Türkiye’nin Yurtdışı Diplomasisi, Devlet Güvenliği ve Sınır-Ötesi Baskı Tartışmaları: Lahey Örneği Üzerinden Kurumsal ve Hukuki Bir Analiz
Sefa Yürükel
Son yıllarda devletlerin dış politika araçlarının dönüşümü, diplomatik misyonların işlevlerine ilişkin uluslararası tartışmaları önemli ölçüde derinleştirmiştir. Özellikle Avrupa ülkelerinde yayımlanan çeşitli raporlar, bazı devletlerin yurtdışındaki temsilcilikleri üzerinden iç siyasal muhalefeti hedef alan faaliyetler yürüttüğüne dair iddiaların arttığını göstermektedir. Bu bağlamda Türkiye’ye ilişkin değerlendirmeler, hem uluslararası ilişkiler disiplininde hem de kamu hukuku literatüründe yoğun biçimde tartışılmaktadır. Lahey’deki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği içinde sırf iktidara karşı olan muhaliflere yönelik olarak kurulan gizli bir istihbarat birimi bulunduğuna yönelik rapor edilen bilgiler, bu tartışmaların yeni bir örneğini oluşturmakta ve diplomatik işlevlerin nasıl dönüştüğüne ilişkin önemli sorular gündeme getirmektedir.
Akademik kaynaklar, diplomasi ile güvenlik kurumlarının kesiştiği bu tür vakaların, devletlerin iç politikalarının dış politikasına yansıması olarak değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, Türkiye’nin özellikle 2016 sonrasındaki siyasal dönüşümünün, istihbarat faaliyetlerinin kapsamını genişlettiği ve bu faaliyetlerin diplomatik alanla daha yoğun temas hâline geldiği yönünde yorumlar yapılmıştır. Lahey’deki yapılanmaya ilişkin iddialar, yalnızca bir büyükelçilik pratiğinin ötesinde, devlet kurumlarının yeniden konumlanması bağlamında da ele alınmalıdır. Özellikle mevcut iktidar döneminde güvenlik konseptinin genişlemesi, devlet içerisindeki güç dengelerinin değişmesi ve yürütme erkinin merkezileşmesi, bu vakayı daha geniş bir siyasal-kurumsal bağlam içinde anlamayı gerekli kılmaktadır.
Transnational repression literatürü, otoriter ya da hibrit rejimlerin yurtdışında yaşayan muhalifleri yakından izlemesini, baskı altına almasını veya hukuki araçları siyasallaştırarak kullanmasını, küresel ölçekte büyüyen bir sorun alanı olarak tanımlar. Türkiye hakkında yayımlanan çok sayıda uluslararası raporda, diasporaların bu tür faaliyetlere konu olduğu iddia edilmekte ve Lahey örneği bu raporların bağlamında değerlendirilmiştir. Bu nedenle iddialar yalnızca Türkiye’ye özgü bir olgu olarak değil, küresel düzeyde yükselen güvenlik merkezli devlet pratiklerinin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Diplomatik misyonların hem toplumsal hem de hukuki açıdan iki temel işlevi, temsil ve koruma, aşılırsa, uluslararası normlarla uyumsuzluk doğar. Bu nedenle konu yalnızca siyasal değil, aynı zamanda hukuksal bir sorun alanıdır.
Uluslararası hukuk açısından bakıldığında, diplomatik temsilciliklerin istihbarat faaliyetleri yürüttüğüne dair iddialar, Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesi açısından açık bir tartışma alanı yaratmaktadır. Bu sözleşme, diplomatik personelin ev sahibi ülkenin iç işlerine müdahale etmesini ve gizli operasyonlar yürütmesini yasaklar. Bu nedenle Lahey’deki iddialar hem Hollanda hukukuna hem de uluslararası diplomatik normlara ilişkindir. Aynı zamanda bu tür faaliyetlerin, Avrupa devletleri tarafından “egemenliğe müdahale” olarak değerlendirilebileceğine dair tartışmalar da artmıştır. Lahey örneğinin gündeme gelmesi, Avrupa’daki birçok devletin Türkiye’nin diplomatik misyonlarını daha yakından inceleme gereği duyduğu bir atmosfer yaratmıştır.
Özetle, iddiaların Türkiye açısından bir diğer önemli boyutu, devlet ile vatandaş arasındaki ilişkiye yönelttiği sorulardır. Anayasanın eşitlik, özgürlük ve devletin tüm vatandaşlara tarafsız yaklaşması ilkeleri, demokratik devlet anlayışının merkezinde yer alır. Yurtdışında yaşayan muhaliflerin izlenmesi veya fişlenmesi iddiaları, bu ilkelerle gerilim yaratmaktadır. Ayrıca, genişletilmiş “devlet sırrı” uygulamalarının MİT gibi kurumların siyasi iktidar ile ilişkisini güçlendirdiği yönündeki akademik tartışmalar, Lahey örneğinin değerlendirilmesinde merkezi bir yere sahiptir.

DEVLET KURUMLARI, ANAYASAL ÇERÇEVE VE MİT’İN KONUMU
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, istihbarat faaliyetlerini devletin bütünlüğü, ulusal güvenlik ve milletin ortak çıkarları çerçevesinde tanımlar. Bu bağlamda Millî İstihbarat Teşkilatı’nın görevi, herhangi bir siyasal partinin değil, devletin tamamının güvenliğine hizmet etmektir. Ancak siyaset bilimi literatürü, devlet kurumlarının yürütme erkiyle ilişkilerinin güçlenmesinin, partizanlaşma riskini beraberinde getirdiğini belirtmektedir. Özellikle 2016 sonrası çıkarılan kanun hükmünde düzenlemelerle MİT’in görev alanının genişlemesi, kurumun yürütme birimleriyle daha yakın çalışması ve operasyonel kapasitesinin artırılması, akademik değerlendirmelerde kurumsal denge ve tarafsızlık açısından yeni tartışmalar doğurmuştur.
Türkiye’de güvenlik kurumlarının siyasal süreçlerle entegrasyonunun artması, devletin güvenlik anlayışının da dönüşmesine yol açmıştır. Güvenlik kavramının genişlemesi, yalnızca dış tehditleri değil, iç siyasi muhalefeti de kapsayan bir yorumun gelişmesine neden olmuştur. Bu çerçevede muhalif veya eleştirel gruplara ilişkin istihbarat faaliyetleri, gerek anayasal gerek uluslararası hukuki normlar açısından çeşitli tartışmaları beraberinde getirir. Lahey’deki istihbarat hücresine ilişkin iddialar da devletin güvenlik yorumunun muhalif tanımlarıyla iç içe geçtiğine dair geniş çaplı akademik eleştirilerle ilişkilendirilmiştir. Bu eleştirilerde temel vurgu, devlet güvenliği ile siyasi iktidar güvenliği arasındaki sınırın bulanıklaşmasıdır.
Anayasal hukuk perspektifinden bakıldığında devletin yurtdışı faaliyetleri de anayasa ile bağlıdır. Türkiye’nin yurtdışında yaşayan vatandaşlarına karşı eşitlikçi ve tarafsız bir yaklaşım benimsemesi, hem anayasanın hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin gereğidir. Bu nedenle siyasal muhalefet kapsamında görülen kişilerin yurtdışında sistematik biçimde izlenmesine ilişkin iddialar, devletin vatandaşlarına karşı sorumluluklarını yerine getirip getirmediği yönünde tartışmaları güçlendirmektedir. Lahey’deki rapor edilen izleme faaliyetleri, bu hukuki tartışmaların özellikle görünür hale geldiği vakalardan biri olmuştur.
Ayrıca devlet kurumlarının yetkilerinin belirsiz veya aşırı geniş tanımlandığı dönemlerde, yürütme erkinin kurumlar üzerindeki etkisi artabilir. Türkiye’de MİT’in yetkilerinin 2014 ve 2017 sonrası dönemde genişlemesi, kurumu hem operasyonel açıdan güçlendirmiş hem de siyasi karar alma süreçleriyle daha iç içe geçmiştir. Bu durum akademik literatürde, istihbarat kurumlarının siyasi iktidarın çıkarları doğrultusunda yönlendirilme riskine dair tartışmaları tetiklemiştir. Lahey iddiaları, bu dönüşümün somut bir yansıması olarak değerlendirilmiştir.
Dolayısıyla, Türkiye’nin istihbarat yapısının anayasal çerçevede nasıl konumlandığı, devlet ile hükümet arasındaki ayrımın pratikte nasıl işletildiği, devlet sırrı uygulamalarının kurumsal hesap verebilirliği nasıl etkilediği ve MİT’in siyasi-kurumsal konumunun nasıl dönüştüğü soruları, Lahey örneği etrafında yeniden gündeme gelmiştir. Bu bağlamda, Lahey’deki iddia edilen yapılanma yalnızca bir operasyonel faaliyet değil, devlet kurumlarının anayasal işleyişine dair yapısal bir tartışmanın parçasıdır.
ULUSLARARASI HUKUK, DİPLOMATİK STATÜ VE VİYANA SÖZLEŞMESİ BAĞLAMINDA İDDİALAR
Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesi, diplomatik temsilciliklerin görev ve yetkilerini ayrıntılı biçimde düzenleyen temel uluslararası hukuk metnidir. Sözleşmenin 41. maddesi, diplomatik personelin ev sahibi ülkenin hukuk düzenine saygı göstermekle yükümlü olduğunu ve iç işlere müdahaleden kaçınması gerektiğini açıkça belirtir. Lahey’deki Türkiye Büyükelçiliği’ne dair rapor edilen gizli istihbarat faaliyetleri bu açıdan tartışmalıdır. Uluslararası hukuk literatürü, diplomatik statü altında istihbarat faaliyetlerinin “gri alan” niteliği taşıdığını kabul eder; ancak operasyonel ve siyasi amaçlı izleme faaliyetleri, çoğu devlet tarafından hukuken kabul edilmez. Bu nedenle söz konusu iddialar, Avrupa devletlerinin diplomatik usuller açısından ciddi kaygılar ifade etmesine yol açmıştır.
Hollanda başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi, “diasporalar “ üzerindeki yabancı devlet etkisini sınırlandırmak amacıyla hukuki ve idari önlemler geliştirmektedir. Bu önlemler, yalnızca Türkiye’ye değil, Latin Amerika, Afrika, Asya ülkelerine ama özellikle Çin, İran, Rusya ve bazı Orta Doğu ülkelerine yönelik de uygulanmaktadır. Bu bakımdan Lahey örneği, Türkiye’nin uluslararası alanda benzer eleştirilerle karşı karşıya kaldığı bir dönemin yansımasıdır. Avrupa Birliği kurumları ve çeşitli istihbarat raporları, yabancı devletlerin diasporalar aracılığıyla politika yapım süreçlerine müdahale etme girişimlerinin arttığını belirtmiştir. Türkiye’ye yönelik iddialar bu bağlamda geniş bir kategorinin parçasıdır.
Diplomatik misyonların yurtdışında yaşayan vatandaşlara yönelik faaliyetleri uluslararası hukukta belirli sınırlar içinde mümkündür. Ancak bu faaliyetler, konsolosluk koruması, vatandaşlık işlemleri ve kültürel-diplomatik temsil gibi alanlarla sınırlıdır. Muhalif olarak tanımlanan kişilere yönelik sistematik gözetleme veya fişleme iddiaları, hem ev sahibi ülkenin ceza hukukunu hem de diplomatik hukuku ihlal edebilecek niteliktedir. Dolayısıyla Lahey’de rapor edilen faaliyetlerin hukuki niteliği, hem Hollanda makamları hem de uluslararası hukuk uzmanları tarafından tartışılmaktadır. Diplomatik statünün kullanılarak siyasi amaçlı istihbarat yürütülmesi iddiaları özellikle hassas bir alandır.
Bazı Avrupa devletlerinin önceki yıllarda Türk diplomatik personelini istenmeyen kişi (persona non grata) ilan etmiş olması, bu tür tartışmaların geçmişte de ortaya çıktığını göstermektedir. Bu durum, Lahey örneğinin istisnai değil, daha geniş bir eğilimin parçası olarak okunabileceğine işaret eder. Bu eğilim, Türk dış politikasının güvenlik ve istihbarat perspektifiyle daha yoğun biçimde bütünleştiği yönündeki akademik yorumları güçlendirmektedir. Diplomatik misyonların klasik işlevlerinin dışına çıkarak siyasi ve istihbarî operasyon merkezlerine dönüşmesi ise uluslararası hukuk açısından ciddi bir kırılma yaratma potansiyeli taşır.
Bu bağlamda, Lahey’deki iddialar uluslararası hukukun merkezî normları açısından değerlendirilmesi gereken bir meseledir. Bu iddiaların yargısal ve diplomatik boyutları, yalnızca Türkiye-Hollanda ilişkilerini değil, Türkiye’nin Avrupa genelindeki diplomatik konumlanmasını da etkileyebilir. Uluslararası hukuk perspektifi, bu tür faaliyetlerin hem egemenlik prensipleri hem de mesleki diplomasi anlayışı açısından sorgulanmasına neden olur. Bu nedenle Lahey vakası, uluslararası hukuk ile güvenlik kurumlarının ulusötesi etkinlikleri arasındaki gerilimin güncel bir örneğidir.
“DEVLET SIRRI” UYGULAMALARI, KURUMSAL ŞEFFAFLIK VE MİT’İN PARTİZANSALLAŞMASI TARTIŞMALARI
Modern devletlerde istihbarat hizmetleri belirli ölçüde gizlilik gerektirir; ancak aşırı derecede genişletilmiş gizlilik uygulamaları, demokratik denetim mekanizmalarını zayıflatarak kurumsal işleyişi siyasi otoriteye bağımlı hâle getirebilir. Türkiye’de 2010’lu yılların ortasından itibaren çıkarılan düzenlemelerle “devlet sırrı” kavramının kapsamının genişlediği yönünde akademik tartışmalar güç kazanmıştır. Bu çerçevede MİT’in hem operasyonel yetkilerinin genişlemesi hem de faaliyetlerine dair yargısal denetimin daralması, kurumun siyasi iktidara yakınlaştığı yönündeki eleştirileri artırmıştır. Lahey örneği de bu dönüşümün yansıması olarak değerlendirilen vakalardan biridir.
Meclis’in istihbarat denetim yetkisinin sınırlı olması ve MİT’e ilişkin bilgi paylaşımının çoğunlukla “devlet sırrı” gerekçesiyle kısıtlanması, siyaset bilimi literatüründe yürütmenin güç konsolidasyonu süreciyle ilişkilendirilir. Demokratik denetimin zayıflaması, istihbarat birimlerinin hükümetin politik önceliklerine daha duyarlı hâle gelmesine yol açabilir. Bu eleştiriler ışığında, Lahey’de rapor edilen operasyonların yürütülmesinde kullanılan mekanizmaların kurumsal denetimden büyük ölçüde bağımsız olduğu ileri sürülmektedir. Bu durum, devlet adına yürütülmesi gereken istihbarat faaliyetlerinin, siyasi rekabetin bir parçası hâline geldiği yönünde değerlendirmelere neden olmuştur.
Genişletilmiş gizlilik uygulamalarının kurum içi kültürü de etkilediği bilinir. Bu tür dönemlerde istihbarat birimleri, daha fazla “savunmacı bürokrasi” davranışı sergiler ve şeffaflık ile hesap verebilirliğin düşmesi, kurumların siyasi yönelimlere göre hareket ettiği izlenimini güçlendirir. Türkiye’de MİT’in hem iç güvenlik hem de dış operasyon alanlarının genişlemesi, kurumun devletin geleneksel tarafsızlığı yerine mevcut iktidarın siyasi önceliklerine yakınlaştığı yönünde tartışmalara yol açmıştır. Bu eğilim, akademik literatürde partizansallaşma riski olarak değerlendirilir.
Lahey örneği bağlamında iddia edilen yapılanmanın siyasi kategorilere göre hedef belirlediği yönündeki değerlendirmeler, bu riskin somut bir yansıması olarak görülmektedir. Muhalif olarak tanımlanan kişi ve gruplara odaklanan istihbarat toplama faaliyetleri rapor edildiğinde, devlet kurumlarının vatandaşlarla ilişkisi “güvenlikleşmiş” bir yapıya dönüşebilir. Bu dönüşüm, anayasanın eşitlik ve özgürlük ilkeleriyle çelişen toplumsal algılar yaratır. Devlet sırrının geniş kullanımı bu algının sorgulanmasını zorlaştırır ve kurumlar arasındaki güç ilişkilerini yürütme lehine yoğunlaştırır.
Bu tartışmaların özellikle mevcut iktidar döneminde yoğunlaşmasının nedeni, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde yürütmenin yetkilerinin artması ve güvenlik politikalarının dış politika, diaspora yönetimi ve iç siyasal rekabet alanlarıyla bütünleşmesidir. Bu nedenle MİT’in siyasal çatışma alanlarına dahil olduğu yönündeki akademik yorumlar artmıştır. Lahey örneği bu yorumları güçlendiren vakalardan biri olarak değerlendirilir. Bu iddiaların doğruluğundan bağımsız olarak, akademik literatür açısından önemli olan, bu yapılanmanın kurumsal özerklik ve demokratik denetim açısından taşıdığı yapısal risklerdir.
SINIR-ÖTESİ BASKI (TRANSNATIONAL REPRESSION) ÇERÇEVESİNDE ANKARA’NIN YURTDIŞI FAALİYETLERİ
Transnational repression kavramı, devletlerin muhalif gruplara yönelik baskı, takip, tehdit veya zorla geri getirme girişimlerini sınırlarının ötesine taşıması olgusunu ifade eder. Bu kavram özellikle son on yılda literatürde geniş yer bulmuştur. Freedom House, Brookings, Carnegie, Oxford ve SOAS gibi araştırma kurumları, çok sayıda devletin diaspora topluluklarını izleme, manipüle etme veya baskı altına alma girişimlerini kapsamlı biçimde incelemiştir. Türkiye hakkında yayımlanan raporlar da benzer bir çerçevede ele alınmakta ve 2016 sonrası dönemde yurtdışı operasyonların arttığı iddia edilmektedir.
Türkiye’nin yurt dışındaki iktidara muhalif insan ve grup mensuplarını , Atatürkçü, sol ve milliyetçi görüşlü aktivistleri ve muhalif gazetecileri hedef aldığı iddiaları, uluslararası alanda tartışmalı bir konu olmuştur. Bu iddialara göre Ankara, diplomatik misyonlarını yalnızca temsil kurumları değil, aynı zamanda bilgi toplama ağlarının parçası olarak kullanmıştır. Lahey örneği, bu genel örüntünün Hollanda ayağını oluşturduğu iddiasıyla gündeme gelmiştir. Bu tür faaliyetlerin, Avrupa devletlerinin iç politikalarını etkileme, “diaspora” toplulukları arasında ayrışma yaratma ve ev sahibi ülkelerin hukuk düzenleriyle çatışma riski taşıdığı belirtilmektedir.
Bu bağlamda Türkiye’nin yurtdışı politikalarının klasik diplomasi anlayışından uzaklaşarak güvenlik merkezli bir çizgiye kaydığı yönünde yorumlar yapılmaktadır. Bu yorumlarda, Dışişleri Bakanlığı’nın istihbarat faaliyetleriyle daha yoğun biçimde bütünleştiği, istihbarat elemanlarının diplomatik örtüyle görevlendirildiği ve büyükelçiliklerin operasyonel işlev üstlendiği iddia edilmektedir. Lahey’deki istihbarat hücresi iddiası bu çerçevede değerlendirilmiştir. Bu tür bir dönüşüm, devlet kurumları arasındaki işlevsel sınırların bulanıklaşmasına ve diplomasi-istihbarat ikiliğinin birbirine yaklaşmasına neden olabilir.
Sınır-ötesi baskı mekanizmaları yalnızca istihbarat toplama faaliyetleriyle sınırlı değildir; uluslararası hukuk araçlarının siyasi amaçlarla kullanılması da bu çerçevede ele alınır. Türkiye’nin Interpol Kırmızı Bülten mekanizmasını sık kullanması veya iadeler talep etmesi, uluslararası kurumlar tarafından zaman zaman eleştirilmiştir. Bu süreçlerin siyasi muhalefeti baskı altına almak için kullanıldığı yönündeki değerlendirmeler çeşitli raporlarda yer almaktadır. Lahey’deki iddialar, bu genel eğilim bağlamında örnek teşkil ettiği için akademik ilginin odağına yerleşmiştir.
Bu durumda, “diaspora “ topluluklarının siyasallaştırılması ve Türkiye’de ki iktidarın bu topluluklar üzerinde nüfuz kurma girişimleri, Avrupa devletlerinin sosyal uyum politikalarını da etkilemektedir. Hollanda, Almanya, Avusturya ve Belçika gibi ülkelerde Türk kamu kurumlarıyla bağlantılı çeşitli yapıların “diaspora” içi mobilizasyon amacıyla kullanıldığı iddia edilmiştir. Lahey örneği, bu politikaların kurumsal zeminini daha görünür kılmaktadır. Bu durum, hem güvenlik politikaları hem de toplumsal uyum açısından Avrupa devletlerini daha sert karşı tedbirler almaya yöneltebilir.
SONUÇ
Lahey’deki Türkiye Büyükelçiliği’nde gizli bir istihbarat biriminin bulunduğuna dair iddialar, Türkiye’nin dış politika, güvenlik kurumsallaşması ve devlet içi güç ilişkileri açısından önemli tartışmalar doğurmuştur. Bu vakayı yalnızca operasyonel bir örnek olarak değil, devlet kurumları ile siyasal iktidar arasındaki ilişkinin dönüşümü bağlamında da değerlendirmek gerekir. Anayasal çerçeveye göre MİT’in görev alanı devlet bütünlüğünü korumaktır; ancak genişletilmiş devlet sırrı uygulamaları ve sınırlı demokratik denetim, kurumun siyasi rekabete daha yakın bir pozisyona itildiği yönündeki akademik değerlendirmeleri güçlendirmiştir.
Uluslararası hukuk açısından Lahey örneği, Viyana Sözleşmesi’nin diplomatik statüye ilişkin hükümlerinin ciddi biçimde tartışılmasına neden olmaktadır. Avrupa devletlerinin yabancı ülkelerin diaspora üzerinde nüfuz kurma girişimlerine giderek daha sert tepkiler vermesi, Türkiye-Hollanda ilişkileri de dahil olmak üzere, diplomatik ilişkilerde yeni gerilim alanları yaratabilir. Bu nedenle iddia edilen faaliyetler yalnızca Türkiye’nin kurum içi işleyişini değil, dış politikasının Avrupa’daki güvenilirlik algısını da etkileme potansiyeline sahiptir.
Sınır-ötesi baskı literatürü açısından bakıldığında Lahey örneği, modern devletlerin iç politik mücadelelerini uluslararası düzleme taşıma eğiliminin güncel bir vakasıdır. Diaspora topluluklarının siyasi kategorilere göre izlenmesi veya hedef alınması iddiaları, demokratik devlet normlarıyla çelişen bir örüntünün parçası olarak görülmektedir. Bu örüntü, devlet-siyaset-toplum ilişkilerindeki dönüşümün hem yerel hem küresel düzeyde yeniden değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.
Devlet sırrı uygulamalarının genişlemesi, istihbarat kurumlarının siyasi iktidar ile ilişkisini güçlendirmekte ve kurumsal özerklik açısından yeni sorun alanları ortaya çıkarmaktadır. Lahey iddiaları, bu kurumsal dönüşümün dış politikaya yansımalarını görünür kılmıştır. Bu nedenle iddialar yalnızca bir operasyonun ötesinde, Türkiye’de yürütmenin güç konsolidasyonu, güvenlik kurumlarının siyasallaşması ve diplomatik işlevlerin yeniden tanımlanması bağlamında değerlendirilmelidir.
Sonuç olarak, Lahey örneği Türkiye’nin modern devlet yapısının karşı karşıya olduğu üç temel sorunu gündeme getirmektedir:
(1) devlet kurumlarının anayasal konumu ve tarafsızlığının korunması,
(2) uluslararası hukuk normları ile güvenlik politikalarının uyumu,
ve (3) yurtdışında yaşayan vatandaşlarla devlet arasındaki ilişkinin demokratik standartlara uygun biçimde yürütülmesi.
Bu üç sorunun her biri, hem Türkiye’nin iç hukuk düzenini hem de uluslararası konumlanışını doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla Lahey örneğine ilişkin tartışmalar, modern devletin güvenlik-demokrasi dengesinin nasıl korunacağına dair daha geniş ve uzun vadeli bir akademik sorgulamanın parçasıdır.
Not: bu tip partizanlık ve buna benzer muhaliflere yönelik çeşitli ülke istihbaratlarının yaptığı faaliyetler yasa dışıdır ve açık bir hukuksuzluktur.
KAYNAKÇA
Agamben, G. (2005). State of Exception. University of Chicago Press.
Acar, M. (2022). Türkiye’de Güvenlik Sektörünün Dönüşümü. İletişim Yayınları.
Adamson, F. B. (2020). “Global Authoritarianism and Diaspora Politics.” International Affairs, 96(2), 435–453.
Akgün, B. (2017). “Diplomatik Dokunulmazlık ve Suçlar.” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 66(4), 983–1014.
Altes, C. van (2019). Diplomatic Law and Intelligence Activities. Brill.
Amnesty International. (2020). Turkey: Human Rights in Decline.
AIVD – Netherlands General Intelligence and Security Service. (2021). Annual Threat Assessment.
Aytaç, S., & Stokes, S. (2019). “Why Do Autocrats Seek Popularity?” American Political Science Review, 113(3), 645–661.
Barkey, H. J., & Fuller, G. (1998). Turkey’s Kurdish Question. Rowman & Littlefield.
Bilgi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi. (2021). Türkiye-AB İlişkileri ve Diplomatik Gerilimler Analizi.
Bozdağlıoğlu, Y. (2020). “Security Culture and the State in Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 22(5), 647–664.
Carnegie Endowment for International Peace. (2021). Transnational Repression and Diaspora Politics.
Çalı, B. (2019). “Türkiye’de İnsan Hakları ve Uluslararası Yükümlülükler.” Uluslararası Hukuk ve Politika, 15(60), 25–46.
Çınar, A., & Lord, C. (2021). “Executive Aggrandizement in Turkey.” Mediterranean Politics, 26(4), 497–518.
Dagi, İ. (2018). “Authoritarian Populism and Foreign Policy in Turkey.” International Journal, 73(4), 573–589.
Demir, F., & Lundgren, M. (2020). “Intelligence and Diplomacy: Blurred Boundaries in Contemporary Statecraft.” Intelligence and National Security, 35(8), 985–1002.
Duran, B. (2019). Security Politics in Turkey after 2016. SETA Publications.
Eralp, D. (2020). “Turkish Foreign Policy and the Transformation of State Institutions.” Third World Quarterly, 41(9), 1594–1613.
European Commission. (2022). Turkey 2022 Report.
European Parliament Research Service (EPRS). (2021). Foreign Authoritarian Interference in the EU.
Freedom House. (2022). Transnational Repression: A Visual Database.
Freedom House. (2023). Defending Democracy in Exile: Authoritarian Reach Across Borders.
Ginsburg, T., & Huq, A. (2018). How to Save a Constitutional Democracy. University of Chicago Press.
Glasius, M. (2018). “Extraterritorial Authoritarian Practices.” Globalizations, 15(2), 179–197.
Heper, M. (2020). Devlet Geleneği ve Modern Türkiye. Doğan Kitap.
Human Rights Watch. (2021). Persecuting Dissidents Abroad: Global Trends in Transnational Repression.
International Law Commission (ILC). (2006). Draft Articles on Diplomatic Protection.
Kress, C. (2019). “Extraterritorial State Actions and International Law.” German Yearbook of International Law, 62(1), 211–244.
Kuru, A. T. (2020). “Authoritarianism in Turkey: Structure, Agency, and Security Politics.” Comparative Politics, 52(4), 623–642.
Levitsky, S., & Ziblatt, D. (2018). How Democracies Die. Crown.
Nye, J. (2022). Do Morals Matter? Presidents and Foreign Policy. Oxford University Press.
Okyay, A. S. (2019). “Diaspora Governance and Turkey’s Political Engagement Abroad.” Mediterranean Politics, 24(4), 482–501.
Özbudun, E. (2015). Demokratikleşme ve Türkiye. Bilgi Üniversitesi Yayınları.
SETA. (2018). 15 Temmuz Sonrası Devlet Güvenliği ve MİT’in Yeniden Yapılanması.
Shih, G., & Cooley, A. (2021). “Dictators Without Borders: Transnational Repression Revisited.” Journal of Democracy, 32(1), 69–83.
Sikkink, K. (2011). The Justice Cascade. Norton.
TEPAV. (2022). Türkiye’de Güvenlik Politikaları ve Kurumsal Dönüşüm Raporu.
U.S. Department of State. (2022). Country Reports on Human Rights Practices: Turkey.
United Nations. (1961). Vienna Convention on Diplomatic Relations.
Williams, M. C. (2003). Security Studies: An Introduction. Routledge.
Yesilada, B. (2020). “Turkey’s Increasing Use of Intelligence Abroad.” Middle East Policy, 27(3), 112–128.
https://nordicmonitor.com/2025/11/a-secret-turkish-embassy-unit-in-the-hague-orchestrates-intelligence-operations-across-europe/
