Adapazarı AKM’de, yıllar önce, (2007 veya 2008 olmalı) Yavuz Bahadıroğlu’nun bir konferansı bitmiş, kitaplarını imzalarken biz de az sonra başlayacak programımıza hazırlanıyorduk. yanına yaklaştım:
‘- Yavuz Ağabey, ben sana hakkımı helal etmiyorum’ dedim. şaşırdı, üzüldü, başını şöyle bir hayretle kaldırdı, burma bıyıkları iki üç kere sallandı aşağıya yukarıya:
‘- Hayrola, ne yaptım ki ben sana?’ diye sordu hayret yüklü bir sesle. biraz da abartarak cevapladım:
‘- Lisedeyken senin yüzünden çok zayıf aldım ben. hakkımı helal etmiyorum işte.’
yeşilli kahverengili şık fularını söyle bir gevşetti. daha bir meraklı gözlerle:
‘- Allah Allah. bilmeden ne suç işlemişim acaba?’ diye sordu yeniden.
‘- Ağbi, yıllar yıllar önce öğrenciyken, ertesi gün yazılı var. elimde de senin ‘Buhara yanıyor’ veya ‘Sunguroğlu’ romanın. o kadar akıcı, sürükleyiciydi ki romanların, bırakıp yazılıya çalışamıyordum. belki dört beş kez zayıf aldım senin yüzünden.’
gözleri parlamıştı bu iltifat dolu sitemimden Bahadıroğlu’nun. çok mutlu olmuş, iki üç kademeli derin derin öksürmüş, yüzünde güller açmıştı. az önceki şaşkınlık, özgüven ve mutluluğa terk etmişti yerini.
‘- Dur yengeni çağırayım da bir de onun yanında anlat bunu’ dedi bana. dört beş metre uzağımızdaki eşine seslendi. yengem gelince de,
‘- Deminki olayı bir daha anlatır mısın?’ diye rica etti benden. zevkle anlattım, zevkle dinledi üstat, bıyık altında gülerek, tebessüm kuşatmış gözlerini eşi hanımefendiye dikerek.
yengemiz de mutluydu çok.
Bahadıroğlu’nun mutluluğu, hemen her yazarın, hepimizin zaman zaman yaşadığı, ’emeklerim, yazdıklarım boşa gitmemiş, çok şükür’ mutluluğuydu şüphesiz.
Allah gani gani rahmet eylesin, mekânın cennet olsun ‘tarihimizi bize sevdiren adam.’
Fahri Tuna yazıyor
Fahri Tuna yazıyor