“Nuşin”: Tatlı, hoş, güzel anlamına gelen, Acem köklü, İran’da sıklıkla kullanılan bir isim.
Bizdeki Ayşe, Fatma gibi… ki bugün pek de kullanılmıyor.
İlk çocukluk arkadaşımın adıydı ” Nuşin “.
***
Babası Bedii bey, annesi Kâmuran hanım, Nuşin’in doğumundan iki yıl evvel, üç katlı evimizin ortanca katına kiracı olarak gelmişler. Dokuz yıl kadar iki aile iç içe birlikte yaşadık.
Kâmuran hanım çalışan bir hanımdı. Güven Sigorta Şirketinin Yangın Servisi Müdürü idi. Bedii bey ise onun yanında bir şefti. 1955 yılında Şeker Sigorta’nın kurulmasından sonra Kamran hanım Nuşin’i doğurup ev hanımı, Bedii bey ise 1955 yılında Şeker Sigortanın önce yangın müdürü, sonra genel müdür yardımcısı, devamında da genel müdürü oldu. O zamanlar büyük bir yangın olduğunda, bilgisinden dolayı mutlaka kendisine danışılırdı.
***
Evimizin ortanca katının dış kapısı, bugün evlerde bulunan bildiğimiz dış kapılar gibi değildi. Tahta çerçeve içinde buğulu camları olan, basit kilitli bir kapıydı. Alttaki giriş katından yukarı kata çıkmak için, bizim oturduğumuz alt kattaki holü aşmak lâzımdı. Buna değinmemin nedeni yukardaki kiracıların evlerine ulaşmak için bizim evin içinden geçmeleriydi.
Tatlı, hoş, güzel Nuşin’le iki yıl ara ile doğduk. Ben onun ablasıyım diyelim. Kardeş gibi birlikte büyüdük. Bahçede veya evde oyuncaklarımızla oynardık. Çok iyi anlaşırdık. Sadece biz değil, anne babalarımız da. Birimiz Hıristiyan, diğeri Müslüman. İki annesi, iki babası olan kardeş çocukları gibi idik. Soğuk kış ikindilerinde annelerimiz sobada çaylarını demleyip içerler, yazın bahçede otururlar, bizde aşağı yukarı koşarken onları arkamızdan bağırtırdık. Nuşin’in ailesinin akrabaları eve sık gidip gelirlerdi. Onlarla da kaynaşmıştık. Aynı evde yaşayan kalabalık bir aile gibi idik.
Bedii bey, annemin zeytinyağlı yaprak dolmasına bayılırdı. Birlikte yemek yediğimizde annem sofradan eksik etmezdi. Kâmuran hanımda ,yurt dışından gelmiş bir tost makinası vardı. Ablam devamlı kapısını çalar, içeri girer, ondan kaşarlı tost yapmasını isterdi. O da hatırını kırmaz, yapardı. Kâmuran hanım altmışlı yıllarda araba kullanan az sayıdaki kadın şoförlerindendi. Yazları Florya Dinlenme Kampının lojmanlarına tatile giderlerdi. Bizde onları orada ziyaret eder, birlikte günümüzü geçirir, denize girerdik.
6-7 Eylül olaylarının olduğu gece, bahçemizin kapısını açıp içeri giren çapulculara, balkondan gür sesi ile seslenen Bedii bey; evin Rum evi olmadığını, yanlış bilgi edindiklerine inandırarak, zarar vermeden gitmelerini sağlayan kardeşimizdi.
***
Kâmuran hanım, ikinci nesil Girit’ten İzmir’e mübadele ile gelen bir ailenin kızı idi. Annesi Rumca konuşurdu. Kâmuran hanımın da, Girit aksanı ile az Rumca konuşurdu. Annemle aralarında konuşurlar şakalaşırlardı. Yanımızdaki apartmanın yanında, büyük bahçe içinde iki katlı güzel bir ev vardı. Burada oturan Muhterem hanım da Girit’ten İzmir’e mübadele ile gelen bir ailenin kızı idi. Birbirimize gidip gelirdik. Rumcası çok temizdi. Annemle Rumca konuşurlardı.
1963 yılında Nuşin’ler, o zamanlar yeni yapılanmaya başlayan toprak yollu Mecidiyeköy’ünde bir apartman dairesi satın alarak evimizden ayrıldılar. Nuşin artık büyümüş, holde olan bebek yatağına sığamaz olmuştu. Bir odaya ihtiyacı vardı. Taşınmalarına rağmen dostluğumuz devam etti. Özlemli buluşmalarımız her ikimizin evinde de devam etti. Benim Nuşin’ ler de yatıya kaldığım olduğu gibi, Nuşin de bizde kalmaya gelirdi. Aynı yatakta yatar, uyuyuncaya kadar konuşurduk.
İlkokulu bitirdikten sonra Nuşin zor olan Αmerikan Robert Koleji’nin giriş testlerini kazanarak ortaokulun İngilizce hazırlık birinci sınıfında okumaya başladı. Ben ise Zapyon okuluna devam ediyordum. Arkadaşlığımız derslerimizin müsaade ettiği zamanlarda aynen devam etti.
***
Nuşin onaltı yaşında iken beklenmeyen acı bir olay yaşandı. Ailece İzmir’e yaptıkları bir yolculuk esnasında arabaları ile bir trafik kazası geçirirler. Bedii bey, Kâmuran hanım hayatlarını kaybederler. Arka koltukta oturan Nuşin kurtulur. Bundan sonra anneannesi, halası yanında olur. Anne ile babasının kaybı onu olgunlaştır. Tek başınadır artık.
Annemle babam evlerine başsağlığına gittiler. Döndüklerinde çok üzgündüler. Kâmuran hanımın yüksek sesli kahkahasını , Bedii beyin şakalarını bir daha işitmeyeceklerine inanamıyorlardı. Çok sevdikleri yakın dostlarının kaybının üzüntüsünü yaşıyorlardı.
Mukadderat diyelim… Bundan sonra Nuşin’i pek görmedim. Bir sene sonra okulumu bitirdim, erken evlendim. Sırası ile amcamı, evimi, babamı kaybettim. Yaşamıma Atina’da devam ettim.
***
Βundan birkaç yıl evvel, geçmişte yaşadıklarıma bir özlem duyup, kurcalamaya başladım. Sisli bulutlar arkasındaki zaman yolculuğumda Nuşin aklıma geldi. Benim ilk çocukluk arkadaşım nerededir, ne yapıyordur diye. Facebook’um yok. Google’dan araştırdım.
Aaa! Nuşin’i buldum… Öyle mutlu oldum ki. Nuşin başarılı bir iş kadını olmuş!
Sonradan öğrendiğime göre İngiltere’de yüksek öğrenimini Bilgisayar mühendisliği dalında tamamlarken evlenip bir erkek evlâdı annesi olmuş. İstanbul’a dönünce bir süre bu branşta çalışmış ise de annesi babası gibi sonra Sigortacı olmuş. Bugün 25 kişi çalışanı olan yurt içinde ve dışında inşaat sektöründe faaliyet gösteren, Ata Global Sigorta Reasürans Brokerliğinin Yönetim kurulu başkanı, benim güzel, tatlı, hoş Nuşinciğim.
***
Fotoğrafına bakıyorum. Hiç değişmemiş. O güzel genç kız bu yaşta yumuşak yüz hatları ile halâ tazeliğini korumuş. İş yerine uzun bir e-posta mektubu yazdım. Telefon numaramı bıraktım. Beni aramasını istedim. Bir süre sonra beni aradı. Çok sevindim. İlk konuşmamız çok duygulu geçti. Heyecanlı idik. İki eski arkadaş birbirimizi bulmuştuk. Birbirimize ardı kesilmeyen sorularımız vardı.
Bundan sonra arada sırada konuşur olduk. Birbirimize kavuşmak, yakından görüşmek istedik. Bir yıl kadar sonra iki arkadaşı ile birlikte iş arası bir Cumartesi, Pazar Atina’ya beni görmeye geldi. Arkadaşıma kavuşmaktan dolayı çok mutlu idim. Hasretle birbirimizi kucakladık. Söylenecek, hatırası yeniden canlanacak o kadar şey vardı ki…
Bir sonraki karşılaşmamız bir yıl sonra İstanbul’da oldu. İstanbul, Adapazarı, Bodrum seyahatim esnasında. Beni üç gün Zekeriyaköy’ünde ki evinde en iyi şekilde misafir etti. Babasını andıran oğlu Mehmet Ali ile tanıştım. Ufak torununu sevdim. O da benim gibi bir babaanneydi artık. Eski albümleri açtık. Babamın onun, annesini babasını, bizi birlikte evimizde, bahçemizde çektiği fotoğraflara özlemle baktık, büyüklerimizi andık.
Nuşin’e Girit’ten gelen kökleri hakkında bilgi edindim. Çok enteresan bir geçmişi olduğunu öğrendim. Sizlerle paylaşmak istediğim bir hayat hikâyesi.
***
Nuşin’in dedesi Caferaki Ali Efendi’nin dedesi, kökeni Konyalı olup Girit’e yollanmış bir Osmanlı vatandaşıymış. Çiftliği Kandiye dışında deniz kıyısında imiş. İlkokulu Yunanistan’ın en önemli siyasetçilerinden biri olan Elefterios Venizelos (1864-1936) ile Hanya’da aynı sınıfta okumuş. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı yenilince, ailesini İzmir’e yollamış. Ancak kendisi İzmir kuşatmasına kadar Girit’te kalmaya devam etmiş. Kurtuluş Savaşı’nda Türk tarafında hayvan sağladığı için Yunanistan tarafından hapse atılmış. Yunanlı arkadaşlarının yardımı ile kaçmış, bütün servetini orada bırakarak Türkiye’ye geçmiş. Hiç Türkçe bilmezmiş. Ölene kadar da öğrenmemiş. Kendisi celepmiş. İzmir ve Antalya’da tekrar celeplik yaparak zenginleşmiş. Erken ölmüş.
Anneannesi Şahsine hanım aile ağacı beş kuşak öncesi İstavridis adlı bir büyük dedeye dayanıyormuş. Dedesinin ikinci eşi imiş. Şahsine hanım Türkiye’de doğmuş. Öğretmenmiş. Çok iyi Rumca biliyor, konuşuyormuş.
Görüldüğü gibi Türk kökenli bir dede, Yunan veya Rum kökenli, Türklerle karışmış, Türkleşmiş bir anneanne. Bu karışımlardan doğan çocuklar, yeni nesiller. Öyle hikâyeler, kaynaşmalar çok.
Ben sen, biz siz olmaması lâzım; ilişkiler, nsanlık ilişkileri. Benim dedem İlya Usta da Rumca bilmezdi. Çocukları aralarında Rumca konuşurken babaları onlara, “Türkçe konuşun, ben de anlayayım ” diyormuş.
Birisi Türk kökenli Türkçe bilmiyor, diğeri Rum kökenli Rumca bilmiyor.
Aynı devirde yaşamış insanlar.
Aynı kaderi paylaşmış.
Karşı dinden insanlık uğruna onlara yardım eden olmuş.
Acı ile karışık güzellik yaşamış insanlar.
***
Nuşin üç defa, yengesi yedi defa Girit’e, dedelerinin evini bulmaya gittiler. Evi buldular. Çiftliği maalesef bulamamışlar. Yengesi evin kapısını çaldı. Ev sahibi onları içeri misafir etti. Birlikte meze yapıp, çipuro içtiler.
Bu içten konuşmalarımızın ardından, Nuşin’in ailesi ile kaynaşmamızın nedenini daha iyi anlıyorum bugün. İki aile aynı çatı altında yaşadığımız yıllarda insanlık uğruna birbirimizi olduğumuz gibi sevdik, benimsedik. Ayrıcalıklarımıza saygı duyduk. Doğru bir insanlık ilişkisi kurarak.
Hatıra / İvi İlyadis