Yusuf Cinal
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Birilerine, “küpelik” olsun!

Birilerine, “küpelik” olsun!

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Sevgili okurlar,
Bu ara,” mesleğimiz; gazetecilik” ile ilgili detaya girmeden, bir şeyler karalamaya, anlatmaya, insanımızı kırmamaya, meslektaşlarımızı üzmemeye gayret ettim..
Hafta sonu, Hollanda’da meslektaşlarım ile birlikteydim..
Uzakta olsak ta, birbirimizi tanıyor, selamı, sabahı kesmemiştik..
Tekrar, sevgi ve saygı ile kucaklaştık..
Birlikte çalıştığımız, mesleğin duayenlerinden Mersinli olup Hollanda’da yaşayan sevgili İlhan Karaçay ile birlikte olmak ne güzel..
Büyükelçi Fatma Ceren Yazgan ve diğer konuklar ile birlikte oturuyordu..
Onu kucaklamak için fırsat kolluyordum..
Dalgınlığım içinde, yerinden kalkıp geldi ve omuzuma dokundu..
Görünce, utandım ve kucaklaştık..
Hal, hatır sorduk..
Bu mesleğin duayeni, koca çınarı buydu işte!..
Onun, son yazısını sizlerle paylaşıyorum..
Selamlar, saygılar, birilerine de “küpelik” olsun!
“Gazetecilik”, kimi zaman toplumun hafızası, kimi zaman vicdanı olur.
Biz gazeteciler, “bir insanın başarısını gördüğümüzde, onu toplumla paylaşmaktan mutluluk” duyarız. Hele ki o kişi, “azminin ve emeğinin sonucunda bir yerlere gelmişse, onun hikâyesini yazmak, bizim için bir görev değil, bir gurur” meselesidir.
Ne var ki, “bu mesleğin en acı tarafı da”, tam burada başlar.
“Gazetecilik”, çoğu zaman, dışarıdan göründüğü kadar kolay bir meslek değildir.
Bir gazeteci, “yıllarını habere, insana ve güvene” adar.
Birini tanıtmak için zamanını, bilgisini ve emeğini ortaya koyar. O kişinin hikâyesiyle ilgilenir, araştırır, anlatır. “Kimi zaman bir kelimeyi defalarca değiştirir, kimi zaman bir fotoğraf için kilometrelerce yol” yapar. Ama sonunda ortaya çıkan şey, “sadece bir haber değil”, bir insana verilen değerdir.
Ben, bugüne kadar yüzlerce kişiyi tanıttım. Akademisyenleri, sanatçıları, siyasetçileri, sporcuları, iş insanlarını…
Bazıları, “daha yolun başındayken”, yanlarında oldum, “başarılarını” ilk ben yazdım. Kimini, “o ilk haberle kamuoyuna tanıttım, kimini yıllarca takip” ettim. Kimi zaman “bu adam veya bu kadın ileride çok konuşulacak” dedim ve öyle de oldu.
Ama, ne yazık ki, o “çok konuşulanlar” arasında, sonradan bizi unutanlar da oldu!.
Evet, “gazeteciliğin en büyük talihsizliği” budur: “Birini alkışlarla uğurlarsınız, o kişi sahneye çıktığında”, arkasına bile bakmaz. “Önceleri çok saygılı davrananlar, sonradan sanki sizi hiç tanımamış gibi” davranırlar. Küçük bir işletmeden büyük bir markaya dönüşenler, “o yola çıkarken, yanlarında kimlerin olduğunu” unuturlar.
Kimi sanatçılar, ilk konserini duyuran haberi ben yazmışım, ama sonrasında selamı kesmişler. Bir siyasetçi vardır, seçim öncesi her gün arar, röportaj ister, destek bekler. Seçimi kazandıktan sonra ortadan kaybolur.
Bir akademisyen, bir ödül töreninde adını duyurduğumda bana teşekkür etmişti; yıllar sonra kürsüde “basın bazen gereksiz büyütüyor” diyebildi.
Yani, gazetecinin kaderidir bu!.
Yazarsın, anlatırsın, tanıtırsın; ama sonunda “görevini yaptı” denir.
Oysa gazeteci, “birine borçlu olduğu için değil, hak edenin görülmesi için” yazar.
Ben de öyle yaptım!
Bir iş insanı vardı. Henüz kimse tanımazken, onun girişimciliğini fark ettim. O dönem attığım bir manşet, bir anda onu kamuoyuna taşıdı. Sonra o kişi, iş dünyasında yükseldi, sivil toplum kuruluşlarında önemli görevler üstlendi, ülke çapında bilinen bir isim oldu.
Ben ise, “yıllarca onu yazmaya, başarılarını duyurmaya” devam ettim. Ama gün geldi, aramızda bir soğukluk oluştu.
Sebebi basit: İlgisizlik!.
Bir selam eksikliği, bir vefa eksikliği!…
Bir gazeteci olarak ben, kimseye mecbur değilim!.
Ama yaptığım haberin, “karşı tarafta bir saygı, bir takdir uyandırmasını” beklerim.
O da, “insanlık” gereğidir.
Çünkü ben, “kimsenin reklamcısı” değilim!.
“Benim kalemim, parayla değil, inançla hareket” eder.
Ben, birini tanıtmak için saatlerimi, günlerimi harcarım. Bir cümleye anlam yüklemek için, defalarca düşünürüm. Yazdıklarım binlerce kişiye ulaşır, o kişinin tanınırlığını artırır. Ama bazen o kişi, “beni yazmayı bıraktın” diye sitem eder.
Oysa ben, “yazmamayı bir cezalandırma yöntemi olarak değil, bir kırgınlık göstergesi” olarak görürüm. Bir gazeteci, “kırıldığında” yazmaz.
Kızdığında değil, üzüldüğünde susar.
Gazeteciliğin talihsizliği işte budur: “Birilerini parlatırsınız, sonra o ışık gözünüzü kamaştırır. Birini anlatırsınız, sonra o kişi kendi masalına” sizi dâhil etmez!.
Ama, biz gazeteciler, yılmayız!.
Her şeye rağmen, doğruyu, hak edeni yazmaya devam ederiz.
Benim için gazetecilik, “bir geçim kapısı değil, bir yaşam” biçimidir.
Ben, doğruluk uğruna kalem oynatırım!.
Yanlış gördüğümü yazarım, doğruyu da överim.
Ama hiçbir zaman, birini övmeye mecbur hissetmem. “Ne kadar meşhur olursa olsun, birinin laubaliliğine boyun” eğmem!.
Ben gazeteciyim!.
Ve “gazetecinin itibarı, hiçbir makamdan, hiçbir servetten küçük” değildir.
Vefasızlıklar gelir geçer, ama gazetecinin onuru kalır.
Benim de tek sermayem budur: “Onur, emek ve kalem!”.
Ve son sözüm şu olsun: “Bir gazeteciyi kaybetmek kolaydır, ama, onun gönlündeki yerini geri almak” imkânsızdır.
Çünkü biz gazeteciler, “kırıldığımızda” sessizleşiriz!.
Ama,” o sessizlik, bir ömür boyu”, hatırlanır.”
Eline, yüreğine sağlık usta!
Yusuf Cinal yazıyor, 25 Ekim 2025

Birilerine, “küpelik” olsun!
Yorum Yap