Yunus Emre “Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil” der. Orhan Veli Kanık’ın, Sakın Şaşırma şiirinde belirttiği “Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı” dizelerinde belirtiği ayrılık duygusu aklımdan çıkmıyordu. Daha iki gün önce kabrini ziyaret ettiğimde zihnimde, “annemi kaybetmedim, çocukluğumun şekillenmesindeki akıl hocamı kaybettim” diye düşündüm. Ölümünden iki hafta sonra yayınlanan “Dünya ve Türkiye’de Üniversite Olgusuna Yaklaşımlar, Çukurova Üniversitesi Örneği” kitabımı atfettiğim anneme “İnsani değer ve duygulardan kopmamamı öğütleyerek kişiliğimin şekillenmesinin temellerini atan, eğitimi olmasa da görgü kurallarını kendisinden öğrendiğim merhum anneme” diye belirtmiştim.
Annemin Zorlu Yaşam Yolculuğu..
Anne evlat ilişkisi tanımlanamayacak kadar derindir. Doğumdan sonra ilk dokunan, ilk sevgiyi veren, beslenmenizi ve ayağa kalkmanızı sağlayan öğretici annedir. İnsan ayakları üzerine kalkana kadar anneye bağımlı olmakla birlikte uzun sürede kişiliği de kimliği de annenin bilgi, beceri ve iradesine bağlı olarak gelişmektedir.
İlk çocuğu olarak geldiğim dünyada, çocukluğumun şekillenmesini sağlayan kişi annemdir. İnsani ilişkilerden kopmamam için ilk öğretiyi de pratiği de annemden öğrendim. Hep bir şeyler öğretti ömrü boyunca. Yaşamında, insanı ve insan sıcaklığını tanıttı/tattırdı. Annemin yaşamında bildiklerimi, öldüğü zaman yeniden öğrendim. Karşılıksız dostluğu, paylaşımı, dolu dolu yaşamın ne olduğunu öğrendim. Yaşamını yalnızca işine, eşine ve çocuklarına adayarak doğayla iç içe bir mücadeleyle geçirdi.
Kahramanmaraş’ın kuzeyinde Güneydoğu Toros dağlarının doğu-batı uzantısında yer alan Ahır Dağı’nın doğu yakasında bulunan Karaağaç köyünde, dağlarda hayvan otlatırken, hiç görmediği ve tanımadığı dayısının askerden yeni dönen oğlu (babamla) ile tanıştırılmadan doğrudan söz kesilir. Hopan isminin anlamını Türk Dil Kurumu vs. benzeri kuruluşlarda bulamadım. Ancak ismin doğduğu dağlarda ilkbaharda kayalıkların içinde çıkan mor renkli çiçekli bir bitkiye verilen yerel bir isim oluğunu belirtirdi anneannem. Ayşe Anneannem, bölgede güzel Türkçe konuşan bilge bir kadındı.
Annem resmi olarak 1938 yılında doğduğu dağlardan yaklaşık 50 km güneyde çok sıcak ova köyüne at sırtında gelin gider. Bilmediği görmediği yeni hayata başlar. Hiç bilmediği bu yeni ortamın sıcak havasına hiç alışamamıştır. Sık sık hastalanır. Hatta babası Hasan dedem yayladan kızına yazın samana sarılı kar getirirmiş. Annem kendi köylüleri ve akrabalarının günün imkânları ölçüsünde verdiği bir kat yatak, birkaç çeyiz ve iki koyundan oluşan çeyizi ile yeni zorlu hayatına başlar. Çeyiz olarak verilen iki koyunundan 40-50 koyunluk bir sürü çoğaltır. Zamanla ineği, keçisi, tavuğu, hindisi, eşeği, köpeği olur.
Bugün köyün en yaşlı çınarı babam, 1950’li yıllarda Erzurum-Aşkale’de askerde öğrendiği okuma yazması nedeniyle köyün resmi işleri ile ilgilenirdi. Babam askerde öğrendiği 9 tabanlı matematik sağlama bilgisi ile yaklaşık 8-10 bin dekar arazisi olan Emiroğlu ağanın yanında yazları sulama işçisi (saka), kışları ise ağanın ve çiftliğin kâtipliğini yapar. Evin bütün işleri ve çocuklarının gelişimi annemin omuzlarında şekillenmiştir. Annem bir tarafta yeni yaşamını kabullenmeye çalışırken, diğer tarafta yuvasını kurmaya ve geliştirmeye çalışır. Babamın geçmişte bir günlük yaya olarak gittiği uzak diyarda çalıştığı o uzun yıllar içinde annem tek başına kilim, hurç dokur, elbiselerini elle diker, çocuklarını büyütmenin yanında hayvanlarının sayısını da çoğaltır. Hayvanlarının sütünü günlük olarak peynire, yoğurt ve yağa dönüştürerek evininin geçimini sağlamaya çalışır.
Göçebe topluluk olarak nisan ayında Elbistan Engizek yaylalarına, sonbaharda Pazarcık ovasına konargöçer yaşayan aile, kıl çadırlarda yaşamaktan yerleşik bir evde yaşamaya 1950’li yıllarda yeni yeni geçmektedirler. Babam evini yine annemin babası Hasan dedemin dağlarda kestiği uzun tomrukları köyümüze katır sırtında taşıyarak ve evin direklerini oturttuktan sonra üzerini toprak ile kapatarak yapar. Doğduğum evin üstü killi toprak ile örtüldüğü için kışları yağışlar sonrası su ile doyan toprak fazla suyu aşağı doğru sızdırırdı. Suyun akmaması için taştan yapılmış merdaneler ile topraklı damlar logolanarak toprak sıkıştırılarak gözeneklerin kapanması sağlanarak suyun evin içine geçmemesi sağlanırdı. Babam olmadığı zaman çok küçük yaştan itibaren topraklı dama çıkıp yapılan “loğ” çekme işi bana düşerdi.
Hafızamdaki annemi ilk hatırlamam sanrım böyle yağışlı bir günde evin içine çatıdan akan suları önleme çabaları ve telaşı ile ilgilidir. Diğeri Engizek yaylalarına giderken Hasan dedemin annemi ve beni katır sırtında Aksu çayının yakınlarına götürüşü hatırladığım en eski anılarımdır.
Annemi İle İlk Hatıralarım
Annem tanıdığım günden beri sürekli gece gündüz yorulmak bilmeden çalışan bir kadındı. Tek başına evini, işini çevirmesini başaran bir kadındı. Onlarca koyunu, keçiyi, birkaç ineği sağan sütünü bozmadan tereyağı, peynir ve yoğurta dönüştürdü. İyi yoğurt ve peynir mayalardı. Hayvan derilerine yaptığı çökeleği basardı. Yıllar sonra yaz tatilinde üniversiteden köye gittiğimde yine aynı telaşla yoğurt mayalarken anneme yaptığı güzel yoğurt ve peynirler nasıl oluyor da bu kadar iyi oluyor? Ne oluyor da süt peynir oluyor, yoğurt oluyor biliyor musun? diye sordum. Bilmiyorum demişti. Ancak sütün ılıklığını küçük parmağınla hisseder ve şöyle-şöyle yaparsan daha iyi olur diye yapılış yöntemi anlattı. Ben içinde bakteriler, mayalar olduğunu onlarında orada hareket eden börtü-böcek tabirini kulandım. Dizine vurdu ve nasıl olur diye irkildi. Tembelliğim veya iş telaşımdan dolayı çok istememe rağmen küçük bir preparat üzerinde yoğurttaki mikroorganizmaları gösterememiştim. Keşke mikroskobun altında o çok kullandığı mayanın ne olduğunu gösterebilseydim.
Okur-Yazar Değildi Ancak Bilgeydi
Annem okuma-yazması olmayan (ümmi) ancak zeki bir kadındı. Ufukları açıktı. İnsani değer yargılarını (Adem-i Muaşeret) kurallarını bilirdi. Nazım’ın dediği gibi; topraktan öğrenip, kitapsız bilendi. İnsani ilişkileri güçlüydü. Tam bilge bir Anadolu Kadınıydı.
Nerde oturacağını, nerde kalkılacağını, gençler ile genç olmasını, yaşlı ile yaşlı olmasını bilirdi. Kurdun-kuşun hakkını da, yemeğini de verirdi. Evin önünden gelen geçen herkese sofrası açıktı. Kapının önünden gelen geçen herkese kardeşim Süleyman’ın sürekli kaynayan çayından kahvesinden ikram ederdi. Kendimi bildim bileli evimizde misafir eksik olmazdı. Uzun süre babamın muhtarlık da yapması nedeniyle gelen geçen, yeri yurdu olmayanı evinde yatırır, yedirir içirdi. Bir güne bir gün bir itiraz ve yorulduk dediğini duymadık. Geçmişte çok tanık olduğumuz köye çerçilik yapmaya gelmiş bir kişi, bohçacı veya akşam yolu oradan geçen herhangi bir insan çoğunlukla bizim eve yönelirdi ve bizde tanrı misafiri olarak misafir edilirdi. Misafir ağırlamayı severdi. Köy yeri düğün dernek, taziye veya bir vesile ile gelen giden çok olurdu. Evde 16 kat yün yatağı vardı misafirler için. Çocukluğumuzda annemin misafirler için babası tarafından gönderilen pestil, kuru üzüm, ceviz benzeri tatlı-kuru yemiş yiyecekleri buğday çuvallarının arkasına sakladığını hatırlıyorum. Köyde annemden başka nerdeyse kuru gıda bulunmazdı. Komşulara da verirdi. Okula giderken ceplerimize kuru üzüm koyardı. Ancak misafir için sakladıklarını bilirdik. Çok sonraları bir gün dedim ki anne sen önce kendini düşün. “Sen ye, sen varsan diğer dost ve misafirler var olur onların varlığının bir anlamı olur” dedim. Ne bileyim, ele güne karşı zorda kalmayalım, babanızı ve sizi dışarıya karşı “bir şeyi yok diye gösteremem” demişti.
Geçmişte taziye evine uzaklardan taziyeye gelen konuklara ve köy düğünlerinde komşuların yarımına koşar, evlerde yemek yapardı. Yemeği yenirdi. Gönlü gözü toktu. Sofrası bol-bereketliydi. Hatta derdi ki “evde ne kadar misafir olsa da yemeğim hiç eksilmez”.
Çıkar İlişkisi Yaşamadı
Annem doğal yaşadı. Çıkara dayalı olmayan bir ilişkisi vardı. Bu dünyanın kirli çıkar ilişkilerinden uzak yaşadı. Çıkar ilişkisi olacak bir ortamı da olmadı. Yalan dolan nedir bilmezdi. Bilse de iletişimde olduğu kişiler kendisinin ailesiydi. Evi, eşi, çocukları, torunları misafirleri vs. zamanının hepsini alırdı. Zevkine keyif için bir yerlere gitmek, bir şey almak istemez veya bizlerden özel bir istekte bulunmazdı. Çocukları, torunları ve eşi alsın isterdi. Kendisine yönelik bireysel bencilliği yoktu.
Annem siyaset-politika ne bilir ne de anlardı. Kabaca bilirdi. Birilerine zarar vermek için herhangi bir zihinsel düşüncesi hiç olmadı. Bu anlamda dünyadan kırgın-dargın gitmedi. Kin-garez, düşman kavramı yoktu. Babamla hiç kavga ettiklerini görmedik. Babam bazen sinirlenirdi. Ancak hiçbir şekilde kavga etmezlerdi. Babamla ilgili şikâyetlerini genelde babamın yanında bana anlatırdı. Ancak Anadolu kadını özelliği ile eşine toz kondurmaz, adeta yaşamını kocasına adamıştı. Ben herkes kendisi olsun dediğimde, boynunu bükerek “ne bilim” derdi.
Talep eden bir insan değildi, bir şey istemezdi. Bir vesileyle bayramlarda vs. ziyarete gideceğimiz zaman arardık, bir isteğiniz var mı diye? Utanırım derdi sizden bir şey istemeye. Ne getirirseniz derdi. Ben çok kızardım “ne istiyorsan onu söyle derdim”. İsrafa karşı olduğum için ihtiyaçlarını belirtmesini isterdim. İki katlı evin her tarafında ihtiyacın çok çok üstünde malzeme olduğunu bilirdik. Öldüğünde kız kardeşlerim evde giyilmemiş, elbise, ayakkabı, gömlek, bez, kumaş, hediyelik çokça malzemeyi görünce gözlerime inanamadım. Arkada kalan onlarca bezin, eşyanın bir anlamı olmadığı daha iyi anlaşılıyordu. Kız kardeşlerim annemin dolaplarında bulunan el değmemiş giyecek ve eşyaları ihtiyaç sahiplerine dağıttılar.
Para İle Hiç İşi Olmadı
Para pul bilmezdi. Para ile çok işi olmazdı. İyi ki de olmamış. Ancak her zaman parası da vardı. Benim diğer kardeşlerimin verdiği paralardan 100 TL ile yurtdışındaki kardeşlerimin verdiği 100’lük Frank veya Euro’nun farklı olduğunu bilirdi, ancak büyüklüğünün farkını bilmezdi. Her memlekete gittiğimde kendisine temizlik veya diğer ihtiyaçları için verdiğim paraları ya torunlarına yada kardeşime verirdi. Köye gelen çerçi, bohçacı onlardan bir şey almanın dışında para kullanmazdı. Yine de babamın en güvendiği bankasıydı. Geçmişte babamın muhtarlık yaptığı dönemde köylülerin tarla veya ortak gider için toplanan paraları annem tarafından ya buğday çuvalları içinde ya yastık veya yatakların arasında korunurdu.
Muhtar Babamdı, Sorunları Çözen ise Annemdi
Babam her ne kadar muhtarlık yaptıysa da genelde annem daha çok sorunları çözerdi. Köy yeri arada bir komşular arasında sorunlar yaşanır veya taleplerin oluşması durumunda annemin birleştirici ve yapıcı rolünü hep gıpta ile izlemişimdir. Birileri annemden yapılmasını istediği bir durum oluğunda benim başıma yemin ettirirdi. “İbrahim’in başı için yemin ettiyse” mutlaka o işi yapardı. Sözü sözdü, vallahi! dedi mi tamam demekti.
Evliliğime İlişkin Önemli Uyarılarda Bulunmuştu
Çok sade ve naif bir yaşamı vardı. Ancak bilgeydi. Evlendiğimde kulağıma eğilerek, “bölgede ismin büyük, ona göre davran. El davulcuya 1 veriyorsa sen 5 ver” derdi. Yerine göre davranmamı öğütlemişti. Evlendikten sonra “arada bir kavga ederseniz, eşinle arandaki sevgi bağlarını sakın koparma, kadınlar erkeklerden soğursa bir daha o sevgiyi kazanamazsın” diye beni uyarmıştı.
Oğlumuz Erkin Can bir yaşlarındayken köye gittiğimizde o dönem yere serilen yün yataklarda yatıyorduk. Sabah erkenden geldi ve bizleri ayrı ayrı öpüyordu. Anne artık büyüdük, anneyiz babayız dedim. “Yok, halen siz benim çocuklarımsınız” demişti. Sevgisi içten ve karşılıksızdı.
Gezdiği gördüğü yerler, Kahramanmaraş, Gaziantep ve Adana ile sınırlıydı. En son kardeşim Hasan’a kız istemek için Konya-Ereğli’ye götürmüştüm. Yaşadığı yerden 300 kilometre ötesini görmedi. Kanada’da, Almanya’da ve İsviçre’de yaşayan çocuklarının ne kadar uzakta olduğunu bilirdi ancak aralarındaki mesafe ve uzaklık nedir bilmezdi.
Annem-babam artık yaşlanınca 2008 yılında Gaziantep’te kız kardeşimin yakınlarındaki evimize taşındılar. Evlerinin yakınında bulunan okula bir hafta sonu ÖSYM sınavı vesilesiyle çok sayıda araç ve ailelerin geldiğini gören annem merak eder. Kız kardeşime “neden bu kadar insan buraya toplanmış?” der. Kardeşim bugün üniversite sınavı var aileler çocuklarını sınava getirdi der. Annem başlar ağlamaya, “bizim İbrahim’i ve diğer çocukları kim götürdü sınava” diye söylenir. Evet, annem bizleri öperek kasaba ve kentlerde okula gönderirdi, ancak ne tür zorluklar yaşandığını bilmezdi. Gaziantep’te 4 kişi kaldığımız tek göz odada nasıl yaşadığımızı görünce zorluklarımızı anlamıştı.
Kendisini tanıyanların hafızasında hayata dair her zaman pozitif yaklaşımları ile bilinen, gönlü-gözü tok, ekmeğini paylaşan sade bir insandı.
Annem İle Son Buluşmamız
Annem yaklaşık 85 yıl çok sağlıklı ve mutlu yaşadı. Gençliğinin ilk yıllarında yoğun iş yükü, yokluk ve olanakların yetersizliği nedeniyle zorluklarla dolu bir yaşamı vardı. Ancak çok mutlu yaşadı. Doğanın kuralı gereği belirli bir yaştan sonra artık kalbi zayıflamıştı. Annem 04.04.2022 günü sabah 06 sıralarında yaklaşık 85 yıllık kalbinin yorgun düşmesi ile ömrünü tamamlayarak, sonsuz istirahatine çekildi. Annemi en son yoğun bakım odasında sağlık görevlilerinin izinleri sonucu görmüştüm. İyiydi, yemeğini yedirdim, suyunu içirdim. Hemşirelerin yardımı ile yatağında belini düzeltip ayaklarını öfeledim. Sonra da ayrılacağımı belirttim. Hakkını helal ettiğini belirtti. Durumu iyiye gidiyor diye işime döneceğimi ancak hafta sonu tekrar döneceğimi belirtmiştim.
Anneme refakat eden kız kardeşimin sabah haber etmesi ile annemin kalbinin durduğunu öğrendim. Resmi kayıtlara göre 13.05.1938 doğumlu. 85 yaş sonrasını hep yaşadığı eski günler olarak bizimle birlikte deyip bir gün önce bir gün sonra yaşamasının çok bir şey değişmeyeceğini bilerek ve hayatın gerçeğiyle yüzleşeceğimizi düşünerek ölümünü kabullendim. Aileme de benzer telkinde bulunarak bize düşeni yapmamız gerekeni belirttim.
Evet, madem herkes ölümlü, sonsuza kadar yaşam olmayacağına göre o zaman amaç iyi yaşamak, örnek olmak ve geride kalanlara sonsuza kadar değeri olan bir şeyler bırakmaktır. Asıl amacı iyi bir insan olmak olan annemin ölümü de çok öğretici oldu. Ölüm sonrası acıyı paylaşmanın, hal-hatır sormanın ne denli önemli olduğunu bildiğim halde yeniden hatırlattı.
Ölümü de Öğretici Oldu
En büyük duası, “Allah’ım beni çocuklarımın başına bela etme” idi. Öylede oldu ve daha fazla acı ve eziyet çekmeden edebi uykusuna yattı. Ancak ele ayağa düşmedi diye teselli oluyoruz. İlk defa en yakınımdaki canından can aldığım birini (annemi) kaybettiğim için ölüm olgusunu ve ölüm üzerine söylenen sözleri derinden hissetim. Annem ölmeden önce hepimize hakkını helal etti. Babam ve kardeşlerim olarak bizlerinde hakkı helaldir.
Yalansız, dolansız, çıkarsız bir yaşamla pak-pür beyaz kefene sarılı bedeni kendi ellerimle sonsuza kadar istirahat edeceği kabrine indirdim. Üzerine bir avuç toprak sererek toprağın bol olsun diye duamı ettim. Toprağında huzurlu yatsın diye de üzerini örtük. Çocukları olarak kendisinin arzu ettiği gibi olması gereken hizmetini gördük. Ruhu şad olsun. Rahat uyusun toprağında.
Doğadan ve yaşamın içinden öğrendiğin görgü ve yaşam kurallarını bilgin dahilinde bize aktararak, çok değerli yol göstericiliğin ve öğütlerinle kişiliğimizin şekillenmesinin temellerini atarak eğitimli bir birey olmamızda emeğin unutulamaz anneciğim. Öğrettiklerin ve uyarılarına layık olmaya ve topluma yararlı evlat ve öğrenciler yetiştirmek için üzerimize düşeni içtenlikle yapmaya çalışıyoruz. Çocuklarına kazandırdıkların ve emeklerin için çok teşekkür ederiz. Işıklar içinde uyuyasın. Kabrinde rahat uyu.
Prof.Dr. İbrahim Ortaş
Yorumlar kapalı.