gazete sükse ve pirim yaptıkça, başarı paylaşımı ilk çatlakları oluşturuyordu. ”Ben” egosu içinde olan, bu başarı paylaşımında kendine daha büyük pay çıkarıyor. Muhabirleri kendi yönetmeye çalışıyordu. Oysa gazetenin magazin, spor ve haber bölümleri vardı. Başka arkadaşların alanlarına girme anlayışı sorunların da yaşanmasına neden oldu. “Sen iyi yazıyorsun, ben yapıyorum” çekişmesi yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başladı. Hüseyin Komite yıllarca bu kentte bir gazete de üst görevlerde bulunmuş, spor konusunda engin bilgi ve becerisi, kontakları vardı. Onu oradan uzaklaştırmak, o alana sahip olmak isteyen anlayışı frenlemek zordu. İmtiyaz sahibi olarak Semih Köprülü bu  konuda gerekeni yapamıyordu. Gazeteye gelen resmi mektupları bile ilk açma konusunda elindeki fırsatları kaybetti. Bu gazetede ilk çözülmelerin işareti oldu. İki arkadaşımız, ortağımız, kader birliği yaptığımız kişiler arasındaki bu durum beni derinden etkiledi ve güvenimi iyice sarstı.. Gazetenin satışı belli olmuştu. Gazeteyi biz satın alalım teklifim havada kalmıştı. Semih Köprülü, “Biz Günaydın’sız bu işi götüremeyiz” düşüncesindeydi. Nejdet ise geleceği kendi kuracağı bir gazete de veya mevcut gazetenin yönetimini ele geçirmekte görüyordu.  Siz bu durumu görseniz, nasıl bir karar verirdiniz? Benim için iki çıkış yolu vardı, ya Öğretmenliğe geri dönecek, Akyazı’nın yolunu tutacaktım, ya İstanbul ya da Avrupa… Ben Avrupa için yola çıktım. İyi ki de böyle bir karar vermişim..

-Bu sorunun kitapla hiç ilgisi yok,  pattadak bir soru. Gazetecilik nedir, kime gazeteci nedir, Gazeteci nasıl olmalıdır. 1982-1985 dönemindeki gazetecilik ile bu gün arasında bir karşılaştırma yaparsan neler söylersin?
-Gazetecilik bir öğreti, bir eğitim alanıdır. Bir okul gibi… Hedef kitlesi insan olan ve bu kesimi bilgilendiren, haberdar edenlere gazeteci denir. Kısaca buna haberci demek doğru olur. Yasal olarak bir yayın organında belli kurallar çerçevesinde görev alanlara, yani halkı bilgilendirmeye, haberdar etmeye adım atanlar gazetecidir. Bir yayın organı olarak yazılı basın, radyo, televizyon ve şimdi internet ortamı, gazetecilik alanlarıdır. Gazeteci gerçeğin, yani hakikatin peşinde olacak. Biz 82/85 yıllarında hep bunu yaptık. Tehdit edildik, silahla karşımıza dikilenler, sövenler oldu. Ama doğru bildiğimiz yoldan geri adım atmadık. Gazetecilik etik kurallarına hep riayet ettik. Bizim işimize rüşvet, iltimas, torpil, para, yandaşlık bulaşmadı. Temiz, tertemiz ve yalın bir şekilde insanımıza ulaşmaya özen gösterdik. Güzel Türkçe, okunur, renkli bir gazete sunmanın derdinde olduk. Kimse ile didişmedik, dalaşmadık, kimseyi yermedik, itibarsızlaştırmadık, tetikçilik yapmadık. Gazete arşivlerine isteyen bakabilir.. Bizim ustalarımız da böyleydi… Sakarya’da gerçekten gazetecilik yapmaya özen gösteren, Hasan Uyar, Abdullah Çelik, İlhan Uygun, Zekai Erdal gibi ustaların yanında haddimizi bilirdik.. Dün durum böyleydi. Bugün ülkede siyasi yandaş olmayana mama vermiyorlar. Ne hakikatin peşinde, ne doğruluk kimsenin umurunda değil. Düşünebiliyor musunuz, Sakarya’da bile tetikçilik, yandaşlık ön safta. Böyle bir ortamda gazetecilik yapmak mümkün değil. Eğer sen gazeteci olarak devrin yolsuzluklarını, ahlaksızlıklarını, hırsızlıklarını, torpil ve rüşveti, adam kayırmayı, ötekileştirmeyi yazamıyorsan, orada gazetecilikten söz etmeniz mümkün değildir. Bunda elbette siyasetin, çevrenin, sivil kurum ve kuruluşların, resmi makamların da rolü var. Gazeteciliği bu kokuşmuşluktan mutlaka kurtarmalıyız. Bakın Sakarya’da gazeteler var ama bunlar halktan çok kopuk.. Gazete para kazanmak için çıkarılmaz. Gazete hizmet ve bir haber, öğreti aracıdır. Devlet imkanları ile resmi ilanlar bu gazetelere bu nedenle veriliyor. O nedenle gazeteler dördüncü kuvvet olarak tanımlanır. Demokrasilerin vazgeçilmez, dokunulmaz müessesesidirler. Ama şimdi öyle mi? Bu durumda herkes payına düşeni almalıdır. Bu hale nasıl düştük diye kafa yormamız gerekir..

– Önceki soruyu, tespitlerinizin genç gazetecilere bir tavsiye niteliğinde olacağını düşündüğüm için sordum. Tekrar kitaba dönersek, gazete patronlarının yazarlara müdahalesini nasıl yorumluyorsunuz. Kitaptan öğrendiğimize göre bu sizin başınıza da gelmiş…
-Gazete patronları eğer büyük paralar kazanmak istiyorlarsa, başka iş yapmalıdırlar. Zira dünyada gazetecilikten büyük paralar kazananlar çok azdır. Güven, istikrar, iyi haber ve düşünceler ancak alıcı buluyor. İşte o zaman para gazetecilikten de kazanılabilir. Bu sektörün maliyeti büyük… Gazete patronları, gazeteciye, yazarına, muhabirine karışmayacak. Onu kolla, bunu kolla, şuna övgüler düz demeyecek. İşte orada gazetecilik biter… Bir gazetede yazı yazıyorum. Yazılarım makaslanıyor, düşüncelerime, fikirlerime sansür vuruluyor. Bunu çaktırmadan yaptığını sanan zihniyet karşısında, yazılarımı sonlandırdım. Böyle gazetecilik olmaz.. O zaman gazete patronu kendisi gibileri bulmalı.  Al kopyala, yapıştır, dostlar alış-verişte görsün türünden gazeteler çıkar. Resmi ilanlar alınır, bazı yerel ilişkiler kurulur, bazı iş adamları desteği alınır ve düzene uyulup gidilir. Ben buna yapamam!

-Kendimi de katarak soracağım, bizim mesleğe başladığımız yıllarda gazeteci yandaş ya da muhalif olarak nitelendirilmezdi, çünkü gazeteciliğin özü muhalif olmaktı, kamu adına sorgulamaktı, eksiği gediği gündeme getirmekti. Şimdi yandaş basın, muhalif basın ayrımı var. Bu konuda ne düşünüyorsun, kendini hangi kategoride görüyorsun?
-Gazeteci muhaliftir. Gazetecinin partisi, adamı, yandaşı, lideri olmaz. Gazetede bir fikir temelinde yayın yapılabilir. Burada da gazetecilik mesleği etik kuralları, kulağa küpe yapılır ve yine hakikatin peşinde insanı bilgilendirme, haberdar etme noktasında devrin sorunlarına dokunan gazeteler çıkartılır. Benim partim, benim adamım, benim başkanım noktasından hareket, bakış açısı bir çıkmaz sokağı işaret eder. Türkiye bu bakımdan büyük bir bataklığa saplandı. Belli çıkar gurupları, kümeleri, bu manada  birliktelik yapıyorlar. Orada gazetecilikten, habercilikten, bilgilendirmeden söz edemeyiz. Türkiye maalesef bunu yaşıyor. Bu dijital ortamda bilgi karmaşası, kaosu, kirliliği yaşanıyor. Okur, vatandaş kime güveneceğini şaşırdı. Bir kesimi ise taraf oldu.. Sen böyle bir durumda muhalif olsan ne olur! Gazeteci taraf olmalıdır ama kimden yana? Elbette halktan yana… Demokrasilerde kural bu… Devletin malı, eşit, hakça dağıtılacak. Siyasiler verdikleri sözleri tutacak. Halkın malını, zenginliğini çarçur etmeyecek, devletin malı yağmalanmayacak, belli kesimlere imtiyaz sağlanmayacak. Gazeteci ise bu ortamda halkın gözü, kulağı ve sesi olarak gerçeklerin yansıtılmasında rol alacak. Eleştiriden kimse ürkmeyecek, korkmayacak, gerçekler karşısında susmayacak.. Gele, gele bu noktaya geldik. Muhalif  basın, illa da muhalefet yanlısı değildir. Gazeteci, doğrunun peşinde irdeleyen, sorgulayan, okuru bilgilendirendir. Öyle bu doğru, yalansız, hilesiz haberlere yasak koymak, sansür uygulamak çağdışı bir durumdur..
-Sakarya’daki gazeteleri ve haber sitelerini bu gözle değerlendirirsen nasıl sınıflandırırsın?

-Sakarya’da gazeteler in bir kısmı tekelleşti. Böyle bir durumda da gazetecilik yapılamaz. Gazetelerin patronu iş adamı, bir başka sivil kurumun başkanı olursa böyle olur. Birbirlerinden farkı yok. Gazetecilik yapıldığı kanısında değilim. Gün kurtarılıyor, resmi ilanlar  için gazeteler hazırlanıyor, baskıya veriliyor. Gazeteler bayramları, yeni yılları, önemli günleri bekler durumda… Başka türlü gelir elde edilemiyor. Zira bu baskı sayıları ile masrafı kurtarmak mümkün değil. Gazeteler sadece devletin, belediyelerin, bir kesim sivil örgütlerin desteği ile yaşatılamaz. Gazetelere, gazetecilere güven kalmamıştır. Şurada yazıları okunan kaç yazar var? Şurada haberleri beklenen kaç muhabir var? Şurada cesur manşet atabilen kaç gazete var?
-Sakarya Gazeteciler Cemiyeti’nin, Türkiye’den gider gitmez sizi üyelikten çıkardığını yazmışsınız. Bu konu bir daha hiç gündeme geldi mi, şu an hangi meslek örgütlerine üyesiniz?


-Bir gazeteci, çalıştığı gazetesinden ayrılabilir. Bu sadece benim başıma gelmedi. Kaldı ki, ben izinli gazeteden ayrıldım. 6 Ay sürem var. Bana sormadan benim ilişiğim kesiliyor. Sonra Gazeteciler Cemiyeti’nden atılıyorum.  Nereye gittim ki? Yurtdışına!  Bir gazeteci yurt dışına gitti diye bağlı olduğu meslek örgütünden atılır mı? İhraç edilir mi? Böyle anlayış, böyle kafa yapısı olur mu? Kaldı ki böyle bir karar alınacak, yönetim kurulu ne işe yarar? Kime sordun, kime danıştın ki cemiyet üyesini hiç yoktan üyelikten ihraç ediyorsun? Bu durum beni çok üzdü. Hatta sarı basın kartı sahibi olmam itibari ile gazeteciliğim bile sorgulandı. Bunlar bir daha yaşanmamalı. Düşünebiliyor musunuz? 1986 Yılında atıldığım cemiyete 2021 Yılında tekrar üye oldum. O da sevgili gazeteci dostum Şaban Mergül’ün hatırlatması ile oldu. Bu yaşanmışlıklardan dersler çıkarmalıyız. Gazetecilik mesleği kimsenin tekelinde değildir. Gazeteciler rekabet edecekler, rakip olacaklar, iyi ve doğru haber için koşturacaklar ama belden aşağıya, kişilik haklarına dokunmayacaklar, tetikçilik yapmayacaklar. Toplum da bu tür gazetecilere pirim vermeyecek. Tavır koyacak, bu tipler meslekten men edilecek. Yapabilir miyiz, sanmam!

– Sakarya’da şu anda iki ayrı meslek örgütü var. Sakarya’yı yakından takip ettiğimizi bildiğim için soruyorum, bu iki örgütün yaptığı çalışmaları yeterli buluyor musunuz, neler yapılmalı?
-Üzülerek ifade edeyim ki,  bir cemiyet, bir sivil örgüt tabela örgütü haline gelmişse söylenecek söz yoktur. Oysa cemiyetlerin bangır bangır gerçekleri seslendirmesi gerekir. Ama siz mali yönden yetersiz, eksikseniz yapacağınız bir şey yoktur. İşleri devrin akışına bırakırsınız. Türkiye’de diğer meslek örgütlerinin başına neler geldi biliyoruz. İşte Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı  Sevgili Yılmaz Karaca, bangır bangır bağırıyor, ‘Anadolu gazeteciliği tükeniyor’ diye… Kimin umurunda. Hemen karşı bir başka örgüt kuruldu. Bir başka rakip gazeteci ise bu örgütün başına geçirildi. Sakarya’da durum farklı değil. Bu örgütlerin mesleği güçlü temsil etmeleri mümkün değil.. Paneller, konferanslar, genç kuşak gazetecilere yeni imkanlar sunmak için yapılacak çok iş var. Şurada bir iki gazeteci dışında adından söz ettiğimiz isim var mı? Oysa bu ilin gazetecileri vardı, yazarları vardı, sanatçıları vardı, sporcuları vardı, siyasetçileri vardı, güzel insanları vardı. Sakarya merkezde Cevat Adapazarlı’nın konağından bile adını silmişler. İnşallah onlar da hakikatin peşinde koşmaya, kürek çekmeye başlarlar. Taşın altına eli değil, kolu, gövdeyi koymak gerek. Bu günler o günler…

– Avrupa’daki gazetecilik ile Türkiye’deki gazetecilik arasında ne farklar görüyorsun?
-Avrupa’da 1700’lü yıllardan kalma bir Belçika gazetesi müze haline çevrilmiş. Muazzam bir şekilde genç gazetecilere orada mesleki kurallar bir daha öğretiliyor, gösteriliyor. Okulların basın yayın bölümlerinden mezun olanlar çok donanımlı hale getiriliyor. Stajlarında bile para kazanabiliyorlar. Her şey çok ilkeli, resmi ilan, devlet desteği söz konusu değil. Alabildiğine özgürler. Belçika’da, Kralı, Prens ve Prensesi, başbakanı, parti liderlerini yerden yere vuruyorlar. Ama hakikatin peşinde… Kralın gayri meşru kızını bulup ortaya çıkardılar, sonunda Kral gerçeği kabullenmek zorunda kaldı. Bizde bunu yapabilir misiniz? Bir başka siyasetçi, devletin parasını özel işinde kullandı diye kum torbasına çevrildi. Ne mi oldu? Elbette istifa etti. Bizde böyle durum vaki oldu mu? Kaç bakan, belediye başkanı yolsuzluk ile suçlandı ve görevden alındı, bir hesap verilebilirlik var mı? Bu yönde haber yapabilir misiniz? Anlatılacak çok şey var. Ancak toplumun sosyal kültürel olgusu da bu mana da çok önemli… Onların gazetecilik anlayışına bizim yetişmemiz mümkün değil. Sanal ortamda bile adamlar kurallara riayet edip, emeğe saygı gösteriyorlar..

. -Son olarak Sakarya’daki meslektaşlarına, Sakaryalılar’a bir mesajın var mı?
-Sakaryalı meslektaşlarım elbette geçim derdinde… Geçim derdinde olanların,  halka vereceği ne olabilir ki? Ama en azından doğru haber, gazetecilik etik kurallarını uygulamada birliktelik yapabilirler. Hakikatin peşinde koşmak o kadar zor değil! Sakarya’nın kültür hafızasına, birikimine katkı yapacak çalışmalar, buluşlar, yayınlar içeren eserlere imza atabilirler. Gazetecilik hiç bu kadar ayağa düşmemişti. Bunu tekrar ayağa kaldırmak için, eğitime, kültür değerlerine, tarafsızlığa önem vermek gerekir. Hiç değilse, bu mesleği genç kuşaklara bırakırken, bunları söyleseler bile yeter.  Ama böyle bir ortamda genç gazeteci arkadaşlarımız bu meslekte yer bulabilirler mi? İşleri gerçekten zor. Ama bu günleri de arkada bırakıp, geleceğe bakmak, yeni gazeteleri yayına sokmak, yeni gazeteciler yetiştirmek ve halkla bütünleşmek için adımlar atmamız gerekir. Gazeteci haksızlık, yolsuzluk karşısında pes etmeyecek. Gazeteci kalemini, yüreğini ortaya koyacak, gerekirse doğru, tarafsız haber için kalemini kıracak, kırmasını bilecek… Geçim derdinde olanların bunu yapması zor.  İnşallah Sakarya o günleri görür. Bizim o ilk ofset gazete çıkardığımız günlerdeki heyecanı bulurlar ve haber peşinde koştururlar. Bu mevcut neslin, Sakarya’da gazeteciliği ayağa kaldırması zor… Yeni bir anlayış, yeni bir bilinç ve yeni ruh gerek.. Bunu inşallah bizden sonrakiler başarır.. Bu vesile ile Sevgili Tuncer Kalaycı kardeşime çok teşekkür ederim. Bu bataklık içinde güzel, nadide çiçeklerin de olduğunu söylemeliyim.
Saygılar…
Tuncer Kalaycı,30 Ağustos 2021 Adapazarı

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Usta Gazeteci, Yazar Yusuf Cinal,Tuncer Kalaycı’nın sorularını yanıtladı: